PARİS - Anlatılmaz Yaşanır

Fransa iki şeyden oluşur, derler. Bu iki şeyden biri Paris’tir, diğeri ise geri kalan her şey! Ben de aşkın, şarabın ve modanın şehri olan Paris’teyim. Eiffel Kulesi tüm heybetiyle karşımda, Notre Dome (Natır Dam) Kilisesi ise uzaklardan göz kırpıyor bana. Bonjour Paris! Odamıza yerleşir yerleşmez istikamet doğru Eiffel’e!

Eiffel Kulesi sanayi devrimi yıllarında, Dünya Fuarı nedeniyle 1886’da Albert Eiffel tarafından yapılır. Tamı tamına 320 metredir ve 1792 basamağı vardır. Kusursuz gözükür ancak hakkındaki olumsuz söylentiler de az değildir hani. Efsaneye göre bir çivisi eksiktir Eiffel’in. Ayrıca bir demir yığını olduğu gerekçesiyle kimilerinin hiç mi hiç hoşuna gitmez, o heybetli kule. Hattâ ünlü yazar Guy de Maupassant bu “demir yığını” kule yüzünden bir daha dönmemek üzere Paris’i terk etmekten söz eder uzun uzun. Ancak bir süre sonra bakarlar ki mösyö her gün kuledeki restoranda keyifle yemek yemekte! Bu büyük değişikliği ise şöyle açıklar Maupassant: “Paris’te bu lanet kulenin görülmediği tek yer burası!” Nasıl olursa olsun kendini sevdirmeyi başarıyor Eiffel, şeytan tüyü mü var yoksa bu “demir yığını”nda?



“Ne kadar ekmek, o kadar köfte” atasözümüzü Fransa’ya uyarlamak gerekirse “ne kadar üzüm o kadar şarap” ilkesi benimsenmiş. Ne kadar yukarı çıkmak isterseniz, cepleriniz aynı oranda boşalıyor. En tepeye vardığınızda ise bizi muhteşem bir Paris manzarası karşılıyor. Eiffel’den evinize bir hatıra götürmek isterseniz şayet, kulede bir çok dükkan size seve seve yardım edecektir. Makarnaların tekdüzeliğinden sıkıldıysanız eğer, buradaki Eiffel şeklindeki makarnalar sayesinde her öğün makarna yemek isteyeceksiniz. Eiffel’i ziyaret edeceğiniz zaman, erken gelmeye dikkat edin; çünkü öğleden sonra gelirseniz kilometrelerce kuyrukla karşılaşma ihtimaliniz oldukça yüksek. Eiffel’i sabah görmeye vakit bulamadıysanız, gece geç saatlerde kulede ışık gösterileri düzenleniyor, bilginize.

İkinci günümüzde, Fransız peynirleriyle donatılmış güzel bir kahvaltının ardından Louvre’a doğru yola çıkıyoruz. Louvre, 13. yüzyıl başlarında inşa edilmiş ve 14. Lois’nin devasa sarayı haline gelmiştir. Müze, 2006’da 8.3 milyon ziyaretçi sayısıyla dünyanın en çok ziyaret edilen sanat müzesi olmuştur. Bu devasa müze dünyanın en önemli sanat eserlerini de barındırmaktadır aynı zamanda. Müzeyi tamamen gezmek yirmi sekiz gün alabilirmiş, ancak zamanımız olmadığından biz sadece iki günümüzü ayırabildik. Müze yedi bölümden oluşuyor; resim, heykel, doğu sanatları, Mısır sanatları, Yunan sanatları, sanat eserleri, desenler…

Acıktıysanız, Louvre’da Starbucks’tan suşiciye kadar birçok yemek seçenekleri bulmak olanaklı. Müzede gezintimiz bitince ünlü Champ-Ellysees (Şanzelize)’ye yöneliyoruz. Biz yürüyerek gittik, dilerseniz siz metro veya taksiyle gidebilirsiniz.

“Kim parayla mutluluk alınamaz diyorsa, nerden alışveriş yapacağını bilmiyordur” demiş ünlü düşünür Blair Waldorf. Ben de Blair’ciğime katılıp, parayla mutlu olmayan kişiyi Champ-Ellysees’ye yönlendiriyorum. Geniş kaldırımları, Chanel’den Lois Vuitton’a kadar yüzlerce lüks mağazasıyla vakit geçirmek ve kafelerde oturan Parislileri izlemek için ideal olan bulvar, adını Yunan mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion (Elizyon) ovalarından almıştır. Joe Dassin de bu ünlü bulvar hakkında yaptığı şarkısıyla tüm Fransızların düşüncesini dile getirmiştir sanırım;



“Yağmurda, güneşte,
Öğlen 12’de veya gece yarısında,
Bütün istedikleriniz burada;
Champ-Ellysees’de!”


Paris aynı zamanda modanın merkezi olarak da tanınıyor. Birçok ünlü marka moda çekimlerini burada yaparken, moda dünyasının Oscar töreni olan Paris Moda Haftası her yıl, ünlü tasarımcıların katılımıyla gerçekleşiyor. Jean-Paul Gaultier, Yves Saint Laurent, Christian Dior gibi ünlü moda tasarımcıları da Fransız. Yani Paris, moda konusunda da kendini kanıtlamayı başarıyor.

Güneşli bir günde, Notre Dome Kilisesi’ne doğru yola çıkıyoruz. Yolda satılan nefis dondurmalara dayanamayıp mangolu dondurma alıyorum. Keşke almasaydım çünkü kiliseye yiyecekle girmek kesinlikle yasak. Notre Dome Katedrali, daha bilinen adıyla kilisesi, Fransız gotik mimarisinin en güzel örneği imiş. Paris şehir planlamacıları katedralin bakımsızlığından dolayı kiliseyi yıktırmak istemiş ancak ünlü yazar Victor Hugo halkın ilgisini çekmek için “Notre Dome’ın Kamburu” adlı eseri yazmıştır. Roman, katedralin kurtulması için kampanya başlatılmasını sağlayarak katedralin yenilenmesinde büyük rol oynamıştır. Ayrıca, bu eser sonradan müzikale dönüştürülmüştür. Kilisenin içindeki süslemeler ve dış cephesindeki heykeller göz kamaştırıcıdır. İçeri giriş ücretsiz, ancak 387 basamak tırmanırım, bir de üzerine 7.50 Euro verebilirim derseniz North Tower’a çıkarak Paris manzarası izleyebilirsiniz.



İkinci durağımız, yine ünlü bir kilise olan Sacre Coeur (Sakre Kör). Kilise bir Müslüman mimar tarafından tasarlanır. Bembeyazdır ve hakkında birçok efsane üretilmiştir. Rivayete göre, birbirini seven zengin bir kız ve fakir bir erkek vardır. Kızın babası evlenmelerine izin vermez. Kız üzüntüsünden manastıra kapanır ve git gide hastalanır. Bunu gören rahibeler kızın kilisede gizlice oğlanla buluşmasına izin verirler. İşte bu kilise, o iki gencin gizli buluşma noktasıdır, bu yüzden de gizli/saklı kalp anlamına gelen “Sacre Coeur” adını alır. Yine bir efsaneye göre, II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından bombalanmış, ama herhangi bir şey olmamıştır. Monmarte tepesinde bulunan kilisenin etrafında birçok krepçi ve ressam bulunuyor. Ressamlar resminizi çizmek için uçuk fiyatlar söylese de pazarlık yaparak büyük bir miktarını düşürebilirsiniz.

Paris’in hangi tatlısı ünlü diye sorarsanız, büyük çoğunluk size “makaronları” der. Makaron dövülmüş badem, yumurta akı ve şekerle hazırlanan, genellikle kahve, çikolata, fıstık ve benzeri aromalarla yapılan kurabiyedir. Makaron, Fransa’yla özellikle Paris’le bütünleşmiş bir üründür, Paris’te makaronun hasını ise Laduree yapar.



Gezimizin son gününde bütün çocukların ve içindeki çocuğu yaşatanların hayalini süsleyen Disneyland’e gidiyoruz. Paris’e 40 km uzaklıkta bulunan Disneyland, 1992’de açılmış. Kendi içinde beş parktan oluşuyor; Main Street, Frontierland, Adventureland, Fantasyland ve Discoveryland. Girişte haritamızı aldıktan sonra Karayip Korsanları temalı yere gidiyoruz. Kocaman bir kurukafa heykeli karşılıyor bizi. Kaptan Jack’in gemisine binip Cindrella’nın sarayına doğru yola çıkıyoruz. Devasa saraya vardığımızda, Minnie ve Mickey kostümlü insanlar karşılıyor bizi. Onlarla fotoğraf çektirdikten sonra Indiana Jones’un bölgesine gidiyoruz. Hızlı trene binmek için sıramız geldiğinde, eğlencenin doruğuna ulaşıyoruz. Tabii aynı şeyi babam için söyleyemem. Karnımız acıktığında, yemek alanına gidiyoruz. Garsonlarımız Disney karakterlerine bürünmüşler. Yemekten sonra bölgeyi dolaşıyoruz. Her Disney karakterinin kendine ait bir alanı var. Örneğin Alaaddin’in Yeri, Cindrella’nın Sarayı, Alice Harikalar Diyarında’nın labirenti…

Bir süre dolaştıktan ve fotoğraf çektikten sonra, bir hızlı tren macerasına daha atılıyoruz; “Space Mountain Mission 2.” Bu kapalı bir tren. Yani her yer karanlık. Trene bindikten sonra şöyle bir ses duyuyorum; “Uzaya fırlatılıyorsunuz… 5…4…3…2…1…” ve BOM! Kaç kere ters döndük bilmiyorum ama on kezden fazla olduğu kesin. Hamilelerin ve kalp rahatsızlığı olanların binmesi kesinlikle yasak. Turumuz bittiğinde, mağazasından kocaman bir Goffy şapkası ve Minnie kulaklı taç alıyoruz ve son günümüzdeki maceramız da böylece sona eriyor…

“Paris’i gezmek değil, yaşamak lazım” derler. Bir gezi yazısına sığmayacak kadar özel olsa gerek Paris… Onu okudunuz, yaşamanız da en içten dileğimdir. Paris, je t’aime! (Paris, seni seviyorum)






İLKE YILMAZ - 14 yaşındayım. Paris'i seçtim, çünkü burası benim favori şehrim.

Not: Bu yazı, Evliya Çelebi’nin doğumunun 400. yılı anısına hazırlanan ve tüm geliri UNICEF Türkiye Komitesi’ne bağışlanan “Torun Çelebiler Seyahatnamesi, 2011” adlı kitaptan editörlerin özel izni alınarak yayımlanmıştır.


 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(17 Ekim 2011)
Uyarınız için teşekkürler. Hemen düzeltiyorum. Hatamız için özür diliyorum.
İlke'ye de bu harika yazısı için teşekkürlerimi sunuyorum.
Torun Çelebiler
(16 Ekim 2011)
ilginize çok tesekkur ederiz. Ancak İlke nin değil de Zeynep in fotoğrafı konmuş:) Umarım düzeltilme imkanımız vardır.
NEŞE
(16 Ekim 2011)
Bizim yaşımızdakilerin çok iyi bildiği,Joe Dassin in şarkısını mırıldanarak okudum güzel yazını...Louvre müzesine 2 gün ayırman harika olmuş,millet 2 saat bile ayırmıyor..Senin yaşında ne güzel bir deneyim...Çok teşekkürler...