Balkanlarda 12 Gün : 7-son (Saraybosna)...

Bugün yolumuz Mostar’dan Saraybosna’ya…Harika bir uykunun ardından, güzel bir kahvaltı yapıyoruz otelde. Otogara yetişmek için acele ettiğimizi gören otel sahibi bizi kendi arabasıyla otogara bırakmak istediğini söylüyor ve biz de çok memnun oluyoruz bu duruma. Yolda biraz savaştan konuşmak istiyoruz misafirperver otel sahibimizle. Ancak pek konuşmak istemiyor, canı sıkılıyor birden, biz de daha fazla soru sormayarak, üstüne gitmiyoruz. Bir taraftan savaşın yaralarını sarmaya bir taraftan da kentte gelenleri sıcakkanlılıkla karşılayıp rahat ettirmeye çalışan bu kentten ayrılma vakti.

Kişi başı 12 Euro civarında tutan biletlerle yaklaşık iki saat süren bir otobüs seyahati yapıyoruz. Yol boyunca Neretva bazen sağımızda bazen solumuzdan akmaya devam ederek güler yüzlü bir yol arkadaşlığı yaptı bize sağ olsun. Nihayet, gezimizin son durağı Saraybosna’dayız.





Başkent Saraybosna, Miljacka Nehri'nin etrafına kurulu bir şehir. Ancak, Neretva’nın bir kolu olan bu nehirde sular çekilmiş ve Neretva’da olan güzellikten eser yok. Müslümanlık, Katoliklik, Ortodoksluk ve Musevilik’den oluşan dini bir çeşitlilik var burada. Bu yüzden, Balkanlar'ın Kudüs'ü olarak adlandırılıyor Saraybosna. Aynı çeşitlilik kentin mimari yapısında da göze çarpıyor. Ahşabın hakim olduğu, tek veya iki katlı Türk tipi mimari özellikle Başçarşı ve civarında çokça görülüyorken, Osmanlı Döneminin ardından bu kent için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminin başladığını anlatırcasına, 3-4 katlı, yüksek pencereli ve ön cephesi süslemeli taş binalar başlıyor. Bir de Tito döneminde yapılmış çoğu sosyal konut olan yapılar var.

Otobüs terminalinde inince bindiğimiz bir tramvayla önce kalacağımız pansiyonun bulunduğu bölgeye gidiyoruz. Kalacağımız pansiyon Skend Guesthouse’un (iki kişi gecelik 50 Euro) bulunduğu yer tarihi kent merkezi ve kentin en turistik yeri olan Başçarşı’ya 15 dakikalık bir yürüme mesafesinde. Pansiyona vardığımızda pansiyon sahipleri Zümrüt Hanım ve Faruk Beyle tanışıyoruz. Pansiyonun kuralları gereği ayakkabılarımızı çıkarıp ayağımızda terlikle odamıza çıkıyoruz. Burası Zümrüt Hanımın bizi inanılmaz sıcak karşılamasıyla daha da sevimli hale gelen bir ev- pansiyon. Bundan sonra ilk işimiz Zümrüt Hanımın küçük İstanbul dediği Başçarşı’ya gitmek.





16. yüzyılda kurulmuş bulunan meşhur Osmanlı çarşısı, tıpkı Mostar’da olduğu gibi Türkler için çok tanıdık bir yer. Burası Saraybosna'nın kalbi niteliğinde. Hediyelikler, yemekler, her şey Türkiye’de olduğunuz hissine kapılmanızı sağlıyor. Safranbolu ve Bursa karışımı bir yer gibi. Bir de o kadar çok Türk turist var ki burada. Her yerden kulağınıza Türkçe sözcükler çarpıyor. Meydanda Saraybosna'nın da simgesi haline gelmiş çok güzel bir sebilin yer aldığı çarşıda, Gazi Hüsrev Bey Camii ve Bezistan’ı da görülmesi gereken yerlerden. Avlusunda Gazi Hüsrev Bey’in türbesinin de bulunduğu Camii, Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan'a inşa ettirilmiş. Bosna Savaşı sırasında Sırp ordusunun başlıca hedeflerinden biri haline gelen camii, savaş sonrasında dış yardımlarla aslına sadık bir şekilde Osmanlı mimarisine uygun biçimde restore edilmiş. Camii ile birlikte Külliyenin bir parçası olan Bezistan ise, bizim Kapalıçarşı’nın küçüğü ve 109 metre uzunluğunda.





Başçarşı’da ilk işimiz meşhur Boşnak böreğinden tatmak. Çarşıda pek çok Boşnak böreği yapan yer var. Biz de bunların birinde peynirli, patatesli, ıspanaklı börek çeşitlerinden deniyoruz. Yeni fırından çıkmış sıcacık börekler çok lezzetli ancak oldukça yağlı olduklarından fazla tüketmemeye özen gösteriyoruz.

Mostar’da Euro ile alışveriş yapmak mümkünken burada sadece kâğıt Euro’yu kabul edip üstünü Bosna Markı (KM) olarak veriyor esnaf. Biz de para bozdurmak zorunda kalıyoruz böylelikle. Bu arada kabaca 10 KM 5,2 Euro yapıyor.





Başçarşı’da geçirdiğimiz dolaşma, börek ve cevapi (Boşnak köftesi) yeme üstüne bir de Türk kahvesi içme faslını tamamladıktan sonra Türkiye’deyken methini duyduğumuz Vrelo Bosna Parkı’na gitmeye karar veriyoruz. Tabi bu karar verme aşamasında yolun ne kadar uzun süreceğinden henüz haberimiz yok. İlk işimiz Başçarşının önünde bulunan tramvaydan gidiş dönüş 3 KM’ye tramvay bileti almak. 3 nolu tramvayın son durağı olan Ilıca semtinde ineceğiz. Tramvay yolculuğumuz neredeyse bir saate yakın sürünce kentin genel görüntüsü hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Ne yazık ki Saraybosna’nın, Başçarşı dışında kalan bölgeleri öylesine dökük ve savaşın bütün vahşetine tanıklık etmiş ki, şefkat duyuyorsunuz bu kente. Savaş kenti viran etmiş ama insanların canlılığını yok edememiş yine de.

Şu anda Bosna Hersek Cumhuriyeti iki devletten oluşmakta; toprakların %51′ine sahip Hırvat ve Boşnaklardan oluşan Bosna-Hersek Federasyonu ve toprakların %49′una sahip Sırplardan oluşan Sırp Cumhuriyeti. Her üç etnik unsurun da başkanları var ve bu başkanlar 8’er aylık dönemler itibariyle Bosna-Hersek devletini temsil ediyorlar. Neyse ki şu anda Bosna’da 1995 senesinde imzalanan Dayton Anlaşmasından beri huzur hakim. Tabi ki halen Sırplar, Hırvatlar ve Boşnakların bir arada yaşadığı bu ülkede zaman zaman problemler çıkıyor ama sonuç olarak sular durulmuş ya da şimdilik tüm sorunlar halının altına süpürülüyor diyelim.





Tramvay yolculuğunun sonuna geldik ancak Vrelo Bosna’ya ulaşmak için şimdi de taksiye binmemiz gerektiğini sorarak öğreniyoruz. Taksicimiz Admir’le yol boyu biraz sohbet ediyoruz ve savaşta babasını kaybettiğini öğrenip hüzünleniyoruz. Bu uzun yolculuğun ardında yemyeşil Vrelo Bosna’ya ulaşınca bu yolcuğa değdi diyeceğiz. Bu park inanılmaz, çölün ortasında bir vaha gibi. Çünkü Saraybosna’da hava inanılmaz sıcak ancak burada her yer yemyeşil ve buz gibi bir su akıyor ortasından. Aslında parktan ziyade küçük bir orman güzelliğinde burası. Biz de keyfini çıkarıyoruz.

Dönüş vakti gelince araç bulma sıkıntısı baş gösteriyor yeniden. Buranın yakınlarında şehre ulaşmamızı sağlayacak herhangi bir vasıta olmadığından, tramvay durağının oralarda bulunan taksi duraklarından telefon numarası alıp dönüş için aramamız gerekiyormuş. Biz bunu bilmiyorduk ancak şansımız yaver gidiyor ve biraz yürüyünce bir taksi buluyoruz. Dönüş yolunda bindiğimiz taksi sayesinde de bizi buraya getiren Admir’in bizden fazla para aldığını anlamış oluyoruz. Neyse her yerde olur böyle taksici vakaları diyorum. Tekrar tramvay durağındayız, bir saatlik bir yolculuk sonunda yeniden Başçarşı’ya ulaştık nihayet. Vrelo Bosna inanılmaz güzellikte bir park olmakla birlikte eğer özel arabanız ve fazla vaktiniz yok ise gitmeyi bir daha düşünün derim ben.





Saraybosna’da görülmesi gereken yerlerden bir diğeri de Tünel Müzesi. Sırpların Saraybosna’yı kuşatması sonucunda kente giriş çıkış sağlanamadığı için bir tünel fikri doğmuş. Böylelikle kontrolü NATO’da olduğundan Sırpların çembere alamadıkları havaalanının bir tarafından girip, diğer tarafından çıkılan 800 m uzunluğundaki tünel inşa edilmiş. Köy içerisinde bir evin altından girilip karşıdaki bir binanın altından çıkılan gizli bir geçit olan bu tünel, savaş zamanında binlerce kişinin hayatının kurtulmasını sağlamış. Köydeki evin sahibi olan teyze daha sonra evinin müze ev olarak kullanılmasına izin vermiş. Biz ise bu müzeyi Saat 15.00 gibi kapanması dolayısıyla gezemiyoruz. Ilıca semtinden bineceğiniz otobüsle ulaşmanız mümkün olan tüneli eğer ziyaret etmek istiyorsanız 15.00’den önce orda olmanız gerektiğini unutmayın.

Saraybosna’daki bir günümüzün de bitmesiyle gezimizin de sonuna geldik. İçerisinde terliklerimizle dolaşabildiğimiz ev-pansiyonumuzda her kanalında ayrı bir Türk dizisi gösterilen kanalları biraz kurcalayarak geçirdiğimiz gecenin ardından Zümrüt Hanım’ın bizi havaalanına götürmesi için çağırdığı taksiye 20km’lik yol için 10 Euro ödeyip dönüş yoluna koyuluyoruz. Pansiyon sahibimiz bizi kucaklayıp kırk yıllık arkadaşlarını uzaklara gönderir gibi duygulanıyor.





Saraybosna bize savaşın ve her şeye rağmen ayakta kalabilmenin ne demek olduğunu gösterdi. Dolayısıyla bir teşekkür borçluyuz bu kente. THY’na ait uçağımız tıpkı Podgorica uçuşunda olduğu gibi 3 saate yakın rötar yapıyor, ama sonunda Türkiye’ye dönüyoruz. Böylelikle bir gezimizin daha sonuna geldik.

İyi seyahatler dileğiyle…

Hoşça kalın…



Serinin Diğer Yazıları

Balkanlarda 12 Gün : 1 (Podgorica-Budva)
Balkanlarda 12 Gün : 2 (Kotor)
Balkanlarda 12 Gün : 3 (Dubrovnik)
Balkanlarda 12 Gün : 4 (Korçula Adası)
Balkanlarda 12 Gün : 5 (Split)
Balkanlarda 12 Gün : 6 (Mostar)


 Yazılan Yorumlar...
Gülşah
(23  Aralık 2011)
Neşe Hanım, vakit ayırıp yazıların tamamını okuyup, yorumladığınız için ben de size teşekkür ederim. Planladığınız Balkan gezisinin güzel geçeceğinden eminim. Bir de sizden dinleriz bu bölgeyi artık...
NEŞE
(22  Aralık 2011)
Zevkle okuduğumuz yazı serinizin sonuna geldik...Final de çok güzel oldu,bizden güzellikleri gördük ve VRELO BOSNA gibi harika bir parkı öğrendik...Yaşasın özgür seyahat,başka türlü böyle güzel ve değişik yerlere nasıl gidilecekti? Çok teşekkürler..