Eger : Macaristan'ın Şarap Başkenti...

Romanya’dan sonraki durağımız Macaristan... I.Dünya Savaşı sonunda bir kısım toprakları komşularının eline geçtiğinden, bu ülke hem nüfus, hem de yüzölçümü olarak küçülüverir. Toprak kaybı nedeniyle, iki buçuk milyon Macar, artık komşu Romanya’da yaşamaktadır. Diğer komşularda da Macar azınlıklar bulunuyor ve sonuç olarak, on milyonluk Macaristan’ın dışında üç milyon Macar’ın yaşadığı biliniyor.

Macarlar Asya’dan göçmüş bir halk. Dediklerine bakılırsa, bin yıldır gözlerini Batı Avrupa’ya çevirmiş durumdalar. Aynı bizler gibi Macarlar da Doğu ve Batı arasında bir köprü oluşturduklarını düşünüyorlar. Macar parlamentosunda altı partinin temsil edildiğini öğreniyoruz. Milletvekili çıkaramayan ufak partilerin sayısı ise yetmişi aşmış! Benzeri bir durum Romanya için de geçerliydi. Her iki ülkede de bu denli partinin varlığı, demokrasiye yeni yeni geçişin belirtileri olsa gerek diye düşünüyoruz.

Türk sendromu!
Orta Avrupa’da, Matra ve Bükk adlı iki dağın arasına sıkışmış Macar kenti Eger’deyiz. Eger, yetmiş bin nüfusa sahip minik bir kent olmasına karşın son derece etkileyici! Macar arkadaşlar Eger’i anlatan bir kitap hediye ediyorlar bize. Kitabın kapak resminde bir minare bulunuyor! İç sayfalarda da şöyle bir açıklama var: “XVII. yüzyılda inşa edilen bu minare, Avrupa’daki Türk işgalinin en kuzeydeki anıtıdır”. Eger merkezindeki bu ilginç minare dimdik ayakta duruyor. Hani, “Minare yıkılmış ama mihrap yerinde!” derler ya, bu kez tersi olmuş. Mihrap yıkılmış, minare kalmış!..

Kent merkezinde, iki Macar’ın bir Osmanlı atlısını öldürüşünü gösteren heykel “Kaleyi koruyan savaşçılar” adıyla Dobo Meydanı’na kurulmuş. Kısacası, “Türk sendromu” kentin her yanında kendini ciddi biçimde hissettiriyor.
FOTOGRAF: © Wojsyl / Wikimedia Commons / CC-BY-SA-3.0


Macar kadınından da korkulur doğrusu!
Osmanlı Eger Kalesi’ni iki kez kuşatmış. Birincisi 1552’de, ikincisi ise 1596’da... Kalenin hemen girişinde metal bir kabartma gözümüze çarpıyor. Macar kadınlarının, kaleyi kuşatmış Osmanlı askerlerinin başından aşağı kaynar sular döktüğü bir kabartma bu!..

Macarlar, bundan dört yüz küsur yıl öncesini, “Türk atlılarının Avrupa’da dehşet saçtığı yıllar...” olarak anıyor. Gerçekten de 1526’da Mohaç Meydan Muharebesi’ni kazanan Osmanlı, hızla Macaristan içlerine doğru akmaktadır!.. Eger Kalesi’nin birdenbire önem kazanıvermesi işte bu tarihsel dönemece rastlıyor. Macar kaynaklarına göre, Türkler, Ahmet Paşa komutasındaki kırk bin kişilik bir orduyla kaleyi kuşatır. Kaledeki Macarlar iki bin kişidir. Takvimler 1552’yi göstermektedir... Kuşatma tam otuz sekiz gün sürer, amansız çatışmalar olur, kan oluk oluk akar. Macar kaynaklarında, kale duvarlarında kadınların bile dövüştüğü anlatılıyor. Kadınlar duvara taş, kaynar su ve erimiş zift taşır, duvarlara tırmanan Türklerin üzerine dökerlermiş!

On iki gün boyunca kale topa tutulur. Kaleyi gezerken o kuşatmadan kalma gülleler görüyoruz. Yirmi beş kilo çekeni bile varmış bu güllelerin!.. Kuşatma sırasında kulelerden birinin burcuna Osmanlı bayrağı dikilir, ancak Macarlar hemen kuleyi topa tutup püskürtürler saldırıyı! Kuşatmanın son günlerinde durum o hale gelir ki, Türklerin her an yıkık kale duvarlarından içeri girmeleri beklenir olur. Hatta Macar kaynaklarına bakılırsa, Macar subayları tören üniformalarını giyip ölümü beklemeye başlar, çünkü artık hiçbir saldırıya karşı koyabilecek güçleri kalmamıştır. Tam bu sırada, Macarların hiç beklemediği bir mucize gerçekleşir ve Türkler kuşatmayı kaldırıverir! Osmanlı sekiz bin, Macarlarsa üç yüz kayıp vermiştir bu kuşatmada...
FOTOGRAF: © Andrew Bossi / Wikimedia Commons / CC-BY-SA-2.5

Egerliler, Avrupa’da ilerleyen Türkleri ilk kez durdurmayı başaran bir kaleye sahip olmakla övünmüşler uzun süre. “Eger Kalesi düşseydi...” diyorlar, “hem altın ve gümüş madenleri, hem de güçsüz Avrupa, Türklerin eline geçecekti!”.

“Türk” soyadlı Macarlar!
1552’de Osmanlı ordusu Eger’den çekilir ama, aradan kırk dört yıl geçtikten sonra kale Türkler tarafından ikinci kez kuşatılır. Bu kez kalede iki bin değil yedi bin asker vardır. Buna karşın, kazanan taraf Osmanlı olur. Macarlara bakılırsa, komutanlar, paralı askerlerin oyununa gelir ve kale onların eliyle Türklere teslim edilir! Velhasıl, kale düşer ve Türkler Eger’e yerleşir. O dönemde kentte on minare olduğu söyleniyor. Bu minarelerden geriye sadece bir tanesi kalır ama, o bir tane de kitap kapaklarına girmeye yeter!..

Türkler ve Macarlar uzun yıllar boyunca sakin sakin bir arada yaşar ve birbirlerinin âdetlerini benimser. Örneğin Macarlar, aynı Türkler gibi sağ ellerini yüreklerine götürerek selam verir olurlar. Ayrıca Türklerden hamamı ve bahçeciliği öğrenirler. Türkler Macaristan’da yüz elli yıl kalıp geri döndükten sonra bile üç yüz Türk Eger ve çevresinde yaşamaya devam eder. Bugün bile “Türk” anlamına gelen “Török” soyadlı çok insan yaşıyor Macaristan’da. Eger Kalesi içinde de “Türk Bahçesi” diye anılan bir bahçe kalır Türklerden yadigâr...

Yeraltında doksan altı kilometrelik şarap mahzeni!
Eger’in, Osmanlı’yı durduran kalesi dışındaki bir diğer özelliği de, ortaçağdan bu yana şarap üreticilerinin koruyucusu olarak kabul edilen Aziz John onuruna dikilen ilk katedralin bu kentte olması. Aziz John’un koruyuculuğuna çok güvendiklerinden olsa gerek Egerliler bin yıldır dağı, taşı üzüm bağlarıyla donatırlar! Bununla da yetinmeyip Eger kentinin altına şarap mahzenlerinden oluşan bir kent daha inşa ediverirler! Ve öyle bir yeraltı kenti olur ki bu, Eger’deki şarap mahzenlerinin uzunluğu kent sokaklarının uzunluğundan kesinlikle aşağı kalmaz! Üstelik, doksan altı kilometrelik bu mahzenlerin derinliği de hiç mi hiç tesadüfe bırakılmaz! Öyle bir derinlik ayarlanır ki, şaraplar yaz, kış on, on iki derecede muhafaza edilebilir. “Tokaji” adlı şarabın “kralların şarabı ve şarapların kralı” olarak anıldığını anlatıyor Macar arkadaşlar, sonra da “Egişigedre” deyip “şerefe” yapıyorlar.
FOTOGRAF: © King / Wikimedia Commons / CC-BY-SA-3.0

Bir kentte, hem bu kadar güzel bir katedral, hem bu kadar çok papaz, hem de kilometrelerce uzunlukta şarap mahzeni olursa, çok sayıda içki sever papazın bulunmasını da hiç mi hiç garipsememek gerekir her halde! Papazların, özellikle “palinka” adlı içkiye düşkünlükleri o dereceye varır ki bundan şarkılar bile nasibini alır:

Eger kenti
Papazların kenti
Papazların pabuçlarında palinka gizli
Kipi kipi kip kop
Papazların giysilerinin altında palinka saklı


“Kipi kipi kip kop” da papazların ayak seslerini simgelermiş! Bu şarkıyı bize öğreten Macar arkadaşımız, Macarların, içki tüketiminde dünya üçüncüsü olduğunu hatırlatıyor. İntihar oranında da maalesef dünyanın en önde gelen ülkesiymiş Macaristan!

Türkiye’de Avanos’u ziyaret etmiş bir grup Macar genci bize son derece yakınlık gösteriyor. Birlikte bowling oynuyoruz. Bir ara Macar kızlardan biri dönüyor, “Hani sizde kötü adamlara verilen bir ad vardı, neydi o?” diyor. Düşünüyor düşünüyor, cevabı bir türlü bulamıyoruz. Sonunda anlıyoruz ki, aradıkları sözcük “maganda”dır. Böylece, magandamızın şöhretinin sınırlarımızı aşıp Macaristan’a da ulaşmış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz!..

Değirmenin suyu turizmden!
Macar arkadaşlar bizi yakındaki bir lokantaya davet ediyor. Bizim kuru fasulyeye benzer hoş bir yemeği var Macarların. Üzerine de haşlanmış yumurta koyuyorlar. Peynir şinitzel ve mantar şinitzel ise tek kelimeyle enfes doğrusu! Bir de krep süzet benzeri çikolatalı bir tatlı getiriyorlar. Biraz ağırdı ama, “Türkler geldi de bir pastamızı bile yemeden gittiler!” demesinler diye tabağı silip süpürüyoruz! Neyse ki, rövanşı daha sonra Budapeşte’de alıyoruz! Orada yediğimiz kastely denilen kestane pastası hem son derece hafif, hem de son derece ilginçti. Kestaneyi spagetti görünümüne getirmiş, üzerine de kremşanti koymayı ihmal etmemişler!..
FOTOGRAF: © Uzo 19 / Wikimedia Commons / CC-BY-SA-3.0

Eger’de okulların duvarlarında pankartlar görüyoruz. Meğer, her yıl şubat ayının üç günü öğrenci temsilcisi seçimleri nedeniyle okullar tatil edilirmiş. Bu süre içinde de minik adaylar seçim propagandalarını yürütürlermiş!

Macaristan’da dükkânlar malla dolu! Bir Macar arkadaşımız, bunların çoğunun ithal olduğunu söylüyor. Bu değirmenin suyunun nereden geldiğini düşünmeden edemiyoruz! Arkadaşımız yine imdadımıza yetişiyor ve “turizmden!” diye yanıtlıyor tek kelimeyle. Senede bir buçuk milyondan fazla turist gelirmiş minik Eger’e. Kendi nüfusunun neredeyse on üç katı turist de her kente nasip olmaz doğrusu!...

Görüşmek üzere...


 Yazılan Yorumlar...
Maria Kovacs
(12 Mart 2012)
Sevgili Murat... Ne güzel gezdik Eger sehrini, yazini okuyunca gözlerimin önünde canlandi. Ellerine saglik. Eger bu sene gidersem sehrime sana Egri bikaver getireyim.
feride
(21  Aralık 2011)
dilini öğrenmek istediğim şehirlerden birisi ve çok beğendiğim yeri budapeşte
NEŞE
(02 Eylül 2011)
Eger veya bizim deyişimizle Eğri nin "Egri Bikaver" şarabı çok ünlü,bir diğer adı da "Boğa kanı".Bu adın verilmesinde de Osmanlı nın bir katkısı var...Kuşatma sırasında Macar askerleri çok miktarda bu şaraptan içerler ve ağız çevreleri kıpkırmızı olur,Türkler arasında da "Cesaret almak için Macarlar boğa kanı içiyor" dedikodusu yayılır ve bizimkilerin bayağı gözü korkar...Teşekkürler bu güzel yazı için..