İsveç ve Filmin İkinci Yarısı 1- İsveç Filine Dokunmak

Hani bir öykü vardır. Gözleri görmeyen altı kişiyi getirip bir filin etrafına dizerler. Daha önce hiç fille karşılaşmamış bu insanlardan, yanında durdukları, ama göremedikleri nesneye elleriyle dokunup nasıl bir şey olduğunu tarif etmelerini isterler. Gözleri görmeyen insanlar, yoklamaya başlarlar fili... Dokunurlar, dokunurlar ve hissettiklerini anlatmaya başlarlar.

Birinci kör, filin bacağını elleyerek "sütun bu!" der; ikincisi hortumunu tutarak "soba borusu!" karşılığını verir. Üçüncüsü, filin kulağına dokunup "yelken!", dördüncüsü dişlerini yoklayıp "taş!", beşincisi de gövdesine dokunup "bu bir dağdır!" der... Körlerin orasını burasını elleyip mıncıklamasından huylanan fil şöyle bir silkinince, bir köşede oturan sonuncu kör de "kaçın, deprem oluyor!" diyerek bağırır...

Yabancı bir ülkedeki yaşamı 'filmi ikinci yarısından sonra seyretmeye başlamak gibi bir şey!..' olarak tanımlayanların kulakları çınlasın. Biz de yirmi beşimize girdiğimiz yıl, uzunca sayılabilecek bir İsveç filmini ikinci yarısından sonra izlemeye başladık. Altı yıl sürdü ikinci yarı. Yeni gelmişler için, "amma da çok!"tur bu altı yıl; otuz küsur yıldır doğduğu topraklardan uzakta yaşayanlar içinse "o daha bir şey mi! "dir.

Uzun mu, kısa mı tartışması bir yana, bu altı yıl boyunca olabildiğince dokunmaya çalıştık "İsveç fili"ne. Ama tamamını asla göremedik! Dokunduk, dokunduk, sarışın, esmer insanlarla konuştuk, kimi kez sadece olanı biteni gözlemlemeye çalıştık, kimi kez hüzünlendik, kimi kez mutlu olduk, çokça da şaşırdık. Gözümüzde ise, ne kara, ne de pembe gözlükler olsun istedik! Ve sonunda, kâğıda değilse de bilgisayara döktük, kimi soluk, kimi hâlâ canlı anılarımızı...
Üstelik bu anılar sadece benim de değil. Bunlar, kimilerince "Türkiye'nin Avrupa'daki GAP'ı" olarak nitelenen, yolladıkları dövizlerden ötürü sevinilen, ama dövizleri yanı sıra, dertleri de olabileceği nedense pek düşünülmeyen tüm gurbetçilerimizin anıları. İleride, ülkemizin onuru olan yazın ustaları, gurbetin öyküsünü çok çeşitli boyutlarıyla değerlendirip, filin bizim dokunamadığımız, göremediğimiz bir dolu özelliğini de anlatacaklardır muhakkak...


Yeşil yer, mavi düşünür, kırmızı oy verir!

Hiç dokunmamışlar için "İsveç fili", ilk başta karı, soğuğu, intiharı, Ingrid ve Ingmar Bergman'ın filmlerini, Nobel Ödülü'nü, tenisçi Björn Borg'u, Palme'yi, cinselliğini özgürce yaşayan mavi gözlü, uzun boylu, sarışın insanları çağrıştırır. İsveç'le ilgili bu kalıplar, kimi yabancılar için o denli geçerlidir ki, sarışın olmayan birinin de İsveçli olabileceğine kolay kolay inanmazlar. "Sen her şey olabilirsin ama, İsveçli asla!" derler bilgiç bilgiç

Peki nasıl insanlardır bu İsveçliler? Bu konuda rivayet muhteliftir. Biraz şablonik de olsa yaygın bir söz vardır: "İsveçli yeşil yer, siyah çalışır, mavi düşünür, kırmızı oy verir!" derler. "Yeşil yemek" sebze sevmek, "siyah çalışmak" da vergi ödememek için bildirimde bulunmaksızın geçici işlerde çalışmak anlamına geliyor. Parlamentodaki muhafazakâr partinin renklerinin mavi-beyaz oluşundan esinlenerek, İsveçlinin aslında tutucu olduğu, yani "mavi düşündüğü", yıllardır sosyal demokratlar, sosyalistlerin desteğinde iktidar olduğu için de "kırmızı oy verdiği" vurgulanıyor. Gerçi, dört renkli ilginç bir formül, kulağa da hoş geliyor ama, tam gerçeği yansıttığını söylemek hayli güç doğrusu!



İsveçliler hakkında rivayet gerçekten de muhteliftir...

Kimine göre; İsveçli, sıcaktan şikâyet etmeye cesaret edemeyen insandır!

Kimine göre; İsveç Milli Marşı'nın söz ve müziğinin kime ait olduğunu bilmeyen adamdır!

Kimine göre; öyle titizdir ki İsveçliler, berbere giderken dahi tıraş olurlar!

Kimine göre; İtalya'ya gidip oradaki pizzaların, İsveç'tekiler kadar güzel olup olmadığını kontrol eden insandır!

Kimine göre; İsveç kültürünün en gözde ezgilerinin sözlerini bilmeyen adamdır İsveçli!

Kimine göre; en azından yazın, boş bir ormanda, insanlardan uzak, içkisiyle ve ailesiyle baş başa yaşamak isteyen sarışın adam, olsa olsa İsveçlidir!

Kimine göre; resmi kurumların dediklerine harfiyen uyan adamdır! Ancak bu konuda İsveçliler bile Almanlarla yanşamaz her halde. Örneğin, "Tren istasyonunu basmaya gelen Almanlar'ın ilk yaptıkları iş tren bileti almaktır!" derler.

Kimine göre; tüm gelişmişliğine karşın İsveç, hâlâ bir köylüler ülkesidir!

Kimine göre; düzenli, teknik ve organizasyon açısından yetenekli, ciddi, açık sözlü, çalışkan, cinsel özgürlükten ve kadın-erkek eşitliğinden yanadır İsveçliler!

Kimine göre de sıkılgan, aptal, sıkıcı, pot kırmaktan korkan, kuyrukta sabırla bekleyen, neşesiz, insanlardan çok doğayla haşır neşir olmayı seven, sürekli yaz mevsimini düşünen, ormanların ve ıssız dağların insanıdır İsveçli!

Kimilerine göreyse; iyi tanımadıklarına en az bir kol mesafesi uzaklıkta duran insanlardır İsveçliler!...


"Testiler tokuşturulursa birinden biri kırılır!"

İsveçli, insan ilişkilerine belirli bir mesafe koyarak, "dikkatli ve temkinli" hareket ettiğini düşünürken, Akdeniz ülkelerinin sıcakkanlı insanları, onları, "soğuk ve kararsız" olarak tanımlayabilir rahatlıkla. İsveçli sessizdir. Bu yüzden kolaylıkla "içine kapanık, sıkıcı, iletişim kurmak olanaksız!" biçiminde damgalanabilir.

Bir İsveçlinin, trende, otobüste, tanımadığı insanlarla konuşması oldukça ender görülen olaylardandır. Bu nedenledir ki metroda, işyerinde, alış verişte, birbirleriyle hararetli hararetli konuşan yabancıları hayretle izler Kuzey'in sessiz insanları. Sohbetlerinde genellikle sakindirler, karşılarındaki cümlesini bitirmeden konuşmaya girmezler. Tartışmaları sertleştirmekten kaçınırlar, çünkü, "testileri tokuştururlarsa birinden birinin kırılacağı" inancındadırlar.

Kolay kolay duygularını göstermeyen, özel yaşamlarından bahsetmekten pek hoşlanmayan, sessiz, çekingen, bir söyleyip iki dinleyen, "ağır kazan geç kaynar!" misali yeni tanıştıklarıyla hemen ahbaplık kuramayan, işini ciddiye alan, açık ve dürüst, küfürden hiç hoşlanmayan, şiddetten veba görmüş gibi kaçınan, deli gibi sporla uğraşan insanlardır İsveçliler.

Teşekkür etmeye de bayılır bu kuzey ülkesinin insanları, isveçli, günlük yaşamda, konuşurken, alış veriş ederken sık sık "tak, tak" diye bir ses çıkarır! İsveççe bilmeyenlere çok garip gelen bu sözcüklerle, her gün çok sık yaptığı bir şeyi yapıyor; yani "teşekkür ederim" (tack) diyordur.

Günümüzde barışçı politikalarıyla tanınan halim selim İsveçliler eskiden nasılmış peki?

1600'lü yıllarda İsveçliler, sağı solu yağmalayan, ortalığı kasıp kavuran barbarlardan başka bir şey değillermiş! 1800'lü yılların İsveçlileriyse yabancılar tarafından oldukça "isyankâr" bir halk olarak tanımlanırmış!

Oysa, günümüzün İsveçlileri hayli itaatkâr insanlardır. Bunun önemli nedenlerinden biri de kurumların anlayışlı olması ve insanların haklarını arayabileceği mekanizmaların güçlülüğü olsa gerek.

Tabii, İsveçlilerin itaatkârlıklarını da pek fazla abartmamak lazım! Örneğin, yapılan denetimlerde, Stokholmlü sürücülerin yüzde 90'ının hız sınırlamalarına uymadığı anlaşılmış ki, İsveç'te sürat tahdidini 30 kilometre aşmanız ehliyetinize el konması için yeter de artar bile! Bu şekilde ehliyetini kaybedenlerin sayısı yılda yirmi bin kişi civarındadır ve ehliyet almak hiç de öyle kolay değildir İsveç'te! Örneğin, buzlu yolda araba kullanma maharetinizi ispat etmeksizin, ehliyet olsa olsa sadece tatlı bir rüyadır.

Tüm bu acımasız önlemlere karşın, İsveçliler çok şikâyet ederler trafik kazası sonucu ölümlerin çokluğundan. "Bu kadar şikâyet ettiklerine göre, her halde mezbahaya dönmüştür İsveç'te yollar!" diye düşünmüşümdür zaman zaman. Sonra, bir gün gazetede okudum, İsveç'te trafik kazalarında ölenlerin sayısı günde iki kişi civarında imiş!

O zaman, bir kez daha, her şeyin ne denli göreli olduğunu düşündüm. Bizim yollarımızda telef olanların sayısı ise günde yirmi kişiyi aşıyor... Kurtuluş Savaşı'nda ölenlerin sayısının dört yılda 9167 olduğu düşünülürse durumun vahameti daha da açık biçimde ortaya çıkıyor! Bu rakamlara göre biz, Kurtuluş Savaşı'nda bir senede verdiğimiz şehitlerin yaklaşık üç katını her yıl yollarda veriyoruz!..


"Yılın İsveçlisi"nin doktora yalanı ve hazin son!

İsveçlilerin en önemli özelliklerinden biri de dürüstlük konusundaki hassasiyetleri olsa gerek. Televizyonun 2.kanalındaki 'Rapport' Haber Dairesi, 1985'te "Yılın İsveçlisi" olarak Refaat El-Sayed isminde 39 yaşındaki bir Mısırlı'yı seçmişti. Sonradan İsveç vatandaşlığına geçmiş olan El-Sayed kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Fermenta adlı ilâç fabrikasını satın almış ve bunu dünya ilâç piyasasının en önde gelen şirketlerinden biri haline getirmişti!

Halktan biri gibi davranan ve geleneksel işadamı tipinden hayli uzak olan El-Sayed, milyonlar kazanmasına karşın gösterişsiz bir apartman dairesinde oturmakta, boş zamanlarında da dördüncü kümedeki bir takımda futbol oynamaktaydı. Tonla para kazanan, bir de üstüne üstlük "Yılın İsveçlisi" seçilmiş olan Mısırlının önlenemez gibi görünen yükselişi minicik bir açıklamayla zınk diye durdu! Açıklamaya göre, El-Sayed, daha önce ileri sürdüğünün aksine, ABD'de mikrobiyoloji dalında doktora yapmamıştı!

Kimi toplumlarda "zararsız" olarak addedilebilecek bu yalan, dürüstlüğe inanılmayacak kadar önem veren İsveç toplumunda fırtınalar kopardı! Fermenta şirketinin hisse senetleri baş döndürücü hızla düşmeye başladı, Refaat önce genel müdürlükten, sonra da yönetim kurulundan çekildi.

Bir yılda kârını dört kat arttırmış olan bu şirket, sırf Refaat'ın "doktora yalanı" yüzünden hızla inişe geçti. Vergi Dairesi eline merceği alıp Refaat'ın yarattığı ekonomik mucizeyi incelemeye başladı. Sonuçta, birbiri ardına patlayan skandallar, vergi usulsüzlükleri derken "yılın İsveçlisi" seçilmiş olan Mısırlı, doktora yalanı yüzünden yoksul bir adam haline geliverdi!

Çok iyi anımsıyorum, bir sosyal demokrat Adalet Bakanı da, vergi yasalarının boşluklarından yararlanıp kendine maddi çıkar sağladığı ortaya çıkarıldığında hemen istifa etmek zorunda kalmıştı. Oysa yasadışı hiçbir şey yapmamıştı bakan! Ancak yaptığı, ne toplumun, ne de sosyal demokrat partinin ahlâkî normlarıyla bağdaşıyordu ve sonuç olarak bu bakan, beş yıl içinde peş peşe istifa eden üç Adalet Bakanı'ndan biri oluverdi!...


Spor ödülü vicdana kalmış!

Ben "İsveç dürüstlüğü" ile ilgili ilk deneyimimi üniversitede yaşadım. İsveç'in delicesine spora meraklı öğrencileri, hemen her gün üniversite yakınındaki biri 2,5 diğeri 5 kilometre olan orman yollarında koşuyorlardı. Bir hafta içinde en fazla koşan birkaç kişiye, sporu teşvik amacıyla, seyahat de dahil olmak üzere çeşitli ödüller verilecekti.

Ancak, bir şey dikkatimi çekti; ne koşu yollarında, ne de başlama ve bitişte, herhangi bir denetim görebildim! Teknolojik harikalar ülkesinde basit bir okul koşusu bile kamerayla mı denetleniyordu acaba? Hayır!... Peki, insan denetlemiyor, makine denetlemiyor ise ödüller neye göre veriliyordu?...

Dayanamadım, gidip İsveçli bir arkadaşıma sordum, "birinci nasıl belirleniyor?" diye. Ağacın üzerine asılı bir liste gösterdi. "Herkes her gün kaç kilometre koştuğunu yazıyor buraya, bir hafta sonunda toplanıyor, en çok koşanlar belirleniyor" dedi. "Peki, birisi 2,5 koşar da 5 kilometre yazarsa ne olacak?" dedim. "Niye yazsın ki?" diye yanıtladı!

Deli olmak içten değildi doğrusu! Biz bir süre birbirimize, "niye yazsın ki?", "niye yazmasın ki?" diye sorup durduk ama, ben bir türlü ikna olamadım! Aradan yıllar geçti ve ben, "niye yazsın ki?" diyen İsveçliyi anlamaya başladım. Görünen oydu ki, sistem insanların dürüstlüğünü temel almıştı. Bu şekilde davranmayanlarsa marjinaldi ve sisteme karşı ciddi bir tehdit oluşturmuyordu...


"Demek İsveç'te de rüşvet alanlar çıkabiliyormuş!"

Riyakârlıktan, üçkâğıtçılıktan hayli uzak insanlardır İsveçliler. Örneğin, İsveç'te polisin ya da devlet memurunun rüşvet alması son derece ender görülür. Onların memuru "işini bilmediğinden" olsa gerek, kimi toplumlardaki "devlet memuru-rüşvet" bağlantısını bir türlü anlayamaz İsveçli!

Ve gün gelir, İsveç Devlet Göçmen Dairesi'nde görevli bir müdürün, Hongkong'dan gelen on kadar aşçıya, lokanta sahibi bir Çinli'den aldığı hediyeler karşılığında, sahtekârlık yaparak çalışma izni verdiğinin ortaya çıkarıldığını gazetelerde okuyan İsveçli, şaşkın şaşkın, "demek İsveç'te de rüşvet alanlar çıkabiliyormuş!" der, bunun şokundan da kolay kolay kurtulamaz!

Dürüstlükleri yanı sıra, arı gibi çalışmalarıyla da ünlü olan bu sarışın insanların ülkesindeki işleyiş sanki bir saati anımsatıyor. Duraklardaki otobüs tarifesinde 9:47 yazıyorsa otobüs tam o saatte geliyor; ne bir dakika geç, ne bir dakika erken!

Arabanızı yanlış yere park etmişseniz, neredeyse yüzde yüz bilirsiniz ki, yeşil elbiseli park bekçisi teyzeler gelmiş ve yüklüce bir ceza yazıp çoktan uzaklaşmışlardır. Bu park bekçisi teyzeler de o denli boldur ki İsveç'te, Muhafazakâr Parti bir dönem, park bekçilerinin çokluğundan, polislerinse azlığından yakınır dururdu uzun uzun!

Gerçi çalışkandırlar ama, tatile de pek düşkündür İsveçliler. Fransızlar gibi onlar da, eğer perşembe tatilse cuma gününü de tatil yapıverirler! Ancak, bu tür tatillerden doğan kaybı tüm yıla dağıtır, insanları her gün birkaç dakika daha fazla çalıştırıp vicdanlarını rahatlatıverirler!...


Tekerlekli sandalyedeki engelli, kapı tutuyor!

İsveçliler genelde hayli nazik insanlardır. Sizden önce geçen biri kapıyı tutar ve sizi bekler. Bazıları da o denli naziktir ki, bu fazla nezaket kimi zaman sizin ter dökmenize bile neden olabilir.! Sizin kapıya varmanıza beş, on metre kala kapıyı tutarlar; siz de onu bekletmemek için koşmak zorunda kalırsınız. Annem, Stokholm'de, tekerlekli sandalyedeki bir engellinin bile kapıyı tutup kendisini beklediğini anımsadıkça aradan yıllar geçmesine karşın şaşkınlığını gizleyemediğini söyler sık sık!

Kimilerinin de hobisi, Tunç Devri'nden kalma yazılı taşlar.


İbadet edercesine bir bağlılıkla işine giden İsveçli, boş zamanlarında ne yapar peki? Örneğin, sayıları iki yüze ulaşan günlük gazetelerden biri¬ni okur, ya da ülkede bulunan bin küsur sinemadan veya yirmi beş bin spor derneğinden birine gidebilir!

Boş zamanları değerlendirmede gerçekten uzmandır İsveçli. Yanına haritasını, pusulasını alıp ormanda yol bulma yarışmalarına katılmaktan tutun da kırlarda dolaşıp mantar toplamaya, ya da eski taşlar üzerindeki tarihi yazıları okumaya kadar bin bir çeşit hobisiyle insanlar, oradan oraya koşuşturup kan, ter içinde, bir koltuğa birkaç karpuz sığdırmaya uğraşırlar...


Radyoda, "Başbakan'ın iktidarsızlığı" yayını!

İsveçlilerin bir özelliği de, hoşgörü sınırlarının hayli geniş olması. Bu konuda ilginç bir olay anımsıyorum. İsveç Radyosu'nun, dönemin başbakanı Ingvar Carlsson'la yaptığı bir söyleşide, Başbakan'ın yalan söylemeyi sevdiği, politikanın sadece bir şovdan ibaret olduğunu düşündüğü, üç ayda sadece bir kez cinsel ilişkide bulunduğu gibi ilginç itiraflar Başbakan'ın ağzından milyonlarca radyo dinleyicisine duyurulmuştu!

Oysa, Başbakan'ın böyle bir demeçten haberi bile yoktu! Bütün bunlar, eski demeçler kırpılarak stüdyoda yaratılmıştı! Video-klip benzeri bu ilginç "demeç-klip" için Başbakan'ın izni alınmadığı gibi programın sonunda, bunun bir şaka olduğunun belirtilmesine bile gerek duyulmamıştı!

Tüm bunlara karşın, isveç Başbakanı, programı dinlediğinde, ne küplere binip program yapımcıları aleyhine tazminat davaları açtı, ne de onların görevine son verecek cadı kazanlarını kaynattı! Tek yaptığı şey, "keşke yapımcılar, bunun bir şaka olduğunu, programın sonunda dinleyicilere söylemiş olsaydı!..." demekten ibaretti!

Hoşgörüleri yanı sıra, İsveçlilerin bir diğer önemli özelliği de dünyaca ünlü utangaçlıklarıdır. Öyleleri vardır ki, yönelttiğiniz soruların yanıtını "derin bir kuyudan çekilen ağır bir kova gibi" yavaş yavaş alırsınız. Kimi kez, birkaç kelimelik bir yanıt alana dek, kan ter içinde kalabilirsiniz. Bir, iki denemeden sonra da "ne yapalım, demek ki, İsveçliler gerçekten de utangaç insanlarmış!" diyebilirsiniz.

isveçliler'in, tarımdan ve ormandan ayrılıp kente yerleşmelerinin tarihi çok yeni! Geçmişte, yabancılarla da fazla temasları olmadığından bu çekingenliğin nedenini anlamak mümkün. Hele kışın, konuşmayı başlatmakta pek bir zorluk çeker İsveçliler!

Sonra, zaman geçer, karlar erir, yaz gelir. Bir de ne göresiniz! Stokholm'ün göbeğinde "Kral Bahçesi" adlı parkta, gençler yarı çıplak güneşlenmekte; en kalabalık alış veriş merkezlerinde ya da sokak ortalarında çiftler dakikalarca sarmaş dolaş öpüşmekte; öğrenciler, okullarının başlayışını ya da bitişini kutlamak üzere, iğne atsan yere düşmeyecek yerlerde bol miktarda alkolün de etkisiyle en akla hayale gelmeyecek çılgınlıkları sergilemektedir!...

İşte o zaman, lahana turşulu perhizi anımsayıp "eğer İsveçliler de utangaçsa!..." demekten alamaz insan kendini. Tabii, kuşaklar arasında "utangaçlık" konusunda ciddi farklar var! Dil öğrenmek için İngiltere'ye, Fransa'ya giden, ya da trenlere atlayıp ucuz biletlerle bir ay boyunca Avrupa'yı gezen İsveçli gençler, orta yaşlılara kıyasla değişik kültürlere çok daha açıklar.

Özellikle 60'lı yıllardan bu yana, sıcak ülkelerde geçirilen yaz tatilleri sayesinde yabancı kültürlerle tanışan İsveçliler, gittikçe daha fazla Akdeniz kültürlerinden etkilenmekte ve İsveç toplumu üzerindeki utan¬gaçlık bulutları da yavaş yavaş aralanmakta...


Kadın-erkek mücadelesinde, durum berabere!

Araştırmalara bakılırsa, kadın-erkek eşitliği konusunda İsveç, yüz ülke arasında ilk sırada yer alıyor. İsveç'i de sırasıyla Finlandiya ve ABD izliyor. İsveç toplumunda bayanlar, ne "dumansız baca, kahırsız koca olmaz!" diyorlar, ne de "kadının şamdanı altından olsa, yine de mumu dikecek olan erkektir!" gibi erkek üstünlüğü karşısındaki çaresizliği ifade eden sözleri telâffuz ediyorlar.

Tüm bunlara kulaklarını tıkayan İsveçli kadınlar, yemek yapmaktan çocuğun yuvaya bırakılmasına, temizlikten çamaşıra dek ev işlerinin neredeyse tamamını erkekleriyle paylaşmanın mücadelesini veriyorlar. Bütün bu kazanımlar, 60'lı yıllardaki kadın hareketinin sonuçları! Kadın hareketi başka alanlarda da etkisini göstermiş. O yıllarda, İsveç'te, sutyen fabrikaları peş peşe kepenklerini indirmek zorunda kalmış, çünkü kadınlar sutyen ve korse kullanmayı, makyaj yapmayı reddetmişler!

İsveç'te kadınların yüzde 80'inden fazlası çalışıyor. Bunların üçte ikisi kamu kesiminde, üçte biri de özel sektörde istihdam ediliyor. Ancak, özel sektörde, ABD'deki gibi üst düzey yönetici bayanlara pek sık rastlanmıyor İsveç'te.

İl genel meclisi bünyesinde çalışanların ezici çoğunluğu, belediye çalışanlarının dörtte üçü, devlet memurlarının ve üniversite öğrencilerinin ise yaklaşık yarısı bayan! Çalışan bayanların oranı erkeklerinkine eşit; ancak kadınların yaklaşık yarısı, yarım gün çalışıyor.

Kadın işçilerin ücretlerinin erkeklerinkine en çok yaklaştığı ülkelerin de başında gelen İsveç'te, kadın işçiler, erkeklere verilen ücretin yüzde 90'ını almayı başarıyorlar...


Milletvekili ve bakanların neredeyse yarısı bayan!

İsveç siyasi yaşamı, kadınlara çok geniş yer veriyor. İsveç parlamentosunun, bakanlar kurulunun, il genel meclislerinin ve belediye meclislerinin neredeyse yarısı bayanlardan oluşuyor!

Kadın-erkek eşitliğinin, yaşamın her alanına yayılabilmesi için İsveç kurumlarının sürekli bir arayış içinde olduğu söylenebilir. Bir zamanlar İsveç’te ilginç bir kampanya başlatılmıştı. Konusu "erotizm", çalışma alanı da "işyerleri" olan kampanyanın sloganı da "cinsellikten arınmış işyerleri!" olarak belirlenmişti! Bu kampanya ile erkeklerin, işyerlerinde kadınları söz ya da elle taciz etmelerinin engellenmesi amaçlanmıştı.

Her ne kadar, istatistiklere göre İsveç, kadın-erkek eşitliğinde şampiyon olsa da, çok fazla iyimser olmamakta da yarar olsa gerek! Çünkü, İsveç'te yapılan bazı araştırmalar, kadın-erkek eşitliğinin en ateşli savunucusu olan öğretmenlerin bile, ders saatlerinin sadece üçte birini kız öğrencilere ayırdığını, kız öğrenciler tarafından yazılan kompozisyonlara farkına bile varmaksızın düşük notlar verdiğini ortaya koymuştu!

Her ne kadar, Paskalya Bayramı 'nda "Paskalya cadıları" kılığına girseler de, İsveçli kızlar, okulda erkek öğrencilerin terörüyle karşı karşıya!


İş, sınıf içi tartışmalara gelince, durum daha da vahimleşmekte! Yapılan araştırmalar, erkek çocukların, sürekli olarak kızların sözünü kestiğini, alay etmekten susturmaya dek türlü çeşitli yöntemler deneyerek kızların konuşmasına engel olduğunu gösteriyor! Aynı araştırmalar, tartışmalarda en sık söz alan, en uzun konuşan, sesi en fazla çıkan, diğerlerinin sözünü en fazla kesenlerin de yine erkek öğrenciler olduğunu kanıtlıyor!

Her türlü önleme karşın, kızları, erkek öğrencilerin teröründen korumanın olanaksız olduğunu düşünenlerden bazıları, bir zamanlar ilginç bir öneride bulunmuşlardı: "Kızlar ve erkekler ayrı okullara gitsinler!" . Ancak bu öneri, mizah konusu olmaktan öte herhangi bir uygulama şansı bulamadı İsveç toplumunda.

Özellikle teknik üniversitelerdeki kız öğrenci oranının son derece düşük olması karşısında, okul yöneticileri, otobüslerle liseli kızları teknik üniversiteye taşıyor, okulu gezdirip bilgi veriyorlar. Bu şekilde, liseli kızların teknik branşlara daha yüksek oranda başvurması ve uzun vadede bu alandaki erkek egemenliğini kırması amaçlanıyor!...


Demokratik dans, demokratik sauna!

Kadın-erkek eşitliği mücadelesi, İsveç'te evlerin sokak kapılarına kadar taşmış! Kimi ülkelerde, evlerin kapısına, ya da kapı zilinin üzerine genellikle sadece erkeklerin adı yazılırken, İsveç'te, kadının yanı sıra, çocukların ve hatta evdeki kedinin, köpeğin adları bile yazılabiliyor kapıya! Bu arada, şunu belirtmekte de yarar var; tüm haklarını mücadeleyle kazanmış olan İsveçli hanımlar, evlerinde hanım hanımcık oturup kocalarını beklemek yerine, pilotluktan otobüs sürücülüğüne kadar her alanda kendilerini kabul ettirerek bu saygınlığı elde etmişler, işçi Sendikaları Konfederasyonu LO'nun en büyük sendikası olan Belediye İşçileri Sendikası'nın başkanlığına bile bir bayan seçilmeyi başarmıştı yıllar önce. LO üyesi bayanlar, LO ile çok yakın ilişki içindeki Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nde de son derece etkinler.

İsveç'te kadın-erkek eşitliği için mücadele edenler ilginç girişimlerde bulunuyorlar zaman zaman. Linköping kentindeki halkevinde "demokratik dans" denilen ilginç bir uygulamayı anımsıyorum. Sahnenin ortasındaki ışıklı bir tabelâ, o dansta kadınların mı, yoksa erkeklerin mi karşı cinsi dansa davet edeceklerini gösteriyordu. Ancak, görünen o ki, "demokratik dans" uygulaması bu ülkede bile hayli sembolik. Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi, İsveç'te de dansa kaldıranlar genellikle erkekler!

Bir ilginç uygulamaya da, üniversite yıllarımda tanık olmuştum. Bizdeki hamam usulüne benzer biçimde, haftanın belli günleri kızlara, belli günleri de erkeklere ayrılmış olan üniversite kampusundaki sauna, haftanın bir günü de hem kızlara, hem de erkeklere açıktı, O günlerde, kızlı erkekli öğrenciler birbirlerinin anadan üryan vücutlarından çekinmeksizin hep birlikte "demokratik sauna "da ter atıp sohbet ederlerdi!

İsveç'te cinsler arası eşitlik henüz her alana yansımamış. Erkeklerin açık farkla önde gittiği konulardan biri "sarhoşluk"! Araştırmalara bakılırsa, sarhoşluğu geçene dek karakolda tutulan kadınların sayısı yaklaşık yedi bin iken, aynı durumdaki erkeklerin sayısı yüz bini aşıyor! Mahkûm olup hapse girenler arasında, bayanların oranı ise yüzde 4'ten bile az...


Dayak, hakaret ve "sınır dışı ettiririm haa!"

Kadın-erkek eşitliğinde dünya şampiyonu olan bu ülkede bir zaman¬lar yapılan bir araştırma, her hafta ortalama otuz kadının dayak yediğini ortaya çıkarmıştı! Stokholm'de, kocalarının baskı, dayak ve tehditlerinden kurtulmak isteyen yaklaşık beş yüz kadına eşlerinin bulamayacağı gizli adresler sağlanmış ve bu adreslerin resmi kayıtlarda dahi belir-tilmemesine son derece özen gösterilmişti İsveç'te.

Bir yandan, kadınların dövülmesi üzerinde bu denli hassasiyetle durulurken, öte yandan da, İsveçli bilim adamı Nobel'in kemiklerini sızlatacak bir kararla 1974 Nobel Barış Ödülü'ne bakın kim lâyık görülmüş! 1964-72 yılları arasında Japonya'nın başbakanlığını yapan, Nobel Barış Ödülü sahibi Sato, bir Amerikan televizyonuna şunları söylüyor: "Her Japon erkeği karısını döver! Ben Japon erkeği değil miyim? Bazı haftalar iki defa dövdüğüm bile olur!" . İşin daha da ilginci, bu söyleşi televizyonda yayımlandıktan sonra, ev barışına haftada iki kez katkıda bulunan Sato, kaybedeceği seçimleri kazanıp yine başbakanlığa kurulmuş!

İlginçtir, kadın-erkek eşitliğinde dünya şampiyonu kabul edilen bu kuzey ülkesinde, İsveçli kocalarından baskı gören, dayak yiyen ve çoğunluğunu Polonyalı, Taylandlı, Filipinli, ya da Sri Lankalıların oluşturduğu yabancı kadınların büyük bölümü, polise gidip kendilerini döven İsveçli kocalarını şikâyet bile edemiyorlar! Çünkü evlilik nedeniyle İsveç'te oturma izni alan yabancılar, İsveçli eşlerinden iki yıl dolmadan ayrılırlarsa ve ortak çocukları da yoksa hemen İsveç'ten sınır dışı ediliyorlar yasalara göre!

Yabancı kadınlarla İsveçli erkekler, birbirlerini çöpçatan simsarların hazırladığı resimli kataloglar yoluyla tanıyorlar genellikle! İsveç televizyonunda yarı-belgesel bir program izlemiştim. Filmde, yol inşaatlarında çalışan bir İsveçlinin Polonya'dan güzel bir eş bulabilmek için yaptığı hazırlıklar konu ediliyordu. Filmde, yol işçisi, en güzel kıyafetlerini giyip, İsveç'in dev mobilya mağazası Ikea'ya gidiyor, şahane bir yatak seçip uzanıyor ve bu halde fotoğraflarını çektiriyor. Böylece de son derece lüks bir evi olduğu izlenimi vererek Polonyalı kadınlar arasındaki şansını yük¬seltmeyi amaçlıyor. Polonyalı hanım, katalogu bir açıyor ki, "zengin bir koca adayı ve lüks bir ev!" İsveç'te kendisini bekliyor!

Polonyalı hanım, katalogu kaptığı gibi soluğu İsveç'te alıyor. Ancak bir de bakıyor ki, rüyalarının beyaz atlı prensi hiç de öyle fotoğraflardaki gibi zengin değil; buna karşın İsveç'teki yaşam standardı, kendi ülkesinden çok daha yüksek. Kalmaya karar veriyor. Arkasından başlıyor dayak, hakaret ve "sınır dışı ettiririm haa!... " yollu tehditler. Yabancı kadın, dayak da yese, sınır dışı edileceği korkusuyla polise gidemiyor. Bütün bunlara iki yıl sabredebilen, sonunda oturma iznini alıyor ve böylece "halkalı kölelik" sona eriyor! Sabredemeyen de, ya bir başka İsveçli erkekle her şeye yeni baştan başlıyor, ya da sınır dışı ediliyor.

Zaman zaman, bunun tersi durumlara da rastlanabiliyor tabii! Carter gezileriyle Akdeniz, Ortadoğu, ya da Kuzey Afrika ülkelerine giden yaşını, başını almış İsveçli teyzelerden kimileri, dönüşlerinde yanlarında Cezayirli, Tunuslu gencecik bir delikanlı getirebiliyor! Ya da Taylandlı bir genç kızla evlenen altmışlık İsveçli delikanlılara rastlanabiliyor!...


Doğum sancıları sırasında, "işkence yetkisi"!

Kadın hakları konusunda hayli mesafe almış olan İsveç, bu düzeye hop diye gelmemiş doğrusu!... 1919'a dek, "gelinin bakire olmadığı" anlaşılırsa, İsveç yasaları, kocaya, karısını boşama hakkı veriyormuş!

1500'lü yılların İsveç'inde ise, kilise ve devlet, ebelere, evlilik dışı çocuk doğuracak kadınlara, babanın kim olduğunu ortaya çıkarmak üzere "doğum sancıları sırasında işkence yapma" yetkisi vermiş! XlX. yüzyıla dek, İsveç'in bazı bölgelerinde süregelen bir uygulamaya göre de, evlilik dışı çocuk sahibi olmuş anneler "fahişe başlığı" denilen bir bere giymek zorundaymışlar!

1800'lü yılların İsveç'inde, "kadınların postanelerde çalışabilmesi" önerisi ise, zamanın parlamentosunu birbirine katmış! Çünkü, "kadınların telgraf sırlarını saklayabileceğine güvenilmiyormuş!" . Neden mi? "Kadınlar çok dedikoducuymuş!" da ondan!

Parlamento seçimlerinde oy hakkı alabilmek için İsveçli kadınların 1921'e dek beklemesi gerekmiş. Fazla uzağa gitmeye de gerek yok aslında. 1960 yılında İsveç'in ilk üç kadın papazı göreve başladığında, erkek teologlar son derece sert tepki göstermemişler miydi "kadından da papaz olur muymuş hiç!" diye?

Kadın-erkek eşitliği iyi güzel de, iş, hayvanlara gelince, bu eşitlik bozuluyor galiba. Hem de erkekler aleyhine! Bir filmde izlemiştim; İsveç'te tavuk çiftliğinin birinde kuluçka makineleri açılıyor, civcivler kabuklarını çatlatıp gözlerini dünyaya açıyorlar. Ama bu civcivlerden sadece dişilerine yaşam hakkı tanınıyor. Japonya'dan gelmiş uzmanlar şöyle bir bakışta ayırıveriyorlar erkek civcivleri, sonra da yürüyen bantın üzerine fırlatıyorlar bunları. Bant yürüdükçe erkek civcivler adım adım ölüme yaklaşıyor ve sonunda da bir sürü bıçak darbesi altında can veriyorlar! Sanki, başlarına gelecekleri bilirmiş gibi deliğe düşmemek için çırpınıyorlar ama nafile, bıçaklar inip kalkıyor, tüyler uçuşuyor ve erkek olarak dünyaya gelmenin bedeli ödeniyor!...


"Kadın insan mıdır?"

"Tarih boyunca kadın-erkek eşitsizliği" meselesinde bir de şu örneklere bakın hele!...

1829'da İngilizler yasaklayana dek Hindistan'da, "ölen erkekle birlikte dul eşinin de yakılması" gelenektenmiş!

Fransa'da, 1677'ye kadar yürürlükte olan bir yasaya göre, bir hâkim, iktidarsız olduğu gerekçesiyle kocasından boşanmak isteyen kadından, "herkesin içinde kocasıyla cinsel ilişkide bulunmasını" isteme hakkına sahipmiş!

Adını, 1819-1901 arasında yaşayan İngiltere Kraliçesi Victoria'dan alan dönemde ise, anneler, evlenecek kızlarına, zifaf gecesi bazı tatsız şeyler olacağını, ama "vatan için, gözlerini kapatıp bunlara katlanması gerektiğini" öğütlermiş!

Eski zamanlarda bazı Asya ülkelerinde de, kadınlar, doktor muayenesinde soyunmak istemezlermiş. O dönemlerde, doktorlar muayene yerine, hastanın, ağrıyan yerini gösterebileceği, küçük insan modelleri kullanırlarmış!

Ortaçağ'da kadın saçı "günahkâr ve ahlâksız" olarak nitelendiği için kadınların kiliseye başı açık girmesi yasaklanmış!

XIX. yüzyıl İngiltere'sinde bazı erkek politikacılar, "kadınlara oy hakkı vermenin ırkın intiharı, ırkın sonu" anlamına geldiğini, oy hakkı verildiği takdirde "kadınların sadece politikayla ilgilenip çocuk doğurmayacağını, böylelikle de İngiliz ırkının kuruyup yok olacağını" iddia etmişler hararetle! Uzun tartışmalar ve mücadeleler sonunda İngiliz kadınları oy haklarını almışlar ve kadınlar, oy hakları var diye, ne çocuk doğurmaktan vazgeçmişler, ne de İngiliz ırkı kuruyup yok oluvermiş!...

1970'li yıllarda, Batı Almanya'da yapılan bir araştırmaya göre, ankete katılanların çoğunluğu, "hayvanları dövenlerin, karılarını dövenlerden daha ağır cezaya çarptırılmalarını" istemiş!


Not: Bu yazı, ;Murat ÖZSOY’un İsveç ve Filmin İkinci Yarısı adlı kitabından yazarının özel izni alınarak yayımlanmıştır.


 Yazılan Yorumlar...
hakangeziyor
(01 Şubat 2012)
Murat hocam, İsveç ya da herhangi bir şehirle ilgili onlarca gezi yazısı okuma şansımız olur. Ama gezi yazısı ile birlikte bir ülke insanını, yaşamını bu kadar keyifli ve akıcı bir üslupla anlatan bir gezi yazısına herhalde çok az rastlanır. Ne iyi olmuş da oralarda bu gözlemleri yapacak kadar uzun süre bulunmuşsunuz ve bizlerle paylaşıyorsunuz.
Şu sıralar bir AB kurumunda görev yaptığım için bir kaç İsveçliyle tanışma imkanım oldu. Gerçekten biz Akdeniz insanına benzemiyorlar; sakin ve ölçülüler. Bizim gibi bağıra çağıra konuşanına rastlamadım doğrusu. Tabi hangisi tercih edilir duruma göre değişir belki...

"tüm gelişmişliğine karşın İsveç, hâlâ bir köylüler ülkesidir!". Bu yorumu daha önce de okumuştum. Siz de teyit ediyorsunuz yani...

İlgiyle ve merakla bekliyorum. Kaleminize sağlık.
Erdin İVGİN
(01 Şubat 2012)
Murat Özsoy altı yıl yaşadığı İsveçe ilişkin gözlemlerini paylaştığı “İsveç ve Filmin İkinci Yarısı” kitabının ilk bölümünü keyifle okudum. İsveç insanının yaşamını çok boyutlu olarak gözlemleyen ve edindiği bilgi ve tecrübeleri sanatsal bir anlatımla bize aktaran Özsoy’a çok teşekkür ederim.