İzlanda : Altı Yanan Üstü Donan Buzlar Ülkesi...

Gezginler için merak uyandırabilecek İzlanda gezimde aldığım minik notlarımı sakladığım yerden çıkarıyorum. Bu notlar, belleğimdeki anlarımı paylaşmama yardımcı olacaklar. Ankara’dan İstanbul ve sonra da Kopenhag. Tüm kışkırtıcı renkleriyle bulutlar hayallerime göz kırpıyorlar. Hayallerimden uçağın kanadında şimşek gibi parlayan bir ışıkla silkiniyorum, birkaç saniye sonrada uçağa bir şey çarpmış gibi tok bir sesle… Bu gürültüden hemen sonra pilotun “Uçağın kanadına yıldırım çarptı, her şey kontrol altında” sesiyle bulutlardan uçaktaki yerime dönüyorum. Birkaç dakikalık panik yerini sakinliğe bırakıyor. Kopenhag’tan Reykjavik (ülkenin başkenti) uçağına biniyoruz. Nihayet buzlar ülkesi İzlanda’dayız. İzlanda Atlas okyanusun kuzeyinde volkanik bir ada üzerinde kurulmuş ve çevresindeki birçok küçük adadan meydana gelmiş bir devlet. Bir Avrupa ülkesi. En yakın komşusu Grönland 350 km uzakta. Diğer komşuları Norveç ve İskoçya.





Uçaktan gördüğüm gibi volkanik bir ada üzerinde kurulmuş, ancak adanın büyük bir bölümü lav ovaları, buzullar ve yanardağlarla kaplı. Yerleşim alanları az. Gördüğüm diğer ülkelere benzemiyor. Ülke nüfusunun 250.000 civarında olduğunu belirttiler. Ada İstanbul’un bir semti kadar. Bizi karşılayan grupla önce jeotermal kompleks olan Blue Lagoon ‘a gidiyoruz. Dışarısının en az –10 derece olduğu bu bölgede, (boşuna adaya altı yanan-üstü donan dememişler) gölün sıcaklığının hep 30 - 35 derecede kaldığını öğreniyoruz. Epeyce büyük bir göl, her yerinden bembeyaz kaynayan sular, buharlar çıkıyor, hatta alev çıkan bölümü dahi var. Volkanın ağzında yer alan bu egzotik göl, insana başka bir gezegendeyiz hissi uyandırıyor. Zaten İzlanda da bu hisse hep kapıldım. İnsanlar cıvıl cıvıl gölde yüzüyorlar. Kızlı erkekli gençlerden oluşan bir grup ellerinde yeşil renkli içkilerle gölün içinde yaş günü pastasını üfleyen kıza neşeyle eşlik ediyorlar. Hemen mayomu giyip, birkaç dakikalık bir üşümeden sonra kendimi göle atıyorum. Mavi göl çok sıcak, hatta kaynar sıcaklık beni biraz ürkütüyor. Gölün her tarafını kaplayan bembeyaz kireçleri, cilde iyi geldiğini söyledikleri için vücuduma sürüyorum. Beyaz bir heykel oldum, göldeki diğer insanlar gibi. Müthiş bir ortam. Bu sihirli atmosferde, fondaki özgün ve samimi müziğin ritmine kendimi kaptırmış, gölün keyfini çıkarıyorum. Gölden istemeyerek çıkıyorum ve aynı tesislerde balık ağırlıklı yemekleri tadıyorum iştahla.





Ülkenin her yerini şelaleler kaplamış. Adanın adı “Buzlar Ülkesi”. Buz Dağı ülkenin sembolü. Buzul Dağı’nın (jökull) etrafı eski sönmüş volkan ve lavla çevrili. Dağın mistik bir yapısı olduğunu, efsaneye göre Pagan tanrısı (Bardur) tarafından korunduğunu, Trol’un da (Viking tanrısı) Bardur’a güç verdiğini belirtiyorlar.

Bir hafta kalacağımız şehre, Olafsvik’e gidiyoruz. Bin nüfuslu bu kasabada sakinlik ve dinginlik şaşırtıcı...Sokaklarda kimse yok. Başkent Reykjavik’teki gibi ağaçlar, bitkiler, çiçekler ve toprak yok. Reykjavik’teki toprak ve bitkiler de bölgenin doğal ortamı değil zaten, insan eliyle sonradan düzenlenmiş. Her yer irili ufaklı muntazam yuvarlak, elips volkanik taşlarla dolu. Toprak zemin yerine taşlardan oluşmuş zemin var. Taşların mistik gücünden bahsediyorlar, en güzellerini ayırarak kolye, yüzük yapmak için saklıyorum. Binalar renk renk, birbirine benzeyen mimari tarzda ve çoğunlukla tek katlı. Birbirine benzeyen pikap tarzında eski model arabalar görüyorum. Evlerin içi sıcak, elektrikle ısınıyorlar ve ülkede elektrik bedava. Ülkenin her yerindeki sıcak su kaynaklarından elektrik enerjisi üretiyorlar. Ülkemizdeki zengin kaynaklardan da böylesi tertemiz enerji elde edemez miyiz diye düşünmeden edemiyorum.





İzlanda’nın altı ay gündüz, altı ay gece olduğunu buraya gelmeden önce duymuştum. Ancak bu duruma uyum sağlamak pek kolay olmadı. Yirmi dört saat aydınlık olduğu için uyku düzenimiz biraz karıştı. Kasım sonundan Ocak ayının sonuna kadar hiç gündüzün olmadığını, sürekli karanlık olduğunu, bu yüzden depresyon ve intihar olaylarının yaşandığını, yazın on beş dakika ara ile adanın bir bölümünde güneşin doğuşunu ve batışını izleyebileceğimizi anlatıyorlar. Bunun dışında Eylül-Ekim ve Mart-Nisan aylarında yeşil, kırmızı, pembe v.b. renklerden oluşan kutup ışıklarının gökyüzündeki olağanüstü (aurora- ruhların dansı) dansını da izleyebileceğimizi söylüyorlar.

Birçok evde yemeğe davet ediliyoruz. Evlerin içi, mobilyalar dahi birbirine çok benziyor. Ev sahiplerimiz eşleriyle birlikte hazırladıkları yemekleri ikram ediyorlar. Balık türevleri, kalamar, ahtopot, karides, sushi, köpekbalığı kanadı, kurutulmuş balık, çiğ balık, balık salataları, v.b. Malt ve soda (orange) karıştırarak yaptıkları Christmas içkisi ikram ediliyor. Tavada şekeri eritip, tereyağı ve krema ile süsledikleri haşlanmış minik patates tatlısı ikram ediliyor.

Kasabada neredeyse herkes birbiri ile akraba. Gittiğimiz birçok okulda öğretmenler odası, akrabalar odası gibi yerler var (1000 nüfuslu bir yerleşim yeri olunca). Okullarda Beko marka televizyonları görünce heyecanlanıyoruz ve spontane(!!!) biçimde alkışlıyoruz. Öğrenciler okulun içinde ayakkabı giymiyorlar. Okula girince koridordaki ayakkabılıklara ayakkabılarını diziyorlar. Bu durumu; okul ortamında ev sıcaklığını hissetmeleri olarak açıklıyorlar. Gittiğimiz okullarda down sendromlu çocukları gördüğümüzde; kaynaştırma eğitimi yaptıklarını ve bu çocuklara okulda yardımcı olan gönüllülerin olduğunu belirtiyorlar. Kasabada herkes birbiriyle akraba olduğu için down sendromunun normalden biraz fazla olduğunu belirtiyorlar. Kasabaya ait at çiftliğine gidiyoruz. Herkesin bir atı var, İzlanda atı demek daha doğru olur. Ülkenin soğuk iklimiyle özdeşmiş, kısa, bodur, yeleleri çok uzun, çok tüylü atlar. Boyları kısa ve ayrıca sakin oldukları için çok rahat bu atlara binip, dolaşıyoruz. Kasabada neredeyse her çocuğun ve gencin kendine ait bir atı olduğu için atlarına kendileri bakıyor ve kaşağılıyorlar.





Gufuskalan’dayız. Burası balık stoklama yeri. Karşı tarafin Avrupa’nın en batı kıyısı olduğunu söylüyorlar. Dünyanın dört bir yanından buraya çalışmaya gelmişler. Metrelerce balıklar, çeşit, çeşit, şaşırtıcı. Neredeyse ülkenin tek geçim kaynağı bu balıklar. İrlanda ve İngiltere ile ticaretlerinin sıkı olduğunu söylüyorlar. Devasa balıklar soğuk depolarda muhafaza ediliyor. İçeriye girmeyi denediğimizde iki saniyede dahi donacağımızı zannederek dışarı kaçıyoruz.

Hellnar’daki naturel müzeyi, kasabanın kilisesini, balık fabrikasını, mezarlığını geziyoruz. Bu kadar sade, tertemiz mezarlığı görmek diğer gördüğüm mezarlıklardaki duyguyu yaratmıyor bende. Hafif kubbeli bir toprak, yanında bir palet, bir kitap, bir obje. Taştan olanlar da çok sade. Çok doğal ortam.

Adanın yaşamındaki sadeliğin ölüm kavramına bakışlarına da yansıdığını düşünüyorum. Açık alanlardaki modern, minimalist tanınmış sanatçılara ait büyük boy heykelleri hayranlıkla izliyorum. A.Calder’in de bir heykeli vardı. Tabiat müzesinde hiçbir görevlinin olmaması ve kapısının gelenlere açık olması, belediye binasının çok sade, kapılarının açık ve korumaları olmadan, başkanın sakin sakin çalıştığını görmek, aynı şekilde başkentteki meclis binasının, başbakanın, bakanların sadeliği, meclisin çoğunlukla gençlerden oluşması, kilisede gönüllü insanların eğitim ortamı gibi, çocuklara resimler yaptırıp, oyunlar oynattığını görmek belleğimde kalan ilginç anılardan bazıları… Ölen balıkçıların adlarının yer aldığı koyu renkli mermerden yapılmış üç yüz adet anıta bakarken, bir bölümünde isimlerin yazılı olmaması dikkatimizi çekiyor ve soruyoruz. Aldığımız yanıt ise şöyle: Atlantik Okyanusu hemen hemen herkesin balıkçılıkla uğraştığı bu bölgede rutin bir biçimde can alıyormuş. “Siz nasıl depremle yaşamaya alıştıysanız biz de bu gerçekle yaşamaya alıştık” diyerek olası balıkçı ölümleri için isimsiz anıtların olduğunu belirtiyorlar.





1948’de fırtına nedeniyle kıyıya vuran ve batan, gelgit dalgaları yüzünden ancak beş gemicinin kurtarıldığı olayı unutmamak için geminin enkazını olduğu gibi korudukları Dritvik’teyiz. Enkaz tabiatın ortasında açıkta olduğu halde, hiç kimse hiçbir şeye dokunmamış ve her şey aynı duruyor. Zaten ülke açık müze gibi bence.

Her fırsatta Viking olmadıklarını, Danimarkalıların Viking olduğunu belirttikleri halde gelgitlerden oluşan küçük havuzların Vikinglere içme suyu olduğunu anlatıyorlar. Her birisi 20-30 kilo gelen adeta usta bir heykeltıraşın elinden çıkmış geometrik heykeller gibi duran dev taşları görüyorum. Onlar, bu taşların ne kadar büyüğünü taşıyabilirsen o kadar uğur getireceğini söylüyorlar. Kaldırmaya çalışıyoruz, ancak nafile. Miço’ların bu taşları çok rahat taşıdıklarını belirtiyorlar.

Büyükçe bir tirolle ada gezisi yapıyoruz. Okyanus masmavi, tertemiz, uçsuz bucaksız. Her zaman dev balinaların oynadığı bu maviliklerde balinaları göremiyoruz ne yazık ki. Fakat kırmızı ayaklı ve kocaman kırmızı, sarı gagalı PUFFIN papağanının yüzlercesini denize bakan balıkçı koyunda, doğal ortamlarında heyecanla izliyoruz. Dergilerde ve belgesellerde hayranlıkla izlediğim bu kuşlar, yanı başımda, hem de yüzlerce, binlerce. Tüm gezi boyunca fotoğraf makinelerimiz bu büyüleyici anları belgeliyor.





Yeni küresel mali krizden büyük yara aldıktan sonra AB'ye başvurma kararı alan İzlanda’nın AB’ye girmeyi reddettiklerini ve üyesi olmadıklarını anlattıklarını gezi notlarımdan anımsıyorum. Gezi boyunca günümüz hastalığı olan tüketim çılgınlığına yönelik ipuçlarını pek göremedim ülkede. Sadeliğin, kuralların, doğallığın, gönüllülüğün olduğu bu ülke beni şaşırtıyor.

İzlanda müziği denilince akla gelen en önemli iki isim Björk ve Sigur Ros. Dünyanın dört bir yanında biliniyor olmalarına rağmen özgünlüklerinden hiçbir şey kaybetmemelerinin nedenini bir haftalık İzlanda gezimizde ipuçlarını aldığımı düşünüyorum. Çünkü Avrupa’nın bu uzak küçük adasında her şey doğal, özentisiz insanî, bozulmamış.

Son gün Reykjavik’te bir İspanyol lokantasında İspanyol garsonun tek bildiği Türkçe sözcük olan “GARDAŞ” seslenişiyle kahkahalar atıyoruz ve İspanyol yemeklerinin lezzetine kendimizi kaptırıyoruz. Bu ilginç gezimizden ilginç anıları, güzellikleri, dostlukları belleğimize yerleştirerek, ülkemize dönmek üzere uçağa biniyoruz. Uçağın camından, rotamızdaki ülkelerin kuş bakışı görüntülerinin dayanılmaz cazibesine kendimi kaptırmış, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan İstanbul’a varıyoruz. Toprak ve yeşilliğin bolluğunun şaşkınlığını yaşayarak, alıştığım keşmekeşi özlediğimi duyumsuyor ve ülkemi sevgiyle kucaklıyorum...

Şükran Şahin


 Yazılan Yorumlar...
Nursel Baykasoğlu
(03 Temmuz 2012)
Okadar açık yalın ve anlaşılır bir dille yazılmış ki,sanki bende gezdim,gördüm ve yüzdüm...Yüreğine sağlık.Kalem tutan ellerin dert görmesin..N.Baykaskızı
Şule Tüzül
(20 Nisan 2012)
Şükran Hocam,
Bı yazınızı da imrenerek okudum. Ne kadar güzel yaşamış ve ne güzel aktarmışsınız. İmrenişim hem size hem İzlandaya. Yaşam sanatını keşfetmişler. Ben her ay neredeyse 100 TL elektrik faturası ödüyorum. Her geçen gün sokakta yürümekten, bir devlet dairesine işimin düşmesinden duyduğum ürkekliğin dozu artıyor. Devlete ve insanlara güvenim azalıyor. Engellilerin dahil olduğu karma eğitim sistemi zaten beni hayran bıraktı. Hani sanki bir ülkeyi değil de bir rüyayı anlatmışsınız gibi:) Ne olurdu biz de böyle bir ülke vizyonuna sahip olabilseydik. Yalnız ve güzel ülkemin ne eksiği var ki bunları yapamıyor işte:)
Yüreğinize sağlık. Sevgilerimle.
NEŞE
(19 Şubat 2012)
Heyecanla okudum,çünkü bu ülkeye gidenlerden ve fotolardan edindiğim izlenim bana daima dünyanın oluşumunu hatırlatıyor ve sanki milyon yıl geriye gitmiş gibi oluyorum,tabiat Ana ya saygım bir kez daha tekrarlanıyor...Sakinliklerin içinde buzlar ve ateşler....Ne tezat....Teşekkürler...
Erdin İVGİN
(15 Şubat 2012)
Büyük bir bölümü volkanik olan bu adada yanardağlar hâlâ faal
bitki örtüsü neredeyse yok ve toprak tarıma elverişsiz
balıkçılık dışında üretimin zor olduğu coğrafya
ama tüm bu zorluklara rağmen bağımsız olabilen bir ülke.
İzlanda'yı bize tanıttığınız için teşekkürler.
Bu farklı çoğrafyayı ve kutup ışıklarını görmek için bence gidilmesi gereken bir yer.
meral erdem
(15 Şubat 2012)
Sevgili Şükran Hocam,
Gezme, keşfetme, gözlemleme ve öğrenmenin büyük bir keyifle yaşandığı İzlanda gezini bizlerle paylaşarak düşünsel, düşsel, ve görsel zenginliğimize sağladığın katkı için teşekkürler...
Yüreğine ve kalemine sağlık.
Diğer gezilerini de bizlerle paylaşman dileğiyle...
Sevgilerimle.
başak aksu
(15 Şubat 2012)
hocam gerçekten çok güzel bilgiler edindim, ayağınıza sağlık resimleri okulda bakmak isterim sevgiler öptüm
hakangeziyor
(14 Şubat 2012)
Hocam, ne iyi etmişsiniz de taa oralara gitmişsiniz. Bakın biz de sizin sayenizde gitmiş kadar olduk. Avrupanın bu en yukarısında yer alan minik adasının hikayesini bizlerle paylaştığınız için sonsuz teşekkürler. Başka yazılarınızda görüşmek dileğiyle. Kaleminize sağlık.
Lüksemburgdan sevgiler ve saygılar...
muratozsoy
(14 Şubat 2012)
Sadelik, doğallık, gönüllülük...
Ne hoş özellikler...
Altı yanan,
üstü donan
İzlandadan...
Kaleminize sağlık Şükran hocam...