Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Türkiye ::::: Şanlıurfa ::::: Siyah Gül Halfeti        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Türkiye Şanlıurfa 16 Haziran 2015 01 Haziran 2014
03 Haziran 2014
3369 0 melihayıldırım 

 Siyah Gül Halfeti
 (Kültür/Sanat)

Yirmi yıldır gezerim. Ne tanımadığım tur rehberi ne de görmediğim yer kaldı. Yeter ki görmeyeyim yüzünü. 

Tekne bildiği nehirde timsah sessizliğinde süzülürken, kulağımdaki çınlama bile gürültü gibi geliyor.  Etrafta çıt yok. Eski Halfeti'ye doğru yol alıyoruz. Gerçi benim için gittiğim yer fark etmiyor. İki katlı tur teknesinin üst katında bir köşeye güçlükle yerleştim.  Dünden beri çok da halsizim. Tekne ilerledikçe hafif serinlik geliyor ama yavaş yavaş ısınan başımdaki sıcaklığın şiddetini azaltmıyor. Bu yaştan sonra kimseye dert olmak istemem. Yaz ortası bile olmadı. Bu sene erken hasat olacak demek ki buralarda. 

Durgun, adeta sıradan bir suyun üstündeyim. Koca şehri suyu ile terbiye eden sanki o değil. Tekne ilerledikçe sarp kayalıklar Fırat'ın iki tarafında yükselmeye başladı. Dağ kıvrımları dikleştikçe benim yaşlı yüreğime bile can geldi. Binlerce yıllık şehrin üstünde yol alırken, içim bir hoş oluyor. Suyun içinde gördüklerim taş değil, ev değil, öylece kalmış kimse dokunmamış lüzumlu lüzumsuz hikâyeler.

Şehri kim aldıysa ismini de değiştirmiş. Bahtsız mıymış sanki? Kaderini biraz da kendime benzetmemden dolayı öyle söyledim. Taşında toprağında pek çok kavimin görünmeyen izleri var. Rehberin dediğine göre Hitit, Asur, Yunan, Süryani, Arap, Bizans, Memluk en son da Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden dönerken Osmanlı'nın olmuş buralar. Havası bile değişik. Süzülerek kalmış güzellik bunlar. Atladığım medeniyet kaldıysa bilmem. 

Benim batık şehrim de yaşadıklarım. Uzun ömrümde yaşadığım ölümler, ayrılıklar, küskünlükler... Hâlâ da onları yaşamaya devam ediyorum. Aklımdaki Fırat'a yeni evler gömüyorum. Ama sıkıntıya sebep olanı söküp atmadıkça kim bilir dibe daha neler gömülecek? 

Teknenin yolcuları sağa sola hareket etmeye çalışıyor. Arada bir küpeştelerden destek alıp tekrar dağılıyorlar. Fırat'ın ortasında bir cami minaresine yaklaşıyoruz. Herkes o tarafa yöneliyor. Bu manzarayı bir daha nerede görecekler. Fotoğraf makineleri hazır, çekmeye başladılar bile. Köyümüzün çocukluğumdaki minaresine benziyor. Kırmızı tuğla dizili. Dar merdivenlerinden döne döne çıkılırdı minareye kadar. Dokuz on yaşlarında merakımdan bir kez çıkmışlığım oldu. Mimar Sinan'ın yaptığı geometrik, kabartma süslüleri, bana camilerden daha ilginç gelmiştir nedense. 


Savaşan Köyü - FOTO: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com


Minareler konu olunca konuşmayı severim. 

Kaç vakit ezanlar okunmuştur kim bilir? Bu taştan yüksek, ince yapıyı suyun içinde görünce, camiyi unutuyorum. Tek başına öyle güzel duruyor ki. Yanında başka kimseye ihtiyacı olmayan biri gibi. Diyorlar ki sadece yaşadığın an vardır. O zaman suyun içinde duran minare bana çocukluğumu, evliliğimi hatırlatmasın. Zaman bana çengelini takmasın. 

Ayakta durmaya çalışan hanım kız sesleniyor;

- Yusuf Amca size zahmet arkadaşımla beni çeker misiniz?

- Tabi evladım bana basılacak yeri gösterin yeter.

- Şuraya basmanız yeterli.

- Oldu mu? Bir bakın tekrar çekeyim.

- Teşekkür ederiz Yusuf Amca güzel çekmişsiniz. 


Rehber, dağların yamacındaki Rum Kale'yi gösteriyor. "O zamanlarda bu kale buraya nasıl yapılmış?" diye düşündürenlerden. Dağın sırtına mıknatısla tutturulmuş mübarek. Gerçi bütün kaleler beni düşündürmüştür. Çoğu ilginç yerlerdedir. O malzemeler o dönemde nasıl götürülür yapılır? Bu da öyle bir kale. Yine fotoğraflar çekiliyor. Kısa bir süre sonra dikkatler dağılıyor. Artık kimsenin kaleyle de çevreyle de ilgilendiği yok. 


Rumkale - FOTO: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com 


Müziğin sesini duyan aşağıya indi. Rehber "Rum Kale milattan önce sekiz yüz elli beş yılında Asur Kralı....." devamını gürültüden duyamadım. O da cümlesini tamamlayıp anlatmayı bıraktı. "Hele nolur nolur sen benim olsan nolur...." Urfa Türküsünün sesi sıra gecesi kıvamında geliyor. Oynamayanlar da alkışla eşlik ediyor. Fotoğrafını çektiğim hanım kız bana eliyle işaret ediyor. Kafamı sallıyorum. "Burası iyi" der gibi.

Kaldım tek başıma. Tek sayılmam güneş tepemde. Dün de doğum günümdü. Yetmiş üç yıla veda etmek buralara kısmetmiş. Böyle zamanlarda yaşadıklarım aklıma geliyor. Bir ömür küslük. Ne zaman küstüğümüzü bile unuttum. Büyük kız liseyi o yıl bitirmişti. Demek ki otuz küsur sene. Söylediği söz şimdi söylemiş gibi taze hafızamda. Her şeyi unutuyorum şu hayatta, o konuşmasını bir türlü unutamıyorum. Sesini en son o zaman duydum belki. Bir dakika önce aldığım ilaçlarımı, bazen çok sevdiğim torunlarımın ismini, çocukluğumdan beri yiyip içtiğim arkadaşlarımı bile unutuyorum da "seni sevemedim" diyen sesini unutamıyorum. Ne kadar gezsem de boş. Buralardaki ıssızlık iyi gelmedi bana. Aşağıya inecek halim de yok. 

Güneşten olabilir mi? Zihnim bulanıklaşmaya başladı. Sanki her yer siyah gül oldu birden. Ölmeden yasımı mı tutuyorum? Bir işaret mi bana suyun altındaki şehir, gördüğüm siyah güller. Kendimi bu sulara bıraksam, kurtulur muyum o sesten? Ne zaman bir karar verdiysem vazgeçmedim. Dile kolay kaç yıldır geri adım atmadım. Ne çok terlemişim. 

Duyunca sevinirsin belki. "Kaç yılın küslüğü bitti," diye. Mezarımın kenarına Halfeti'nin siyah gülünden diksinler. "Bütün hayatı kara yasla geçen Yusuf Amcanın desinler."

Zaman geçtikçe sakinleşmek yerine kızgınlığım artıyor. Sonra da "Neler düşünüyorum," deyip kendime kızıyorum. Ben bunları yaşarken aşağıda coşkunun sesi, iki tarafı çevreleyen dik yamaçlara çarpıp geri gelerek kendince türküye eşlik ediyor. Gözlerim halay çekenlere takıldı. Bu insanların hiç mi sıkıntısı yoktu? Olmaz mıydı? Dinlediğim zaman neler duymuştum yıllar içinde. Sadece onlar devam etmeyi biliyorlar. Tıpkı Halfeti'nin direnmesi gibi. Peki, eski tadı verir mi? Bunca yılın yaşanmışlıklarının, otların bile kendince yeşerdiği kayaların yerine, şekli bozuk yeni binalar eğreti durmaz mı? Devam etmek de öyle. Yapmacık, yokmuş gibi davranmak. İlk hareketi yapsam. O ilk hareketi... 

Oturduğum yerden yavaşça doğruldum, ayağa kalktım. Yüzümü Fırat'a döndüm. Uzun uzun baktım. Fırat olacakları kestirmiş gibi dalgalarını çırptı. Tekne hafifçe sallandı. İçimde bir kıpırtı başladı. Biran önce ona değmek istedim ama çekindim de. "Korkma gel. Tutuyorum ben seni." Çocukken babam yüzmeyi öğretirken böyle söylemişti. Güvenmeyi öyle öğrenmiştim. Kuş gibi atlamıştım kucağına. Dalgaların içinde belimden tutmuş, "Hadi şimdi ayaklarını salla. Aferin bırakıyorum şimdi. Hadi oğlum aferin, bıraktım." 

Az önce resmini çektiğim hanım kızın sesi bu galiba;

"Yusuf amca! Bıraktı kendini...


Birecik Barajında Tekneler- FOTO: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com 










 Yazılan Yorumlar...
  Henüz Yorum Yazılmamıştır
 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.