Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Lübnan ::::: Beyrut ::::: Feyruz Çağırdı...Gittim: Le Beirut...        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Lübnan Beyrut 11 Temmuz 2015 01 Mayıs 2013
04 Mayıs 2013
4315 4 Mor Uçurtma 

 Feyruz Çağırdı...Gittim: Le Beirut...
 (Genel)

Şehirlerle aramdaki tuhaf ilişkiyi farkettiğimden beri daha çok kulak kabartır oldum onlara. Daha çok dinledim, daha çok kendimi bıraktım çağrılarına. Kimine küstüm, kimine tutuldum, kimine taptım. Kimisiyle kırgın kaldım yıllarca. Ama insanlarla yaşamadığım duygusal patlamaları sanırım çağrıştırdıkları şehirlerle yaşadım ki, kimi zaman yıllarca uzak tuttu bazıları beni kendinden. Kimi zaman da en olmadık zamanlarda aniden çağırdı, GEL dedi.. Ve her çağrıldığımda tamam dedim ben de.. gittim.

Beyrut'la da tanışmamız böyle oldu iste.. Bir cumartesi sabahı deniz kenarında oturmuş, masamda kahvem, elimde kitabım, yüzümde baharın yeni yeni kendini göstermeye başlayan güneşiyle ısınıyorken, aniden derinden gelen hüzünlü bir sesle sarsıldım. Rodrigo'nun gitar konçertosuydu bu. Ama o çok aşina olduğumuz ezgilerin üzerinde, içimin taa derinine isleyen Feyruz'un billur sesi yankılanıyor ve Le Beirut diye içimde ağlıyordu adeta.. Aynı dakikalarda interneti açıp, şarkının sözlerini ararken buldum kendimi. Ve o anda daha önce gitmeyi aklıma bile getirmediğim Beyrut'un içten içe beni çağırmaya başladığını fark ettim.

"kapısını kapattı beyrut;

kendisini sabah akşam el üstünde tutacak

ve güzel günlere taşıyacak insanlara,

sonra bir başına kaldı sabah akşam

ve gecelerde..."

"Beni Lübnan toprağına ekin" diyen, 20 yıl suren savaş boyunca yüzü gülmeyen, ama ülkesini hiç terketmeyen, fakat kentine ve insanlığa aşkı ve yıkımı anlatırken, umudunu asla yitirmeyen bu güzel kadının sesine, böylesine hüzün ve acı veren coğrafyayı görüp anlamalıyım muhakkak dedim. Üç gün sonra biletler alınmış, otel rezervasyonları yapılmıştı bile. Tam da zamanında imdadıma yetişen resmi tatille, dört günlük bir bahar kaçamağı yakalamış olmanın keyfi içindeydim.

 
BİRİNCİ GÜN

Hareket sabahı, Beyrut Refik Harari uluslararası havaalanına 1 saat 45 dk lik rahat bir uçuşun ardından ulaştık. Uçağımız Akdeniz'in üzerinden süzülerek, denizin yanı başındaki havaalanına iniş yaptı. Havaalanı ve şehir arası 9 km. Beyrut toplu ulaşımın çok yaygın olmadığı bir şehir. O yüzden nefesinizin yettiği yerlere kadar tabanway, yetmediği yerlere taksiyle gidin derim ben. Ama taksilerle sıkı pazarlık yapmak gerektiğini unutmayın. Ben havaalanında 50 USD den kapıyı açan taksiciyi 35 USD ye ikna etmiş olmama sevinirken, aynı yol için 25 USD gibi iddialı bir rakam vereni öğrendiğimde biraz bozulmuştum doğrusu. Bir de servis denilen bizdeki dolmuş mantığıyla işleyen taksiler var ki, işte onları çok anlamadım.

Oteller şehrin üç önemli bölgesinde yoğunlaşmış. Daha merkezi ve her yere eşit mesafede olan Hamra, İzmir'in kordon boyunu andıran Cornishe ve Downtown. Biz deniz kenarında olan Cornishe'ten bir otel seçmiştik ki, seçimimizden de gayet memnun kaldık. Fiyat/memnuniyet dengesi makuldü bence.

 

Bu seyahate çok alelacele karar vermiş olduğum ve oldukça yoğun günlere denk geldiği için, çok da fazla araştırma yapamadan yola çıkmıştım bu kez. Ancak görülecek yerler ana hatlarıyla aklımdaydı.

İlki olan Güvercin Kayalıkları, şehre girerken karşımıza çıktı. Cornishe bölgesinin üst kısmında, Rouche Sea Rocks diye anılan kayalıklar etrafındaki evlere, restaurant ve kafelere harika bir manzara sunuyordu. Bir kaç açıdan fotoğrafını çektikten sonra buraya bir de güneş batarken gelmek gerektiğini aklıma not ettim.

İkinci ziyaret edilecek yer, şehrin en hareketli olduğu noktalardan biri olan Downtown'dı. Şehir merkezinde kiliselerin, hükümet binalarının, diğer hassas noktaların önlerinde dizi dizi bariyerler vardı. Sokaklarda bazı geçiş noktaları, demir parmaklıklı bariyerlerle denetim altına alınmıştı. Buralarda giriş çıkışı polis işlevi gören, ağır silahlı askerler kontrol ediyordu. Caddelerde yürürken bir yandan hafızalardan silinmeyen korkunun tanığı oluyor, bir yandan da kozmopolit Lübnan'ın farklı din, mezhep ve etnik kökenden insanlarının bir arada yaşama kaderinin sonuçlarını görüyorduk.

Tam da bu düşüncelerle ilerlerken, Beyrut'un en önemli meydanlarından birine ulaştık. Solidere ya da Palace de L'Etoile- Özgürlük Meydanı olarak da anılan, Nijmeh Square. "Solidere", savaş sırasında oluşan tahribattan şehir merkezini kurtarmak ve şehri eski güzel günlerine kavuşturmak için Lübnan Parlamentosunun dönemin başbakanı Hariri önderliğinde kurduğu mühendislik şirketinin adı.

 
 

Burası yıldız şeklinde konumlanmış altı sokağın kesiştiği, bir cami ve bir Maruni kilisesi ile süslü, sokaklara kaldırım kafelerinin saçıldığı, binaların alt katlarını rengarenk dükkanların paylaştığı oldukça keyifli ve hareketli bir meydan. Yıldız'ın tam göbeğine Rolex tarafından hediye edilmiş bir saat ve kulesi yerleştirilmiş. Bu meydandaki kafelerden ya da restaurantlardan birinde oturarak keyifli bir iki saat geçirmek, bu sırada yan yana olan kilise ve camiden yükselen farklı dinlerin çağrılarını dinlemek de mümkün.

2005 yılında öldürülen eski başbakan Refik Hariri'nin yaptırdığı mavi kubbeli Muhammed El Emin Camii ve yanında St. George Maruni katedrali sırt sırta vermiş.. Bütün o acılara, kötü hatıralara rağmen biz burada hep birlikteyiz diyor adeta. Biz İstanbul'da kozmopolit bir şehirde yaşadığımıza inanırız ya. Bu kelimenin gerçek manasını anlamak için Beyrut'u görmek gerekli bence.. Bir km 2lik alanda, ekşinin aynı anda tatlı, kötünün iyi, acının aslında mutluluk olduğunu hissediyor, zenginle fakiri, güzelle çirkini, savaşın izini taşıyan yıkık binalarla dev rezidanslari, bir arada görüyorsunuz. Beyrut bir Ortadoğu şehri ama aynı anda bir Avrupa şehri gibi görünüyor.. Araf'ta kalmış sanki.

 
 

Nüfüsun %28'i sünni, % 28'i şii, % 22'si hıristiyan. Geri kalanı rum, dürzi, ermeni ve yahudi. Devlet yönetimindeki değişmez kural, cumhurbaşkanı hıristiyan, başbakan sunni, meclis başkanı şii.

Ortadoğu'nun Paris'i olarak anılan günlerin ardından, iç savaş yetmezmiş gibi, İsrail'in bombalarıyla enkaz haline gelen ülkeyi bugünkü Lübnan yapan kişiyse Refik Hariri. Hariri ülkesini çok seven çok zengin bir işadamı iken tüm bağlantılarını kullanarak yatırımcıları ülkesine çekiyor ve savaş yaralarını sarmaya başlıyor. Halk onu o kadar çok seviyor ki politikaya atılıyor ve başbakan oluyor. Tabi bundan rahatsız olanlar da var. 2005 yılında bir ton patlayıcı ile hotel Saint Georges'in arkasındaki yolda suikasta kurban gidiyor. Patlamanın olduğu yerde 12 m.lik dev bir çukur açılıyor.. Hariri'nin mezarı, yaptırdığı Muhammed EL Emin camiinin yanında bir çadırda. Aynı suikastta hayatını kaybeden korumalarıyla birlikte yatıyor. Çevredeki tüm binalar yenilenmişken yıkık halde halkı ve turistleri selamlayan St. Georges otelinin üzerinde ise kocaman kırmızı bir pankartta "Stop Solidere" yazıyor. "Solidere" yenilemeyi ve inşaatları yapan şirket.

Fenikelilerden başlayarak pek çok uygarlığın geçtiği Lübnan, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı sancağı yapılmış. 402 yıl Osmanlı idaresinde kalan şehirde izlerimizi aramaya cikmadan once,acikmis olduğumuzu farkediyoruz.

 
 

Solidere'de birbirinden sevimli kafelerin arasında güzel bir restaurant buluyoruz. Sırf menüye bakmak bile oldukça iştah açıcı Benim gibi sadece mezeyle yaşayabilecek bir insan için Lübnan mutfağı bir cennet adeta. Biz de menüden sıcak/soğuk humus, taubulle, fetuche, mutebel vs. seçmeye başlıyoruz. Fiyatlar Türkiye'dekine yakın. Kişi başı ortalama 30 TL seviyesinde doymak mümkün. Lübnan parası Livre. Üç sıfır attığınızda, yaklaşık TL karşılığını buluyorsunuz. Mükellef yemeğimiz bittikten ve yerel Almaza biralarımızı da fondipledikten sonra, gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Hamra'dan Downtown'a inen yollar Roma Hamamlarına çıkıyor. Sağlı sollu iki yandaki hamam kalıntılarının ortasından çok sayıdaki merdivenle ise Osmanlı Kışlasına çıkılıyor. Karşımızda bulunan tepenin üzerinde Osmanlı'nın bu ülkedeki en önemli miraslarından Grand Serail (Askeri Kışla) ve hemen yanında, II. Abdulhamit'in tahta çıkışının anısına yapılmış Hamidiye Saat kulesi bulunuyor. Kışla bugün hükümet binası olarak kullanılıyor. 1830 lu yıllarda Kavalalı Mehmet Ali Pasa ve II. Mahmut zamanındaki güç kavgası sırasında oğlu İbrahim Paşa'nın bu toprakları işgali sırasında kurulmuş. Osmanlı egemenliği yeniden tesis edilince de Selimiye Kışlası'nın bir kopyası tarzında geliştirilmiş. Akşamüzeri yorulmuş bir şekilde yemekten önce duş almak ve biraz dinlenmek için otelimizin yolunu tutuyoruz.

 
 

Yemek için tekrar dışarı çıktığımızda güneş denizin üzerinde alçalmaya başlamış. Cornishe palmiyeler arasında hoş bir kordon görünümünde. Karnımızın açlığına rağmen gün batımında biraz yürümek istiyoruz. Sonra sahil kenarında denize sıfır bir restaurant bulup akşam yemeğini burada yemeye karar veriyoruz. Masaya yemekten önce, bizdeki tulum peyniri mantığı ile labne peyniri geliyor. Labne'nin vatanı Lübnan. Bizdekine göre biraz daha kıvamlı ve lezzetli geliyor bana. Yine çeşit çeşit mezelerle karnımı doyuruyorum. Deniz ürünleriyle pek aram olmadığı için ben yeltenmiyorum, ama siz mutlaka deneyin. Yemeğin ardından bir de kordonda gece yürüyüşü yaptıktan sonra artık dinlenmek için otelimize gidiyoruz. Yarın sabah erken kalkacağız. Programda Byblos, Jeita Grotto Mağaraları ve Harissa tepesi var.

İKİNCİ GÜN

Sabah erken kalkıp otelde aldığımız kahvaltının ardından, Jeita Grotto'ya doğru yola çıkıyoruz. Bugünkü programımızda olan Byblos, Jeita Grotto ve Harissa tepesini içeren turlar satılıyor. Pek çok otelde broşürlerini bulabilirsiniz. 80-90 USD civarında. Bir taksiyle anlaşıp benzer bir rakama aynı yerleri dolaşmanız da mümkün.

 
 

Jeita Grotto bir kireçtaşı mağarası. Beyrut'un 18 km kuzeyinde Nahr el kalb vadisinde yer alıyor. Dünyanın yeni seçilecek harikalarından biri olmaya aday. Gerek yurt içinde, gerek yurt dışında bu tarz özelliği olan oluşumları hiç kaçırmayan biri olarak, bugüne dek böylesini görmedim diyebilirim. Fotoğraf çekmek yasak. Ancak gruptaki arkadaşlardan biri yaramazlık yapmış, sonra da benimle paylaştı. Ben de utanarak burada yer veriyorum. Çünkü mağara sözle anlatılır bir şey değil.

Mağaraya ulaşmak için milli park gibi bir alana geliyoruz. Etraf umduğumdan çok daha yeşil. Park yerinden yukarıya teleferikle ya da trenle çıkmak mümkün. Yeşillikler arasında lolipop gibi süzülen 4 tane teleferik kabinini görünce ben tercihimi ondan yana kullanmak istiyorum. Ne yazık ki bu yemyeşil yolculuk anlamadan sona eriyor. İlk olarak iki katlı mağaralardan yukarıdakine giriyoruz. Jeita Grotto, içerisinde bir sürü sarkıt ve dikitin oluştuğu, Amerika'lı bir kaşif tarafından bulunan bir mağara. Uzunluğu altlı üstlü 9 km. Ancak 750 m lik bölümü ziyarete açık. Yürüyüş yaparken, dar geçitlerden, uçurumların kenarlarından geçiyor, mağaranın derinliğini gördüğünüzde gerçekten gözlerinize inanamıyorsunuz.

 
 

İlk mağaranın alt bölümü olan ikinci mağaraya gitmek içinse tren benzeri bir ulaşım aracına biniyoruz. Burada taban su kaplı, içerisinde sallarla geziliyor. Su öyle temiz ve berrak ki, dibini görebiliyorsunuz. Aşağı mağara 1836, yukarı mağara 1858 yılında keşfedilmiş. Ancak yukarıdakinin daha eski bir oluşum olduğu tahmin ediliyor. Milyonlarca yıllık bir oluşum olan bu mağaralarda dolaşırken kendinizi fantastik film platosunda gibi hissediyorsunuz. Mağaranın çıkışında bir kaç heykel var. Benim favorim Zamanın Bekçisi.

Mağaralardan büyülenmiş şekilde çıktıktan sonra, Byblos'a doğru yola koyulmaya hazırlanıyoruz. Bu arada parkın çıkışında bir tatlıcı gözümüze ilişiyor. Yemeğe daha vakit olduğu için, bu yerel tatlının tadına bakmak istiyoruz. Lübnan usulü künefe. Ama bizim tombik dönerlerin ekmeği gibi susamlı bir ekmeğin içinde servis ediliyor. Ekmek arası tatlı bana pek cazip gelmediği için ben tabakta servis istiyorum. Tatlıyı umduğumdan daha güzel buluyorum. Zaten şu ana kadar beni yanıltan, ya da hayal kırıklığına uğratan hiç bir lezzet olmadığını söyleyebilirim.

 
 

Tatlılarımız bittikten sonra, sahile doğru yola çıkıyoruz. Byblos Beyrut'un 36 km kuzeyinde yer alıyor, tarihin bilinen en eski kentlerinden biri. Zamanımızdan yaklaşık 7.000 yıl önce Fenikeliler tarafından kurulmuş. Fenikeliler zamanında önemli bir liman kenti olan Byblos'un büyük ölçüde sedir ticareti ile meşgul olduğu biliniyor. Sedir ağacı ülke için o kadar önemli ki, Lübnan'ın bayrağında da yer almış. Mısır'a gönderilen sedir ağacından Mısırlılar papirus yapımında ve piramitlerin inşasında faydalanılıyor. Ören yerindeki kalıntılarda, Troya'daki gibi katmanlar halinde Fenikeliler, Mısırlılar, Babiller, Persler, Romalılar, Bizans ve Osmanlılar'ın izleri görülüyor. Ören yerinin dışında limana doğru 13.yy dan kalma Haçlılar zamanında inşa edilmiş St.John Mark kilisesi yer alıyor. Bu kilise şu anda hıristiyan maruni cemaati tarafından kullanılıyor.

Şehrin girişinde ise Osmanlılardan kalma bir arasta var. Sokakların zemini kesme taşlar ve çakıl taşları ile oluşturulmuş. Arastada hediyelik dükkanlar, antikacılar, kitapçılar, şirin kafeler var. Byblos gezimizi de tamamladıktan sonra öğle yemeği için deniz kenarında bir restauranta gidiyoruz. Burası deniz ürünleriyle ünlü. Çok aram olmamasına rağmen bu defa ben de tadına bakmaya kararlıyım.

 
 

Doyumsuz bir manzarada, oldukça keyifli bir yemeğin ardından Lübnan'ı kucaklayan Meryem Ana heykelinin olduğu Harissa tepesine doğru yola çıkıyoruz. Tepeye sayfiye yeri Jounieh'ten dik bir teleferik ve feniküler ile çıkılıyor. Bu teleferik de bugüne dek gördüğüm hemcinslerinden en enteresan olanı. Çok dik, ve binalara çok yakın geçiyor. Neredeyse evlerin balkonlarında oturanlara dokunacakmış hissine kapılıyorsunuz. Balkonlarda oturanlar gülerek el sallayınca biz de karşılık veriyoruz. Harissa Maruni hıristiyanlari açısından kutsal kabul edilen bir mekan. Burada 1904 yılında inşa edilen Lübnan'in Lady'si adıyla anılan bir kilise mevcut.1908 yılında Fransa'dan getirilen Meryem Ana heykeli ise bu yapının üzerine yerleştirilmiş. Heykele döne döne ilerleyen bir merdiven ile çıkılıyor. Ve bu yapı kilometrelerce uzaktan görülecek bir ihtişama sahip.

 
 

Harissa'dan doyumsuz Beyrut manzaralarını izleyerek indikten sonra biraz dinlenmek için tekrar otele gidiyoruz. Yıkanıp temizlendikten sonra bu akşam karnımızı doyurmak için istikametimiz Hard Rock Cafe. Dün akşam bir bira içimi uğradığımızda, bu aksam için Meksika gecesi düzenleneceğini öğrenmiştik. Bir Ortadoğu şehrinde, Amerikan zinciri rock konseptli bir mekanda, Meksika yemeği ve Meksika müziği ile Beyrut'taki kültür çeşitliliğini bir kez daha gülerek karşılıyoruz. Keyifli bir amerikan&arap&meksika karışımı gecenin ardından dinlenmek için Cornishe'deki otelimize doğru yürüyoruz. Yarın programda Baalbek var.

 
 
ÜÇÜNCÜ GÜN

Ertesi gün erkenden uyanıp antik kent Baalbek'e doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz Lübnan'ın doğusuna doğru. Lübnan Dağı ve Anti Lübnan dağları arasındaki Bekaa Vadisinden geçiyoruz. Bizim hafızamızda ve anılarımızda kürt milislerin eğitildigi bölge olarak yer alan Bekaa'dan geçerken insan biraz ürpermiyor değil. Aslında burası oldukça verimli tarım toprakları. Filistin mülteci kamplarının da yanından geçip yolumuza devam ediyoruz. Yol üzerinde bir kaç yerde Lübnan askeri kontrol noktaları var. Buralarda fotoğraf çekmek yasak. Yollardaki direklerde küçük sarı bayraklar görüyoruz. Bunlar Hizbullah'ın etkinlik alanında olduğumuzu gösteriyor. Hizbullah özellikle yoksul kesim içinde ciddi bir tabana sahip. Bu bölgedeki halkın eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını sağlayarak politik desteklerini almış. Ordudan bağımsız ayrı bir silahlı örgüt olması nedeni ile onlara pek kimse dokunamıyor. Ama asıl ilginç olanı Lübnan'da pek çok politik taraf da, İsrail'in saldırılarına karşılık, Hizbullah'ı Lübnan'ın silahlı sigortası gibi görüyor. Bizimse aklımızdan çıkmayan, domuz bağları.

Baalbek Fenikeliler döneminde yapılan ve en büyük tanrıları, güneş tanrısı Baal'e adanmış bir kent. En parlak dönemini Romalılar zamanında yasamış. Harabeler içindeki Jüpiter, Baküs ve Venüs tapınakları bu dönemde yapılmış. Hz. Ömer zamanında müslümanlar hakim oluyor. Bu kentte doğan Selahaddin Eyyubi döneminde ise kaleleştirilerek, Haçlılara karşı bir savunma merkezine dönüşüyor. Osmanlılar döneminde ise sessizliğe bürünüyor. Kent önemini kaybediyor, nüfus azalıyor. 17. yy.dan sonra batılı araştırmacıların ilgisini çekmeye başlıyor. II. Abdülhamit döneminde Alman arkeologlara arkeolojik kazı izni veriliyor. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise Fransız mandası altında kazılar devam ediyor ve tapınağın önemli bölümü bu dönemde ortaya çıkıyor.

 
 

Ören alanına geldiğimizde en dışta Venüs tapınağının kalıntılarını görüyoruz. Jüpiter ve Baküs tapınaklarının olduğu alana ise merdivenle ulaşılıyor. Jüpiter tapınağı M.S 1.yy.da yapılmış. Çevresinde 62 adet granit sütun yer alıyormuş, ancak şu anda sadece 6'sı ayakta kalmış. 2 metre çapında, 19 m yüksekliğinde ve 60 ton ağırlığındaki yekpare sütunların taş ocaklarından yontulup buraya nasıl getirildiğini açıklamak pek kolay değil tabiî ki. Jüpiter tapınağının tam karşısında olan, şarap tanrısı Bakus tapınağı ise ona göre daha iyi konumda. 46 sütunun hepsi ayakta. Venüs tapınağı ise en şanslı olanı. Geçen zaman göz önüne alındığında neredeyse aynen korunmuş. Baalbek UNECSO'nun dünya mirası listesinde.

Baalbek dönüşü, yine küçük bir şehir turu yapmak istiyoruz. Downtown'da bir kahve içip, rotayı bu kez denize doğru çeviriyoruz. Geçtiğimiz sokak aralarındaki son derece lüks binalardan gözümüzü alamıyoruz.

 
 

Yürürken St. Louis Roman katolik kilisesinin arkasında Bank Audi'nin kocaman binasını görüyorum. Ortadoğu'nun Paris'i dışında, bir de İsviçre'si olarak anılıyor Beyrut. Bankacılık sisteminden kaynaklı olarak. Ülkemizde Odeabank olarak yeni lisans alan Bank Audi'nin fotoğrafını çekmek istediğimde bir görevli müdahale ediyor. Tartışmadan kabullenip uzaklaşıyorum. Yaraları olan bir ülke ve haliyle tedirginler.

Sokak aralarından küçük caddelere çıkarak yürüyüşümüze devam ediyoruz. Bazı binaların altında son derece lüks mağazalar var. Vitrinlerdeki fiyatlar dudak uçuklatan cinsten. Yurtdışında çok fazla alışveriş merkezlerinde vakit harcamayı sevmemekle birlikte, yolumuzun üzerine çıkan Beirut Soucks'a uğramadan edemiyorum. Markalardan yok yok diyebilirim. Etrafımda gördügüm kadınlar çok bakımlı, çok süslü, pek çoğu estetikli ve botokslu. Ve delice bir marka tutkuları var. Biraz daha vitrinlerdeki fiyatlarla eğlenip, dümeni marinaya doğru kırıyoruz.

Burada da umduğumun ötesinde bir lüks ve şatafat var. Palmiyelerin arasından cam giydirme büyük rezidanslar yükseliyor. Marinada yemek yemek ve bir şeyler içmek için çok şık alternatifler var. Biz de biraz dolaştıktan sonra bir İtalyan restoranını gözümüze kestirip, pizza ve biralarımızla günün yorgunluğunu atmaya karar veriyoruz. Akşam olmak üzere. Bu akşam Beyrut'ta son gecemiz ve Güvercin Kayalıkları'nı bir de güneş batımında görmek istiyorum. Mesafe biraz uzak. Yaklaşık 5 km. Ama hiç değilse gidişte baştan başa son bir Cornishe yürüyüşü yapmak için taksiyi tercih etmiyoruz. Gün batarken kayalıkları en güzel açıdan gören bir kafeye yerleşiyoruz. Almaza biralarımızla günün bu güzel saatlerinin tadını çıkarıyoruz.

 
 
DÖRDÜNCÜ GÜN

Bu gün artık dönüş günü. Şehrin en hareketli, en civcivli bölgesini gezmeyi bu güne saklamıştık. Sabah yine bir klasiğe dönüşen Downtown'daki saat kulesinin karşısında kahvemizi içtikten sonra Hamra'ya doğru yöneliyoruz. Burası biraz Osmanbey, biraz Ümraniye karışımı bir yer gibi geliyor bana. Çok dükkan, çok çok insan, çok kalabalık ve gürültülü. Mağazalara bakıyoruz fazla girip çıkmadan. Kendimi o kadar kaptırmışım ki, henüz hatıra bir şey almadığımı farkediyorum. Ne olabilir diye bakınırken, bir kozmetik dükkanının önünde arabic sürmeler gözüme çarpıyor. Bir arap ülkesinden bundan iyi hatıra olmaz heralde deyip, kardeşlerime ve arkadaşlarıma da dağıtmak üzere bol miktarda sürme alıyorum.

 
 

Hala yiyemediğim ve aklımda kalan bir şey daha var. Öğle saati yaklaşırken bir falafelci aramaya başlıyoruz. Bar Bar diye çok yaygın bir fast food zincirleri var. Oraya yönlendiriyor pek çok kişi. Ama ben hala ısrarla sadece falafel yapan bir yer arıyorum. Bir kaç kişiye daha sorduktan sonra bizi caddenin ilerisine yönlendiriyorlar. Burası bizim ayaküstü dönercilerimizi andıran küçük bir dükkan. Ortada kocaman içi kızgın yağ dolu bir kazan. Nohuttan yapılmış köfteleri kızartıp, lavaş ekmeği gibi bir ekmeğin içinde yeşilliklerle dürüm yapıp yiyorlar. Ben ekmek arası istemediğim için servis tercih ediyorum. Kolanın üzerinde arapça yazılı haline hiç alışamadım. Benim pek aram yok ama coca cola konusunda seçiciyseniz üzülerek söylüyorum, her yerde pepsi var.

Dükkan sahibi çocuklar Türk olduğumuzu öğrenince daha bir ilgi göstermeye başlıyorlar. Türk dizileri burada da çok seviliyor anlaşılan. Hatta beni de bir karaktere benzettiğini söylüyor biri, ısrarla anlatmaya çalışıyor ama kim olduğunu çıkaramıyorum. Son derece lezzetli yemeğimiz bittikten sonra bir kahve ve sigara içmek için güzel bir kafe arıyoruz. Derken bahçe içerisinde çok keyifli ve huzurlu bir yer buluyoruz. Mekanın girişi cadde üzerinde, arkasında sevimli, yeşil bir bahçe var. Tam olarak gizli bahçe diyebiliriz. Ve burada günün ilk Almaza'sı ve son kahvesiyle gezimizi tamamlamış oluyoruz. Bir taraftan da Beyrut'a gitmek istiyorum dediğimde "olmaazzzz" diye tepki gösteren eşim ve oğlumun teşekkürlerini kabul ediyorum.

 

Bir şarkıyla başlamıştı bu macera. Feyruz'un sesindeki, Amin Maalouf'un ve Halil Cibran'ın satırlarındaki hüzünlü coğrafyayı tanımak istemiştim. Beyrut için yazılabilecek çok şey var elbet. Ama hiçbiri şehri gezdiğinizde hissedeceklerinizin yanına yaklaşamıyor. Gizli sınırların, gözle görünür farklılıkların baş döndürücü birleşimi bu şehir. . " yara bantları safirdendi" diye bir cümle görmüştüm bir yerde. Sanırım en güzel bu cümle anlatıyor şehri. Benim Beyrut'um yaralarını mücevher yara bantlarıyla sarmaya, hüznünü dans ederek saklamaya çalışan, güzel mi güzel ahu gözlü bir oryantal..

 
 
Seyahatle Kalın...
 
Figen










 Yazılan Yorumlar...
Mor Uçurtma
(15 Temmuz 2015)

Müsadenizle üstadlarım diyeceğim.. Sevgili Hakan, Şükran Hanım ve Setenay Hanım.. Gezi Aleminin bu en değerli yazarlarından, böylesine güzel yorumlar almak beni çok mutlu etti. Çok teşekkür ederim..
Sevgi ve saygılarımla..

Setenay Süzer
(15 Temmuz 2015)

Merhaba Figen Hanım,
Dört dörtlük bir sunum, çok beğendim,bilgilendim,güzel fotoğraflarla gezip görmüş kadar,oldum,elinize emeğinize sağlık.
Bu vesile ile Gezi Alemi üyelerinin Bayramını kutlarım

Şükran Şahin
(15 Temmuz 2015)

Mor ucurtma /Figen.
Keyifle okudum. Rotamda olupta gidemedegim yer.
Sehrin ruhunu yansitmişsın. Bu bolgeyle ilgili soylenecek cok seyler var. Sanatıyla muzigiyle insanıyla tarihiyle kültürüyle cografyasıyla butünleşmeden yapilan geziler öksüz kalır. Mor ucurtma bunu basarmiş. Tebrikler

hakangeziyor
(11 Temmuz 2015)

Sevgili Figen, müthiş keyifle okuduğum ve fotolarını izlediğim bir yazı olmuş. Sizin de çok keyif aldığınız kesin. Uzun bir aradan sonra seni aramızda görmek mutluluk verici. Kalemine sağlık...

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.