Meriç'in Öte Yanı -1: Selanik Ya da Thessaloniki..


Herkese Merhaba…Normal koşullarda saat 22.30’da Bakırköy Ömür’de olacak otobüsümüz nasıl olduysa tüm yolcularını eksiksiz bir şekilde toplayıp saat tam 22.05’de randevu yerine gelmişti. Bir kez daha Mülkiye Dostluk Grubu’nun sorumluluğunu bilen insanlarıyla gezmenin önemini kavramış olduk ancak olan bizim satın aldığımız kahvelere olmuştu. Nasıl içtiğimizi bile anlamadan bavulları otobüsümüzün bagajına yerleştirmiştik bile…

Sotiriou Travel yetkilisi Yılmaz beyle yaklaşık bir buçuk aydır süren telefon, mail trafiği sonlanmış, otobüs ve programa yönelik detaylarda anlaşılmış ve yola çıkma vakti gelip çatmıştı. Gezi programı Selanik ve Kavala’da birer gece konaklama olmak üzere Batı Trakya’nın “bizden” kasabaları İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç’ı da kapsayan iki gece dört günlük bir otobüs turundan oluşuyordu. Tur liderimiz Mimis Meridis, 55 yaşlarında, Atina’da yaşayan, Türkçesi hiç de fena olmayan tonton birisiydi. Gezi boyunca Mimis herkesin gönlünü fethetmeyi bildi…

Bakırköy hareket noktamızdan Selanik’e doğru yolculuğa başladığımızda saatler 22.25’i gösteriyordu. Keyifli ve bol sohbetli kısa bir yolculuktan sonra saat 24.00’te ilk mola yerimiz olan Tekirdağ’daki Köfteci Ali’de durduk. Nefis Tekirdağ köftelerini mideye indirip yeniden yola çıktığımızda saatler 01.00’i gösteriyordu. İpsala sınır kapısına kadar bir miktar şekerleme yaparak saat 02.40’ta sınıra ulaştık.





İpsala Sınır Kapısı
Türk tarafındaki pasaport kontrolünde otobüsteki herkes indi ve free-shop ile tuvaletlere koştu. İlk kez karayolu ile yurtdışına çıkmam nedeniyle daha önceden bilmediğim bir bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim. Karayolu ile çıkış yaparsanız ve eğer bu geziniz “çıkış yaptığınız andan itibaren” 72 saatten daha kısa sürerse (ki bizimki öyle oluyor) herhangi bir gümrük kontrolünde free shoptan aldığınız şeyleri bırakmak ya da cezasını ödemek durumundasınız. Bu kural her iki taraf için de geçerli. Yani, “şu kadar şişeden fazla” veya “bu kadar kartondan fazla” gibi bir şey söz konusu değil; ne aldıysanız bırakma ihtimaliniz var. Gerçi bu durum gümrük kontrolüne denk gelirseniz söz konusu ama yine de dikkatli olmak da yarar var…

Türk tarafını herhangi bir sıkıntı olmadan hallettikten sonra iki ülke arasında doğal sınır kabul edilen Meriç nehrinin üzerindeki köprüden geçtik. Köprünün yarısı Türkiye’nin yarısı Yunanistan’ın. Bizim olan tarafta köprünün her iki kenarındaki demir korkuluklar kırmızı-beyaz iken onların tarafındakiler ise mavi-beyaz. İlginç bir görüntü oluşturuyor…

Yunan sınır kontrol noktasında durduğumuzda görevli bir polis otobüse binerek tek tek pasaportları topladı. Bu sırada her birimizin yüzüne dikkatli bir biçimde bakmayı da ihmal etmedi. Otobüste geçen yaklaşık 20 dakikadan sonra saat 04.00’te Yunan topraklarına girmiştik.

Sınırdan Selanik’e kadar iki şerit otoban mevcut. Yaklaşık iki yıl önce tamamlanan Egnatia otobanı sayesinde yolculuğumuz oldukça rahat geçiyor. Tabi bu rahatlığın biraz da otobüsün arka tarafındaki votka-fıstık partisinden olduğunu da unutmamak gerek. Sabaha karşı 04.30 civarında Yunanistan otobanında votka içeceğim kolay kolay aklıma gelmezdi. Otobandaki kahvaltı mola yerine vardığımızda saatlerimiz 06.20’yi gösteriyordu. Mimis’e burayı özellikle mi seçtiğini sorduğumda “tek alternatif burası” cevabını aldım. Yaklaşık 45 dakikalık molamız tamamlandığında artık hava aydınlanmıştı. (Meraklısına mola yerinde kahveler 1,90-3,50 €; Kavala kurabiyesinin kilosu 9 €; tatlıların kilosu ort. 14 €; küçük börekler 0,90 €; büyük su 1,50 €, tuvalet ücretsiz)




Selanik şehrine giriş yaptığımızda saatim tam 08.35’i gösteriyordu. İlk dikkatimi çeken çatılarda yer alan onlarca eski tip televizyon anteni oldu. Belediyelerin yayıncılık yaptığı dönemlerde bizde de çok modaydı bunlar. Sonra biz uydu yayın sistemine geçince beyaz çanaklar ortaya çıkmaya başladı. Bunlar henüz çanak sistemine çok adapte olamamışlar anlaşılan.

Selanik (Thessaloniki), Yunanistan’ın ikinci büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 1,2 milyon. Selanik, adını Büyük İskender'in üvey kızkardeşi olan Thessalonica'dan almış. "Thermaikos Körfezi'nin Gelini" diye tanımlanan Selanik, Bizans zamanında İstanbul'dan sonra gelen en önemli ikinci şehirmiş. Yani her zaman için en iyi ikinci…Ege'nin en güzel yarımadalarından biri olan Halkidiki'de yer alan şehir için pek çok açıdan “küçük İzmir” yakıştırması yapabiliriz. Belki de İzmir’in 15-20 sene önceki hali demek daha doğru olur.

Yedikule ve Bizans Surlarındayız

Şehir turumuzdaki ilk nokta Selanik’i tüm ihtişamıyla görebileceğiniz en uygun nokta olan Yedikule zindanları ve Bizans Surları bölgesi. Burada Yunanlı rehberimiz Barbara’da bizlere katıldı. Sabah saatlerindeki sis bir miktar engellese de tüm grup bol bol fotoğraf çektik. Ve başladık Barbara’nın anlattıklarını Türkçeye çeviren Minis’i dinlemeye…




“Selanik şehrinin tarihi M.Ö. 315 yılına dayanıyor. Makedonya Kralı Cassander tarafından kurulmuş. Daha sonra M.Ö. 150’li yıllarda Roma İmparatorluğunun hakimiyetine girmiş. Avrupa-Asya ticaret yolunda yer aldığından sürekli olarak önemi artmış. 1430 yılında Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine giren şehir yaklaşık 500 yıl boyunca böyle kalmış. Ta ki Balkan Savaşlarına kadar. 1912 yılında şehrin son Osmanlı komutanı Tahsin Paşa Bulgar güçleri Selanik şehrine sadece 30 km uzaklıkta olduğundan bir tercih yapmak zorunda kalmış ve “onlar bizim düşmanımız değil” diyerek şehrin anahtarını hiç savaşmadan Yunan komutan Venizelos’a teslim etmiş. Böylece 25.000 kişilik Osmanlı ordusu tek kurşun atmadan mağlup olmuş.”

Sizin anlayacağınız “40 Katır mı 40 Satır mı?” tarzında bir şeyler olmuş Selanik’te 100 yıl önce. Tahsin paşa Bulgarların daha barbar, daha düşman olduğuna karar vermiş ve kan dökülmesini istememiş ama şehrin tesliminden sonra Yunanlılar binlerce Türk’ü katletmişler. Hem de hiç acımadan…Tabi bu son cümleleri Barbara bize anlatmadı. Tarihi birazcık inceleyen herkes bu bilgiye ulaşabiliyor.




Yedikule civarı Selanik’teki ilk yerleşim yerlerinden. Daha çok müslüman nüfus buralarda barınmış. Dar sokaklar, az katlı yapılarla bize hiç de yabancı değil. Surların büyük bölümü yıkılmış olsa da bazı yerlerde hala dimdik ayakta duruyor. Bu bölge ve devamında yer yer aşağıya kadar inen yerler aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Zindanlar geçmişte en ağır suçluların kapatıldığı yerlermiş. Pek çok şarkıya, hatta Türkçe türkülere konu olmuş. Bugün ise kısmen restorasyon kapsamında ve eski ürkütücü havası yok. Bizim Yedikule zindanları ve surlarıyla benzerlik gösterdiğini diğer arkadaşlar söylediler.

Gezimizin Temel Amacı: Atatürk Evi 
Yedikule’den sonraki durağımız Atatürk Evi ve Başkonsolosluğumuz oldu. Daha önceden telefonla irtibata geçitiğimiz Başkonsolosumuz Hüseyin Bey’de bir Mülkiyeli olduğundan kendisi nezaket göstererek bizleri ağırladı. Benim de dahil olduğum 5 kişilik bir ekip Hüseyin Bey’in küçük ama tarihi odasında kahve içerken grubun geri kalanı Atamızın evini ziyaret etti. Arzu’da fotoğraf makinasını kapıp grubun önünde yerini aldı. Biz de bu ziyareti onlardan sonra gerçekleştirdik. Normalde 20’şerli gruplar halinde ziyarete izin veriliyormuş. Malum ev küçük ve eski. Daha fazla insanın içeride gezmesi mümkün görünmüyor zaten.

 


Atatürk Evi bugünkü Selanik'in Aya Dimitriya mahallesinde ve Apostolu Pavlu caddesi üzerinde 75 numarada yer alıyor. Ev, bodrumu ile birlikte üç katlı ve bir avlu içerisinde. Şehir Yunanlıların eline geçince Lozan Andlaşması gereği ev Yunan hükümetine intikal etmiş. Onlar da evi Yunanlı bir aileye satmışlar. 29 Ekim 1933 tarihinde, Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansının bir hatırası olarak, Atatürk'ün doğduğu evin çift kanatlı kapısının sağ köşesine mermer bir plaka yerleştirmiş. Plaka da şöyle yazıyor:

“Türk milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri GAZİ MUSTAFA-KEMAL burada dünyaya gelmiştir. İş bu levha Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümü münasebetiyle konulmuştur. Selanik, 29 Birinciteşrin 1933”




Selanik Belediyesi, daha sonra evin, Yunanlı sahibinden satın alarak Atatürk'e hediye edilmesini kararlaştırmış ve anahtarları 1937’de Selanik Konsolosluğumuza teslim edilmiş. Gerekli eşyalar İstanbul Dolmabahçe ve Topkapı Saraylarından seçilerek Selanik'e gönderilmiş. Evin içindeki eşyaların tamamı dönemi simgelese de neredeyse hiç biri aslı değil.

Evin zemin katında kiler, mutfak ve hizmetçi odası yer alıyor. Birinci katta sağda misafir odası, solda mutfak olarak kullanılan küçük bir oda ve yatak odası olarak kullanılan bir başka oda daha var. İkinci katta Atatürk’ün doğduğu odada bir yazı masası ve koltuklar bulunuyor. Bunun karşısındaki diğer oda ise küçük bir müze haline getirilmiş. Atatürk’ün kullandığı elbiseler, şahsi eşyaları ve okul çağlarına ait belgeler mevcut.




Gezimiz tamamlandığında Başkonsolos Hüseyin Bey grupla fotoğraf çektirmek istedi ama maalesef hepimiz bir fotoğrafa sığamadık. Buradan sonraki durağımız ise Yunanistan’ın en büyük katedrali olan Agios Dimitrios Katedrali. Bu noktada akşam ekstra olarak düzenlenecek taverna gecesi için 24 kişilik başvuru yapıldı. (Fiyat adam başı 45 €)

Yunanistan’ın en büyüğü olan Katedral 5. yüzyılda inşa edilmiş ve şehrin kurucu azizi Dimitrios’a ithaf edilmiş. Osmanlı egemenliğinden sonra katedral camiye çevrilmiş. Yunan egemenliğinden sonra ise yeniden eski haline getirilmiş. Savaş sırasında Aziz Dimitrios’un atına binmiş halde halka göründüğü ve bunun da halka cesaret verdiği anlatılıyor. Burası da başka diğer eserlerle beraber UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor.

 



Kanuni’den Bugüne Beyaz Kule
Katedral’den sonra otobüslere binerek şehir turumuza devam ettik. Aristotelous Üniversitesi, meşhur Aristotelous Meydanı, Televizyon kulesi, Büyük İskender Heykeli ve devamında Beyaz Kule. Kule, Selanik’in en önemli tarihi eserlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılan kule ilk zamanlar “Aslan Kulesi”, “Yeniçeri Kulesi” olarak adlandırılmış ve önce garnizon olarak daha sonra ise zindan olarak kullanılmış. Şehir Yunanlıların eline geçince sembolik bir vaftiz töreni gerçekleştirilmiş ve beyaza boyanarak bugün de bilinen “Beyaz Kule” ismini almış. İsmini değiştirmişler ama kulenin rengi zamanla eski haline geri dönmüş. Deniz kenarında tüm güzelliği ile salınan kule de UNESCO Dünya mirasındaki eserler arasında bulunuyor. Buradan kordon boyunun manzarası gayet hoş görünüyor.



Kısa bir kordon turuyla birlikte saatler 13.05’i gösterdiğinde otelimize geldik: Meşhur Egnatia caddesinde yer alan dört yıldızlı Capsis Hotel. Cadde boyunca metro çalışmaları devam ettiğinden otele yanaşmak biraz zaman aldı. Tur şirketi daha önceden kayıtlarımızı yaptırmış olduğundan herhangi bir zaman kaybı yaşamadan beş dakikada odalarımıza çıktık. Otel gayet güzel, temiz ve konforlu. Odalar da geniş sayılır. Bayağı bir yorulmuştuk. Hemen bir duş alarak kendimize geldik. Arzu’nun ısrarla “ben birkaç saat uyuyayım” taleplerine kayıtsız kaldım ve Onu’da ikna ederek saat 14.15 gibi kendimizi sokağa attık. Tabi, resepsiyondan aldığım haritaya gitmek istediğimiz yerleri işaretlettirmeyi de unutmadım. Bu arada gruptan bazıları Mimis’le beraber bir restoranda karınlarını doyurmaya gitmişlerdi. Sonradan öğrendiğime göre bayağı lezzetli yemekler yemişler.




Biz de acıkmıştık ama çantamızda kalan son elmalarla açlığımızı bastırdık. Peki neden? Çünkü ben daha önceden internetten yaptığım araştırmalar neticesinde (löplöpçüler.com) Agora Quzeri’de yemek yemeye karar vermiştim. Egnatia Bulvarından devam edip Venizelou caddesine sağa doğru döndükten sonra Solomou sokağa sola saparak Modiano Market’e ulaştık. Burası inanılmaz keyifli bir kapalı pazar yeri. Ne ararsanız var: Her türlü deniz ürünleri, kırmızı ve beyaz et dükkanları, çerezciler, baharatçılar, meyve-sebze satanlar ve daha neler neler…Bana kalsa burada saatlerce kalabilirim ama Arzu her zamanki gibi başka yerlere gitmek istedi. Tam bunu konuşurken köşedeki minik bir kafede karşımıza Argun Hoca ile eşi Diğdem çıkmaz mı? Onlar yemeklerini yemişler ve kahvelerini içiyorlardı. Biz de birer Türk kahvesiyle (tabiki yunanlılar greek coffee diyorlar) onlara eşlik ettik. (Türk kahvesi 1,50 €) Bu arada onlara yemek yemeyi düşündüğüm restorandan bahsedince nerede olabileceğine yönelik fikir verdiler. Zira kordon bölgesinden dönerken geçtikleri pasajlarda benzer meyhane tarzı restoranları gördüklerinden bahsettiler. (Doğru çıkmadı ama neyse:)…)

 



Onlardan ayrıldıktan sonra Aristotelous caddesinde küçük bir gezinti yaptık. Oldukça hareketli trafiğe kapalı bu alanda da her türlü restoran, cafe ne ararsanız var. Bu arada Metro Turizm’in bürosu da bu caddede bir binanın ikinci katında yer alıyor. Buradaki “KOYKOY” oyuncakçısını görür görmez Arzu’nun aklından zaten hiç çıkmayan çocuklarımız birden yanımızda bitiverdi ve küçük oğlumuz Deniz “Ben bir otopark seti istiyorum” deyiverdi gibi geldi bana. Oyuncakçı gezildi, tekrar gezildi ve sonunda güzel bir otopark seti alındı. Dükkandan kocaman bir torbayla çıktıktan sonra kendimizi Aristotelous Meydanında bulduk. Meydan bizim İzmir’deki Cumhuriyet Meydanı tarzında ve kordona açılıyor. Her iki tarafında tarihi binalar ve altlarında bolca kafeterya ve bar mevcut.

Bir Münasip Zamanda… 
Kordon…Yunanlıların deyimiyle “Paralia”…Sanki İzmir’deki kordonun 7-8 sene önceki doldurulmamış halinde yürüyoruz. İki şehir bu kadar mı birbirine benzer? Bu kadar mı birbirinin kopyası olur? Sakin gezintimiz boyunca Arzu’yla bol bol İzmir üzerine konuştuk ve kendimize göre benzetmeler yaptık. Yolun sonunda yeniden karşımıza Beyaz Kule çıktı. Bol bol fotolar çektikten sonra bu sefer kordona paralel giden Tsimiski caddesinden (2. Kordon diyelim ) geriye döndük. Çaprazdan Agia Sofia Meydanındaki aynı adlı kiliseyi de gördükten sonra kendimizi yeniden Egnatia Bulvarında yürürken bulduk. Agora Meydanındaki eski Bizans kalıntılarını da şöyle bir gezdikten sonra artık saatler 17.00’i gösteriyordu ve karnımız zil çalıyordu.





Neredesin Agora Quzeri?
Telefonumdaki GPS bir türlü uyduya bağlanamayınca (sonradan anladım ki yanlışlıkla bir tuşa basarak kapatmışım) “sora sora Bağdat bulunur” sözünü uygulayarak başladık Kapadistriou 5 numaradaki Agora Quzeri’yi aramaya. Elimizdeki harita da yetersiz olduğundan yarım saatin sonunda sonuç sıfırdı. Artık tam vazgeçmişken Arzu sokağın köşesinde boş boş duran genç bir çocuğa soralım diye tutturdu. Umutsuzca sordum ve BİNGOOO…Çocuk bir güzel tarif etti ve biz de elimizle koymuş gibi bulduk. Tabi restoranın tabelasında bizim aradığımız isim yazmıyordu: OYZEPİ AOPA. Yunan alfabesinde “” harfi “G” oluyor, “P” harfi de “R” oluyormuş. İçeriye girdim ve “Christos Ctatzidiakos kimdir?” diye sordum. Bu kişi restoranın patronu idi ve löplöpçüler.com’dan ismini ne olur ne olmaz diye yazmıştım. Kasadaki şişman adam benim dedi ve İngilizcesi yeterli olmadığı için bir garsonu çağırdı. “Neden Christos’u arıyorsunuz?” diye soran garsona “Ben taaa Ankara’dan burada yemek yemeye geldim ve iki saattir burayı arıyorum” diye cevap verdim. Uzun uzun gülüşmelerin sonunda Christos yunanca “Türk misafirlerimize hemen bir masa!” diye bağırdı (bunu sonradan garson tercüme etti bize).

Hava gayet güzel olduğundan dışarıdaki masalardan birisine oturduk. Hemen bir şişe 20’lik Barbayani Uzo sipariş ettik. (Mimis’e göre en pahalı ama en iyi uzolardan birisiymiş) Arkasından da notlarımda yer alan yemekleri bir bir söylemeye başladım: Midopilafo (midye pilav), kalamari gemisto (kalamar dolma), kalamaraki tiganito (kalamar ızgara), galeos saganaki (camgöz balığı) ve büyük bir yeşil salata. Aslında ben daha birkaç parça daha sipariş ediyordum ama şirin garsonumuz Manoli beni durdurdu. Porsiyonların büyük olduğunu ve iki kişinin bunları yiyemeyeceğini söyledi. Haklı olduğunu tabaklar gelince anladık. Her birisi Türkiye’dekilerle kıyaslayınca duble hatta üç porsiyonluk gibiydi. Kalamar ızgarada kalamarın bacakları da mevcut. Türkiye’de çoğu yerde bunları getirmezler. Dolmanın içinde peynirli ve domatesli bir karışım vardı. Harikaydı. Ama camgöz balığının içindeki sosa bayıldım. Hatta yemeğin sonunda balıktan kaldı ama sos çoktan tükenmişti.



Agora Quzeri ara sokakta kalan, turistik olmayan bir restoran. Ama yemekler inanılmaz lezzetli. Porsiyonlar büyük. Yanımızda bir kişi daha olsa ilave bir sipariş vermeden doyardı diyebilirim. Masaya oturduğumuzda hemen zeytin ve zeytinyağı geldi. Uzo’yu bizdekinin yarısı kadar küçük bardaklarda içtik. Ben bardaklara da bayıldım. Yemeğin sonunda da tatlı ikram ettiler: İrmik helvası, saragli ve limon kremalı bir tür revani. En çok saragli denen bol cevizli tatlı hoşumuza gitti. Manoli’ye sorduğumda “bu sizde de var: sarayli” diye cevap verdi. Bizdeki küçük sarayburma tatlısının irice ve daha az şerbetli olanıydı. Manoli’nin ikram ettiği türk/greek kahvelerimizi de içtikten sonra yaklaşık iki saatlik bu keyifli, doyurucu molaya son verme zamanı gelmişti. Hesap? Tüm bu yukarıdaki masanın maliyeti 40 € idi. Sizin de yolunuz Selanik’e düşer de turistik olmayan ve kazık yemeyeceğiniz bir yer ararsanız Agora Quzeri (OYZEPİ AOPA) tavsiye ederim. Egnatia Bulvarından Venizelos Caddesine dönüp denize doğru inerken ikinci sağdan girerseniz restoranı bulursunuz. (Teşekkürler löplöpçüler.com) 

Selanik Geceleri Bir Başka Güzel

Karnımız doymuştu ama aklımız tavernaya gitmeyecek 15-20 kişinin ne yapacağına takılmıştı. Otele gidip onları da Agora’ya götürmeyi teklif etmeye karar verdik. 19.30 gibi otele vardığımızda onların da otel resepsiyonu vasıtasıyla meşhur eğlence semti Ladadika’da 1901 TABERNA OYZEPİ’yi ayarladıklarını öğrendik. Arzu yorgunluğunu gidermek için otelin lobisindeki koltuklara kendini atmıştı ki “Mülkiye’den çıkan sanatçı abimiz” Suat abi başında Fenerbahçe şapkasıyla göründü. Biz Suat ebiyle keyifli sohbetimize devam ederken 1901 taverna grubu 20.30’da otelden ayrıldı. Biz de geride kalan Hamdi abiyi de alarak yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşle Ladadika’ya ulaştık.




Ladadika semti trafiğe kapalı bir alan. Deniz kenarında ve limana yakın. Bir tür bizdeki deniz kenarı şehirlerimizdeki barlar sokağı tarzında. Her yerde tavernalar ve restoranlar mevcut. Ancak saat 22.00’den önce oldukça sakin. Zaten Yunanlılar akşam yemeklerini saat 22.00’den sonra yerlermiş. Özellikle cuma ve cumartesi geceleri taverna ve eğlence yerleri ana baba günü olurmuş.

1901 tavernada gitar, ud ve sazla harika bir müzik eşliğinde yemekler yendi. Arzu’yla ben Hamdi abiye masasında birer kadeh Uzo ile eşlik ettik. Zira yemek yiyecek en küçük bir yerimiz bile kalmamıştı. Onlar daha gecesini tamamlamadan saat 23.00 civarında müsaade istemek zorunda kaldık. Zira tur rehberimiz Mimis ekibin geri kalanının gittiği tavernanın adresini not defterime yazarak kırık Türkçesi ile mutlaka beklediğini söylemişti. (Meraklısına 1901’den bazı fiyatlar: Damla sakızlı Uzo 20’lik 5 €; kocaman bir beyaz peynir tabağı 2 €; tavuk ızgara 6,50 €; sardalya tabağı 5 €; zeytinyağlı sarma ve kuru cacık tabağı 6 €. Unutmadan Yunanistan’da rakı ile içtiğiniz suya ve ekmeğe ayrı ayrı ücret alıyorlar. Her biri ort. 1 € )

 



Selanik ve Batı Trakya bölgesinde pek çok yerde olduğu gibi 1901’de de üç tane Türkle karşılaştık. Biraz sohbet edip 1901’den ayrıldığımızda ekibin geri kalanının bulunduğu Trohos Tavernaya gidip gitmemekte kararsızdık. Amaçsızca Ladadika ve civarında dolaştık. Gecenin bu saatlerinde Avrupa’daki pek çok klasik şehirde görebileceğiniz sakinlik ve tedirgin edici hava Selanik için söz konusu değil. Zaten Selanik de klasik bir Avrupa şehri değil. Basbayağı küçük İzmir burası. Gecesi de İzmir kokuyor. (İzmir’i özledim herhalde) Sokaklarda dolaşırken kendimizi birden televizyon kulesinin orada bulduk. Aslında kuleye çıkılabiliyormuş. Aynı zamanda yukarıda kafeterya/restoran da olduğunu söyledi Mimis ama maalesef buna imkan olmadı. Bulunduğumuz yerden tavernaya 1-1,5 km mesafemiz kaldığı için Arzu’yla beraber bu sefer diğer grubun bulunduğu tavernaya gitmeye karar verdik..

 



V.Olgas, 43 numarada yer alan Trohos’a girdiğimizde eğlence gümbür gümbür devam ediyordu. Bizi gören Mimis hemen masaya davet etti. Sahnede üç kişilik ekip enfes Yunan ve Akdeniz müzikleri çalarken bizimkiler de farklı masalarda gecenin keyfini çıkarıyorlardı. Mimis’e ısrarla hiçbir şey istemediğimizi söylesek de yine 20’lik bir Uzo ve beyaz peynirimiz geldi. Arzu’yla masaları dolaşırken herkesin eğlendiği yüzlerinden okunuyordu. Daha sonra Argun Hoca ile Savni abilerin masasına yerleştik. Müziğin ritmi arttıkça herkes kendini ortaya atıyordu. Öyle böyle derken yorgunluk artık bütün bedenimi esir almıştı. Sohbet, dans, müzik derken saat 01.30’da restorandan ayrıldık ve bizi bekleyen otobüsümüze binerek otelimize geldik.

Sabah hareketimiz 09.30’da olacaktı. Herkes yorgundu, uykusuzdu. Ama kesin olan bir şey vardı ki ben bu Selanik’i sevmiştim. Aslında daha fazla zaman geçirilmesi gerekiyordu. Belki bir gün yine görüşebiliriz…







Seyahatle Kalın (Devamı Gelecek…)




 Yazılan Yorumlar...
Şükran Şahin
(19 Şubat 2015)
Hakan bey, yine döktürmüşsünüz. Tebrikler. Yarın gidecegimiz Selanik Kavala ve İskece Karnavalı gezimizde Selanik bilgilerinian tek tek aldim ve not ettim mini defterime. Teşekkürlerrr
Ertan Şenkurt
(31 Ağustos 2012)
Selanikin Kılgıç Kazasına bağlı sıraklı Köyü nü google earth ta arıyorum ama bulamıyorum. bunların yunanca isimleri nedir. Yardımcı olursanız sevinirim
ahmet huseyin
(14 Mayıs 2012)
cok acayip yer selanik
NEŞE
(13 Ekim 2011)
Selinciğim,valla hiç yaşımın insanı gibi hissetmiyorum kendimi,annenden daha yaşlı olabilirim,hareket ve bereket durumları yani...Ben hala öğreniyorum,geziyorum,yüzüyorum,kayak yapıyorum,ne olacak bu halim diye de soruyorum kendi kendime...Gezecek daha çooook yer var...Yılmayacaksın ve hep gerçekleşecek hayaller peşinde koşacaksın,büyük hayallerde zorluklar çıkabilir,beklentiyi ona göre ayarlıyorum,örneğin cebimdeki paranın Güney Amerikaya yetmeyeceğini bilerek kuruyorum hayallerimi...Sevgiler...Vazgeçmek yok...
Selin Dönmez
(13 Ekim 2011)
evet en kötü ihtimalle öyle olacak..ben de aynı şeyi söylüyorum kendime :) "Selin o vizeyi almalısın"..çok teşekkür ediyorum.Thessalonikiye gideceğim ve döndüğümde de buraya anlatıcam tatilimi:)sizinle paylaşmayı çok istiyorum Neşe hanım siz enerjisi çok yüksek ve tatlı birisiniz eminim buna..çok memnun oldum yine söylemek istedim..
NEŞE
(12 Ekim 2011)
Sevgili Selin ben olsam ne yapar yaparım ve o vizeyi alırım...Olmaz böyle şey,sen Selanik e gitmelisin..Ne yani günübirlik geçişler serbest olunca yolun ortasında ,Kavala da buluşun bari...
Selin Dönmez
(12 Ekim 2011)
neşe hanım çooook teşekkürler :) çok tatlısnız cevabınız ilginizden dolayı çok mutlu oldum..Thessalanokiye giremicem bu üzücü ama sanırım oraya yakın yerlere gırebılıcez vızesız aşk sınır din ırk tanımıyor işte :) sağlıcakla ve sevgiyle kalın..
NEŞE
(12 Ekim 2011)
Sevgili Selin,Yunanistan ın Edirne de bir konsolosluğu olduğunu duydum,belki orası daha tenha olur,Tekirdağ dan günübirlik Edirneye gider halledersiniz.Zorluk çıkacağını hiç zannetmiyorum,hele son haberler gerçekleşirse günübirlik Batı Trakya gezilerine vize kalkacak ama siz Selaniğe günübirlik gidemezsiniz tabii..
Selin Dönmez
(12 Ekim 2011)
çok teşekkür ediyorum ilginiz için..Yeşil pasaportumu yaş sınırlaması sebebiyle artık kullanamıyorum ne yazık ki..ailem kullanmaya devam ediyor ben selaniğe gitmek istiyordum fakat vizesiz uygulama görüyorum ki bu şehri kapsamıyor üzüldüm..dilerim sıkıntı yaşamadan vize alabilirim çünkü şuan çalışmıyorum da bildiğim kadarıyla çalışmadığımız zaman vize konusunda sıkıntı yaşıyoruz.:(
hakangeziyor
(12 Ekim 2011)
Selin Hanim, guzel yorumlariniz icin tesekkurler. Vize konusunda en buyuk sikinti onlarca evrak talep etmeleri. Ve tabi her evraki verseniz dahi vize alacaksiniz diye bir garanti yok. Yalniz son bir yildir Yunan hukumeti artan ekonomik krizin de etkisiyle vize islerini kolaylastirdilar. Yesil pasaporta vizeyi kaldirdilar. Umarim sikinti yasamazsiniz.
Evros bolgesi Yunanistanin en buyuk idari bolgelerinden birisi. Hemen Turkiye sinirini ve yakin cevresini kapsiyor. Bes tane buyuk yerlesim var: Alexandropoli (Dedeagac), Didymoteicha (Dimetoka), Orestiada, Samothrace (Semadirek Adasi) ve Soufli (Sofulu). Cok guzel ve bizden bir bolgeye gezi yapacaksiniz. Tadini cikarin...
Size iyi seyahatler...
Luksemburgdan sevgiler...
Selin Dönmez
(12 Ekim 2011)
ve birşey daha sormak istiyorum pasok evros bölgesi tam olarak hangi kentleri kapsıyor bulamadım..:(
Selin Dönmez
(12 Ekim 2011)
anlatımınız enfessss tek kelımeyle..emegınıze saglık benım sıze bır sorum olacak 3 gün ıcın yunan arkadasımı thessalaniki ye zıyarete gıtmek ıstıoyrum,tekırdagda yasadgım ıcın otobus kullanıcam vıze almam sıkıntı yaratır mı ogrenmek ıstedım..tesekkurler sımdıden..
Raynor
(16 Mayıs 2011)
Abi, güzel olmuş gerçekten. İkincisi yayınlanmış biz daha birinciyi yeni gördük:) Eline sağlık..
gezengiller
(10 Mayıs 2011)
Yurt dışı gezilerde bilgi almak için internet iyi bir yol,sizin siteniz ise gerçek bir yol gösterici ,Selanik yazınızla bunu daha anladım.Arkadaşlarla bir kültür gezisi kapsamında Selanike gitmeyi düşünüyorduuk,artık gitmeye kararlıyız.Aydınlatıcı bilgileriniz ve samimi anlatımınız için teşekkürler,gitmiş kadar olduk sayenizde.Çok teşekkürler.
hakangeziyor
(09 Mayıs 2011)
Dursuncum, güzel yorumun için teşekkürler. (Bu arada artık öğrendim gibi telefonu kullanmayı)

Mustafacım, biz anca seni takip ediyoruz. Senin gittiğin yerleri tamamlayabilmem için 10 yıl falan lazım herhalde. Ah, bir de yazsan şunları, ne kadar güzel olacak...Neyse artık döndün bizi yalnız bırakmazsın belki :)

Yapılsın tabi Mesut'cum...Emrin olur :)
Mesut Ünal
(09 Mayıs 2011)
Güzel bir gezi olmuş ve başarılı bir şekilde kaleme alınmış. Anlaşılan Hakan abi nerelere gidileceğini, nerelerin görülmesi gerektiğini, gezinin planlanması gibi konularda uzmanlaşmış gibi:) Artık birlikte bir gezi programı yapılsın mı?
Mustafa Ünal
(09 Mayıs 2011)
Dostum, gerçekten iyi kaleme almışsın bizim şehir Selaniki...Üç sene önce bende senin gibi benzer duygularla gezmiştim Atamızın evini. Keşke Arkeoloji Müzesini de bir görseydin. Senin ilgini çekerdi kesin. Eline sağlık kardeşim. İzmirden sevgiler.
dursun
(09 Mayıs 2011)
Hakan,
kendim gitmiş gezmiş gibi oldum. Eline emeğine sağlık arkadaşım. Artık şu telefonu kullanmasınıda öğren :)
Sibel Sönmez
(08 Mayıs 2011)
Bizden bir yeri keyifli biçimde anlatmışsınız. Keşke daha fazla zaman geçirseydiniz.
hakangeziyor
(08 Mayıs 2011)
Aslında Garides Saganakiyi de sipariş edecektim ama eşim ve garson Manoli bunları zor yersiniz dediği için kaldı. Ama bir daha ki sefere ondan başlayacağım, söz :)
Ferudun Bey, güzel yorumunuz için çok teşekkürler. Bu coğrafya tek kelimeyle muhteşem. Ne diyebilirim ki?
Ferudun Babacan
(08 Mayıs 2011)
Hakan Bey,
Nasıl ki Horasandan Derviş çıkıyorsa,
Bu diyarlardan da 2nci Filip,İskender ve Atatürkün çıkma nedeni ne olabilir acaba?
Emeğine sağlık.
Löplöpçüler
(08 Mayıs 2011)
Sitemi okuyup Agoraya gittiğiniz için çok mutlu oldum. Olurda bir daha giderseniz Türkiyede yapılmayan "Garides Saganaki" yemenizi tavsiye ederim.
NEŞE
(07 Mayıs 2011)
"Löplöpçüler" sitesindeki taverna ve uzoculara da baktım ama seninkiler daha güzel ve merkezi yerlerde,10 yıl oldu Selaniğe gitmeyeli,ben Metro otobüsleri ile gidip biraz uzun kalmalıyım,bünyem kaldırmazbu yaşta bu hızı...Hakan,bir uygun zamanda Adriyatik kıyısındaki Yunan kasabası "Parga " yı incele,şahane bir yer..
hakangeziyor
(07 Mayıs 2011)
Hocam, güzel sözleriniz için çok teşekkürler. Gerçekten "Anka kuşu gibi yeniden dirilmek" ifadesini çok tuttum. Ben bile bu kadar dayanabileceğimi düşünmemiştim. 628 km. otobüs yolculuğu + bir şehir turu + kendi gezimiz + bir restoran + iki taverna = pestillll :)
Ama çok keyifliydi...
Teşekkürler.
NEŞE
(07 Mayıs 2011)
Sevgili Hakan ben bu Selanik gezisine bayıldım..Kavala yakınlarında Kalvari kasabası halkı,Niğde yakınlarındaki Gelveri den göç etmişler ve un kurabiyeleri yolda satılandan daha güzel..Ne enerji sizdeki de ,tam yorgunluktan çöktüler derken,Anka kuşu gibi yeniden dirilip Selanik gecelerine aktınız,tebrikler gerçekten..Uzocu "Agora "yı bir dahaki gidişte kesinlikle deneyeceğim,teşekkürler..