PARİS - Dört Günlük Macera

Aylardır beklediğim an gelmişti. İstanbul-Paris uçağının kalkış anonsu son kez yapıldı. Atatürk Havaalanı’nda duran uçak hareket etti. Yavaş yavaş hızlandı ve kalkışa geçti. Kemerimi çözüp İstanbul manzarasını seyrettim, sonra arkama yaslandım. Macera başlamıştı.

Disneyland’ın kapısından arabamızla girdiğimiz an farklı bir atmosferin içinde kendimi buldum. Burası gerçek dünyanın dışında bir “hayal kasabası”ydı. Her yaştan çocuğa hitap eden oyuncaklar, dükkânlar vardı. Bu dükkânların çoğu merkeze giden anayolun üstündeydi. Yolun sonunda merkeze ulaştık. Orada Disneyland’ın simgesi olan ünlü şato vardı. Burası “Uyuyan Güzel’’filminin geçtiği şatonun aynısıydı. Buradan başlayarak öğlene kadar Robinson’un Ağaçevi, Indiana Jones trenini ve Perili Evi gezdik. Birden güzel bir müzik duymaya başladık ve bir geçit töreni gördük. Tüm Disney kahramanları arabaya binmiş dans ederek yolda ilerliyordu. Sağa baksam Mickey Mouse’u, sola baksam Winnie the Pooh’u görüyordum. Kendimi sanki bir rüyada zannettim. Akşam saat 11.00 olunca gökyüzünde havai fişekleri gördük. Çok güzel, hareketli ve renkliydiler. Sonra otelimize gittik. Sabaha dinç kalkmak için derin bir uykuya daldım.

FOTOGRAF: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com

Gözümü açtım ve ayağa kalktım. Az sonra anladım ki Ankara’da değil Fransa’dayım. Tek cbir günde gezmekle bitiremediğim Disneyland’a götürecek otobüse büyük bir hevesle bindik. Bugün stüdyoları ziyaret edecektik. Stüdyolara gelince artık merak ettiğim bir şey kalmamıştı. Önce “Sevimli Canavarlar” film stüdyosuna gittik. Filmde de olduğu gibi orada da çığlık toplama araçları vardı. Bu araçlara bağırınca bir gösterge yükseliyordu. Sonra “Otel” filminin stüdyosuna gittik. Bu film bir otelde geçiyordu. Fırtınalı bir akşamda asansöre binen birkaç kişi asansörde kayboluyordu. Tabi ki bize de bu sahneyi canlı canlı yaşattılar. Bizi koltuğa oturttular ve yaklaşık 30 kat aşağı düştük. Bunu düşününce bile hâlâ ellerim titriyor.

Buradan çıkıp bir trene bindik. Bu tren bizi bir film setine götürdü. Burada bir tanker yandı ve ardından gelen sel, tankeri söndürdü. Tren ilerlerken hasılat rekoru kıran filmlerde kullanılan ünlü arabaları gördük. Örneğin “101 Dalmaçyalı”daki dalmaçya yavrularını öldürmek isteyen kadının arabası, hem de gerçeği. Buradan sonra biraz gezdik. Saat yine gece 11.00 olmuştu havai fişekleri izleyerek otobüse bindik. Otelde ertesi sabahki Paris turunu düşünürken uyuya kaldım.

FOTOGRAF: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com

Sabah uyandım. Disneyland manzarasına son kez bakarken giyindim. Arabamıza bindik. Paris’e 45 dakika sonra vardık. Önce Paris’in ve Fransa’nın sembolü olan Eyfel Kulesi’ne gittik. Buharla çalışan asansörle yukarı çıkarken rehberimiz bize bu kulenin aslında düşmanları gözlemek için yapılıp savaş bitince yıkılması planlandığını fakat ilgi görünce turistik bir yapı olup Fransa’nın sembolü olduğunu söyledi. Bu kule adını mimarı Gustave Eiffel’den almıştır dedi. Derken kulenin 3. katına geldik. Gerçekten de bu kulenin gözetleme amaçlı yapıldığı belli oluyordu. Tüm Paris buradan görünüyordu. Aşağı indik ve Sen Nehri’nde bota bindik. Bir sürü köprünün altından geçtik. Hepsi çok güzeldi ama biri benim dikkatimi çekti. Bu köprünün üzerinde 30’dan fazla yüz maskı vardı ve hepsinin mimikleri farklıydı. Bottan inip Sacra Coeur’e, yani Kutsal Yürek Kilisesi’ne gittik. Ardından, yemeğimizi yiyip oradan otelimize döndük.

FOTOGRAF: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com

Hazır Paris’e gelmişiz, niye oturalım, deyip Paris’teki turumuza devam ettik. Şanzelize Caddesi’ndeki araba showroomlarını, kafeleri ve dükkanları gezdik. Hattâ hayatımda yediğim en lezzetli krem brüleyi yeme fırsatını yakaladım. Öğrendik ki bu caddede dünyanın her ülkesinin bir markası var. Türkiye’nin bu sokağa katkısı turizm bürosu. Şanzelize’nin tam karşısında olan Zafer Anıtı’nı gezdik. Anıtın içinde savaşa giden generallerin adı yazıyordu. Önünde yıllardır yanan bir ateş vardı. Napolyon Bonapart savaşta her zafer kazandığında ordusuyla bu anıtın altından geçermiş. Akşam olmuştu. Birden Eyfel Kulesinde ışıklar yanıp sönmeye başladı. Herkes bu manzarayı görmeli. Ardından Moulin Rouge’a, yani Kırmızı Değirmen adlı dans gösterisi yapılan yere doğru yürümeye başladık. Burası kan-kan dansıyla ünlenmiş. Buranın önünden geçip otelimize gittik. Daha yastığa başımı koymadan uyumuşum.

FOTOGRAF: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com

Uyanınca, artık ünlü Mona Lisa portresini görmeye çok yaklaştığımı anladım. Evet, bugün Louvre Müzesi’ne gidiyorduk. Sabah erkenden oraya ulaştık. Orada her türlü uygarlığın eseri vardı. Heykellerden resimlere, hiyerogliflerden eski mobilyalara kadar her şey vardı. Ama benim ilgimi iki şey çekti. 1789 Fransız Devrimi bütün dünyada yankılar uyandıran bir dönüm noktası olmuştu. Devrimden sonra Napolyon Bonapart Fransa'da büyük bir imparatorluk kurdu. Napolyon ülkesini genişletmek için bir sürü savaşa girmiş. Napolyon Bonapart’ın kendine güvenini ‘’Bana güç veren Tanrı değil, bu benim gücümdür’’sözü ve kral olurken Papa’nın elinden tacı alıp kendi başına taktığını gösteren resimden anlarız.

Diğer ilgimi çeken resim ise Mona Lisa’ydı. Leonardo da Vinci’nin çizdiği portreye, resim çekmek için bile 2 metreden fazla yaklaşılamıyordu. Louvre Müzesi’nden çıkıp tekrar Sacra Coeur’a gittik. Burada bir ressam portremi çizdi. Ayrıca bir Çinli ise gölgemi kağıda yansıtıp kesti. Bu son akşamımızın tadını meydandaki gösterileri seyrederken çıkardım. Otele dönüp hemen uyudum.

FOTOGRAF: © Erdin İVGİN / Gezialemi.com

Paris’te son kez uyandım o sabah. Arabaya binip havaalanına giderken son kez inceledim Paris’i. Uçağa binip oturunca ise düşündüm. Dört günde Paris’i daha iyi nasıl gezebilirdik? Uçak kalkışa geçti. Havadayken son kez baktım bu güzel şehre. Uzun bir uçuştan sonra İstanbul’a indik. 4 gün de olsa, özlediğimi anladım ülkemi.






ERMAN AKYÜZ - Paris'e yolunuz düşerse, yazılarımı anımsayıp hissettiklerimi anlayacağınızdan eminim. Umarım, yazımı ve Paris'i beğenirsiniz.

Not: Bu yazı, Evliya Çelebi’nin doğumunun 400. yılı anısına hazırlanan ve tüm geliri UNICEF Türkiye Komitesi’ne bağışlanan “Torun Çelebiler Seyahatnamesi, 2011” adlı kitaptan editörlerin özel izni alınarak yayımlanmıştır.