Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Almanya ::::: Berlin ::::: BERLİN - Duvarın Dibindeki Adam        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Almanya Berlin 17 Ekim 2011 01 Ocak 2011
01 Ocak 2011
6481 0 Torun Çelebiler 

 BERLİN - Duvarın Dibindeki Adam
 (Genel)

Duvarın dibinde yaşayan bir adam... İnsanların şaşkın bakışlarına aldırmadan bekleyen, yemeğini yiyen, uyuyan, hayatının bir kısmını orada geçiren... Yaklaşık üç ay boyunca kilometrelerce uzunluktaki duvarın ülkesini bölmesine engel olmaya çalışıyor, protesto ediyordu kendince. Berlin Duvarı...

1961'de ekonomik sorunlar nedeniyle Doğu ve Batı Almanya'yı birbirinden ayırmak amacıyla bir gecede örülen kırk altı km uzunluğundaki o ünlü duvar. Ne zaman Berlin'e gitsem, o ayrımcı duvarın kenarında, umutla bekleyen yine aynı adamı görüyorum... Şehrin ayrılışını ve yeniden birleşmesini temsil eden bir sembol daha var. Soğuk savaş zamanında sınır noktalarından biri olan Brendenburg Kapısı. Tarihten bu yana kalmış olan tek geçit. Kim bilebilir belki bu kapıda da beklemiştir birileri.
Tarihsel boyutunun yanı sıra genel havası da hoştur. Korna seslerinden uzak, kirlilikten arınmış. Sokakta yürürken doğal olarak kedi-köpek arıyor insanın gözü fakat Almanya'nın hiçbir yerinde bulamıyorsunuz. Bunun sebebi sokakta dolaşan başıboş hayvancıkların aşılanıp toplatılması. Bu zavallı hayvanlar barınaklara yerleştirilip satılıyor. Satılamayacak kadar yaşlı olanların vay haline! Şimdi buna hayvan severlik mi desem insafsızlık mı desem bilemedim.

Dayım üç sene boyunca öğrenimini tamamlamak için Almanya'ya gitti. Her sene annem onu ziyarete gidiyordu. Bir keresinde bizi de götürdü. Oraya vardığımızda simit yiyordum ve yaptığım ilk iş bir parça koparıp güvercinlere atmak oldu. Aniden çevre görevlilerinin sözlü uyarısıyla kendime geldim. Meğerse orada güvercinleri beslemek yasakmış. Halk onların hastalık getirdiklerine inanıyor, onları aç bırakmaya çalışıyorlarmış. Güvercinler yerine fareler seviliyormuş. Türklerin ve Almanların farkı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Farelerin pis ortamlarda yaşadığını, çöplüğü sevdiklerini herkes bilir ama Berlin'de kimse umursamıyor. İlginç bir yanları daha; aslında bu tespit tüm Avrupa ülkeleri için geçerli. Dikkat ederseniz kimse bebeğini sevdirtmiyor. Bebek arabasına yaklaşmaya çalıştığınız an suratlar asılır hemen. Herkes ilgiden uzak kalmaya çalışıyor. Bizde olsa "Ooy ne tatlı şey öyle, adı ne bakalım?" sözü eksik olmaz. Bebekler rahat rahat sevilir, hayvanlar da sokaklarda dilediğince gezinir. Gel gör ki dillerini severim Almanların. Kim ne kadar çok kaba, kötü dese de boğazdan konuşuyor adamlar. "Fransızca romantizmin dili, İtalyanca tartışmanın, Türkçe konuşmanın, Almanca ise kavganın dili" derler genelde, gırtlaktan konuşulduğu için kaba duyulsa da benim hoşuma gidiyor.
Sokak yaşantısından yemek ziyafetine doğru yol alıyoruz. Vazgeçilmez hamur işi tatlıları ve kahve. Sabah uyanır uyanmaz ellerine kocaman kahve kupalarını alır, kalkarlar yataktan. Oteldeyken orada çalışan kadının günaydın demeden "Kahve?" diye sorduğunu hatırlıyorum. Her gün kahvaltıda coffee-berliner (kahve-çörek) ikilisiyle karnımı doyurdum. Üçüncü günden sonra zeytinyağlı yemekleri özlediğimi fark ettim. Almanya'daki tatlılarda Türkçe isimleriyle satılıyor mudur? Hiç sanmıyorum. Aslına bakarsanız yemek kültürleri pek zengin değil. Berlin'e özgü bir yemek çeşidi yok. Türkiye'de olsa her yöreye ait çeşit çeşit mis kokulu yemekler vardır.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra gezintiye çıkıyoruz. Alexanderplantz... Yüksek binaları ve geniş caddeleriyle dikkat çeken bu meydan; doğu Berlin'e hükmeden sosyalist düşünce biçimini yaşatan bir tasarımdır. Görünüşüyle İstanbul'un Bağdat caddesini andırıyor. Şu an Berlin'in en çağdaş alışveriş merkezine sahip, ayrıca en yüksek yapı olan Televizyon Kulesi, Dostluk Çeşmesi ve Dünya Saati de burada yer alıyor. Kısacası gençlerin ilgisini çekebilen, görülmeye değer bir meydan burası. Eğer daha sakin, kafa dinleyebileceğiniz bir yer istiyorsanız Brandenburg Kapısı'nın bir kilometre uzağındaki Zafer Sütunu'na gitmenizi tavsiye ederim. Danimarka-Prusya savaşında Prusya'nın zaferi adına yapılmıştır. Adını buradan alan Zafer Sütunu 09.30-06.30 arası turistlerin ziyaretine açıktır. Tepesindeki terasa çıkıp, 70 metre yükseklikten Berlin manzarasını izleyebilirsiniz.
Sanatseverleri Berlin'e çekmek için bir sebep de Berlin kültürü; konser salonları, çeşitli müzeler, tiyatro salonları, sanat galerileri... Özellikle kentin doğusunda yer alan Müzeler Adası (Museumsinsel) içinde Pergamon Müzesi dahil, birçok müzeyi barındırmaktadır. Pergamon, Berlin'in en meşhur müzesidir. Müze, sizi meşhur Zeus Sunağı, İştar Kapısı, İslam Sanat Eserleri Müzesi gibi müze içinde müze yapısıyla karşılar. Bu müze, Anadolu, Mezopotamya ve Mora yarımadasından çıkan eserlere sahiptir. Yolculuğumuza devam ederken Berliner Dom çıkıyor karşımıza. Belki de Berlin sembollerinden en önemlisi olan bu kilise, Kaiser Wilhelm II tarafından inşa ettirildi. Savaş sırasında büyük hasar gören kilisenin onarımı on sekiz sene sürdü. Kilisenin içindeki borulu org da oldukça dikkat çekiyor. İlgimi çeken bir şey daha var: Almanya'da yaşayan Türkler. Berlin'de 119.000 Türk vardır. Kreuzberg ilçesi Türklerin ve Alman vatandaşı olan Türklerin en yoğun olduğu bölgedir. Bu insanlar için ad bile koymuşlar: "Alman Türkler". Kültürlerimizin çok farklı olmasına rağmen uyum sağlamayı ve birlikte yaşamayı öğrenmişiz. Geçimini sağlamak için Türkiye'den işçilerin, daha rahat okumak için öğrencilerin gittiğini biliyordum ama her sokaktan Türkçe bilen insanlar çıkınca biraz şaşırdım açıkçası.
Bu yazıyı okuduktan sonra, bir gün yolunuz Berlin'e düşerse, eğitim için ya da sadece gezip görmek için giderseniz, Berlin Duvarı'na uğramayı unutmayın. Benim gördüğüm gibi görebilecek misiniz bakalım oradaki vatanseveri veya benim zevk aldığım gibi zevk alabilecek misiniz Almanya'dan, insanlarından, ortamından? Kavga eder gibi sert konuşmalarını hiçbir şey anlamadan ilgiyle dinleyebilecek misiniz?
DİLAN MESTÇİ - Dayım dört senedir Almanya'da yaşadığı için Almanya'yı seçtim. Oranın insanlarının yaşam tarzları bana çok değişik geldi. Yine oraya gitmek ve yine yazmak isterim.
Not: Bu yazı, Evliya Çelebi'nin doğumunun 400. yılı anısına hazırlanan ve tüm geliri UNICEF Türkiye Komitesi'ne bağışlanan "Torun Çelebiler Seyahatnamesi, 2011" adlı kitaptan editörlerin özel izni alınarak yayımlanmıştır.








 Yazılan Yorumlar...
  Henüz Yorum Yazılmamıştır
 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.