Arabamla Dünya Turu – ABD : 1 (Seattle)

Alaska'yı Amerika'dan saymazsak, Amerika'ya ilk defa giriş yapacağız. Üstelik, yine Alaska'yı Amerika'dan saymazsak, ben hayatımda Amerika'ya ilk defa gireceğim. Diyeceksiniz ki, "Alaska'yı niye Amerika'dan saymıyorsun?". Onu Amerika'dan saymayan bir tek ben değilim ki! Amerikalılar'ın kendileri bile bazen Alaska'dan, sanki başka bir ülkeymiş gibi bahsediyorlar: US ve Alaska.

Amerika'ya giriş noktamız, Montana eyaletinde, Glacier Ulusal Parkı'nın da başladığı yer. Aslında bu park, hemen kuzeyindeki devamı olan Waterton Lakes Ulusal Parkı (Kanada) ile 1932’de birleşerek Waterton-Glacier Uluslararası Barış Parkı adını almış.…ve yine aslında, bir önceki yazımda belirttiğim gibi bizim Kanada'daki son gecemiz Banff'ta Kemaller'le değil, onun ertesi günü Waterton Ulusal Parkı kamp yerindeydi. Ancak, şişirilmiş bir yazının hazin kaderi, asılsız hikâyeleri de içeriyor olması, aynı zamanda. Şimdi, bu bir Amerika yazısı olduğuna göre, içerisine Kanada'yla ilgili bilgilerin yer alması, ansiklopedik disiplin açısından hoş karşılanmayacak bir durum ama, hikâye eksik kalmasın.

Söylemiştim; Canmore'da arabanın yağını değiştirttiğimi. Sonrasında, geç bir saate kalacağımız belli olunca, sınırı geçmekten vazgeçip, Kanada'daki son milli park kampımızı yapmaya karar verdik. Zaten, sınır da saat 18:00'de kapanıyormuş; ertesi gün öğrenecektik.

Waterton Lakes Ulusal Parkı'nda kamp yerimiz ve diğer alternatif The Prince of Wales Oteli..

Waterton Ulusal Parkı'na girişte, kapıdaki binada mesai bitmişti bile. Waterton Gölü kıyısındaki kamp yerine ulaştığımızda ise, kayıt binasının kapısının üzerinde "Sabah saat 8:00 döneceğiz" diye bir kağıt asılıydı. Herhalde o saate kadar kapıda beklememiz gerektiğini kastetmiyorlardı, içeri girdik. Kendimize, dışarıda ince ama yoğun yağan yağmurda, en az ıslanacağımız stratejik bir nokta tespit ettik; tuvaletlere ve yemek yemek için yapılmış sundurmaya eşit uzaklıkta, ortada bir nokta. Ben çadırı açarken, Buket de sundurmanın altına taşıdığımız ocak ve malzemelerle yemek yapmaya başladı. Yağmur şiddetini iyice arttırdığında biz yemeğe başlamıştık. O geceki çadır hayatımız erken başladı, bu yüzden. Dışarıda durmanın hiç anlamı yok. Ertesi sabah yağmur dinmiş ancak, hava hala bulutlu ve soğuktu. Kahvaltımızı bitirdikten sonra kayıt binasında park ve kamp ücretimizi ödeyip ayrıldık.

Sınıra doğru yaklaştıkça yol gitgide dikleşiyor, yolda yeniden başlayan yağmur da hafiften kara dönüyordu. Zirveye vardığımız noktada önce Kanada, ardından da ABD sınır geçişleri var. Kanada'dan çıkıyoruz diye kimse ilgilenmedi bile. Neredeyse yoğun tipi altında girdiğimiz Amerikan sınırında gösterdikleri ilgi ise, arabanın arka kapağını açıp içeriye kısa bir bakış fırlatmak ve -herhalde- artık tekrarlamaktan bıktıkları klasik soruları sormaktan ibaret kaldı; "Nereden geliyorsunuz?", "Arabanızda silah var mı?", "Yiyecek taşıyor musunuz?" v.s.. Zirveden iniş, çıkışımızdan çok daha virajlı ve dikti. Niyetim, Glacier Ulusal Parkı'nın içinden geçip, güneydeki 2 numaralı yola çıkmak. Ancak, parkın içinden geçen yol, kış koşullarından henüz kurtulamadığı için açılmamış olduğundan, etrafını dolaşmak zorundayız. Akşam saat 20:30'da Couer d'Alene'e vardık. Bu isimle ilgili rivayet muhtelif. Ancak, anlayacağınız gibi Fransızca ve dolayısıyla da Fransızlar tarafından konulmuş; 18. yüzyılda buralarda kürk ticareti yapan Fransızlar tarafından… Burası, göl kıyısında, lüks otel ve restoranlarla dolu bir sayfiye yeri, aslında. Akşam bir motele yerleşip, yol yorgunluğumuzu atıyoruz. Ertesi sabah Couer d'Alene Gölü kıyısında ufak bir gezinti yaptıktan sonra yola yeniden koyulduk. Bugünkü hedefimiz Seattle. Sınırdan itibaren 1,200km'lik yolu tamamlayabilmek için, bir gün önce 620km yaptık. Bugüne de 580km kalıyor. Acelemiz, yarın Alican'ın Seattle geliyor olmasından. 90 numaralı yoldan hiç ayrılmadan, akşam makul bir saatte Seattle girdik ve önceden yer ayırttığımız otele yerleştik. Bütün aile bir araya geleceğine göre, şöyle şehrin şenlikli merkezinde bir otel olsun istedim. İyi de yapmışım.

Seattle’da...

Alican'ı karşılamaya ben gittim. Arabada iki koltuk olunca, Buket'i de götürmem olanaksız. Otele döndüğümüzde, uzunca bir özlem giderme faslı yaşadık tabii. Akşam yemeği için dışarı çıktığımızda, otelin karşısındaki Jazz Alley Restaurant'ın kapısındaki panoda, 3 Haziran'da Cassandra Wilson'ın sahne alıyor olduğunu gördük. İstanbul'da da dinleme fırsatı bulduğum ve müziğini pek beğendiğim Cassandra Wilson'ı kaçırmak olmazdı; 3 Haziran için rezervasyonumuzu yaptırdık, Alican ve ben.

30 Mayıs Pazar günü hep birlikte şehri gezeceğiz, plan böyle. Ancak, ondan önce, sabah İstanbul'daki komşularımızdan Özlem'in kardeşi Cihangir ve ailesiyle buluşup, tanışacağız. Öğleye doğru otelde buluşmak ve bir yerlerde kahve içmek üzere sözleştik. Güzel bir café'de uzun uzun muhabbet ettik; Cihangir ve eşi Aslıhan'la. Küçük Lara da bol bol resim yaptı bize.

Aslıhan, Cihangir veeeee minik Lara...

Şehirde etnik müzik festivali var ve özellikle Seattle Center çok cümbüşlü. Buraya, şehrin merkezinden, yerden 20m yukarıdan giden bir monoray trenle ulaşılabiliyor. Seattle Center, hem fuar alanı, hem de sanat gösterilerinin de düzenlendiği eğlence mekânı bulunan bir park. Bu parkta, üzerinde tüm Seattle'ı seyredebildiğiniz döner bir restoranı da olan TV kulesi de var. Ancak, parktaki en dikkate değer yapı -bence- Experience Music Project and Science Fiction Museum-EMP|SFM (Deneysel Müzik Projesi ve Bilim Kurgu Müzesi) adlı binası. Binanın mimarı, Los Angeles'taki Walt Disney Concert Hall ve Bilbao'daki (İspanya) Guggenheim Müzesi'ni de tasarlayan Kanadalı Frank Gehry. Gehry'nin stili olan metal plakalarla kaplanmış tümüyle kavisli yüzeylerden oluşan binaların tipik bir örneği, buradaki de. Monoray da, bu binanın içinde sonlanıyor. Alican'la saatlerce içini ve dışını seyredip, fotoğraf çekerken, Buket de festival nedeniyle düzenlenen konserler ve kurulan sergileri geziyordu.

Seattle Center'da TV kulesi, Space Needle...


EMP|SFM binası...

Parktaki kapalı dans salonunda da, folk müzik eşliğinde insanlar dans ediyordu. Çoğunuz Red Kit okumuştur; oradan hatırlarım. Dans salonlarında sahnede müzik çalar ve bir yandan da sahnedeki müzisyenlerden biri tarafından komut verilir : "Eş değiştir", "Kol kola gir", "Geriye dön" falan diye. Salondaki topluluk da o komutlara uyarak dans eder ve böylece dans, toplu bir gösteriye dönüşür. İşte bu dansları canlı seyrettik orada. Dans edenler, oraya gelen genç-yaşlı, herkes. Yaşlı derken, içlerinde 80'ini aşmış olanlar da bayağı fazla. Bazıları özenle giyinerek gelmiş. İçlerinde, eski günleri anımsatacak kıyafetlerle gelenler bile var. …ve herkes büyük bir dikkatle, verilen komutları yerine getirmeye çalışıyor ve yaptıkları danstan da son derece keyif alıyorlar. Biz de uzun süre onları seyrettik.

Dans Okulundan Kareler ve akşam yemeğindeki restorandan bira sifonu koleksiyonu

Seattle şehri üç önemli isimle anılır; Microsoft, Boeing ve Starbucks. Bu üç büyük marka da Seattle'da doğmuşlardır ve özellikle ilk ikisi, burada yaşayan ileri teknoloji eğitimli nüfusun oranın önemli ölçüde yükselmesini sağlamıştır. Sonuncusu da -herhalde- pazarlama dâhileri nüfusun…

Buket'i, 31 Mayıs Pazartesi günü İstanbul'a yolcu ettik, Seattle'den. Alican'la biz de, kalmakta olduğumuz otelden ayrılıp, yine şehir merkezinde bir hostese yerleştik. Bu hostel ise, başlı başına bir konu, her bir odası ayrı bir sanat şaheseri. hostelworld.com tarafından ABD'nin en iyi hosteli seçilmiş. Temizliği, düzeni ve güler yüzlü personelinin dışında en önemli özelliği ise, her biri ayrı bir sanatçı tarafından dekore edilmiş odaları. Tamamını görmek için ise, www.hostelseattle.com adresini ziyaret edebilirsiniz

City Hostel Seattle...Ve bizim kaldığımız oda...

O gün öğleden sonra, Alican'la şehri gezdik, birlikte. Pike Place Public Market ilk mekânımız. Balıkçısından manavına, kasabından çiçekçisine kadar her şey var burada. Sonra da, Alican'ın özellikle merak ettiği Olympic Sculpture Park. En son, Boeing uçak fabrikalarının ilk temelinin atıldığı yerdeki The Museum of Flight'a gittik. Biraz geç kalmış olmamız nedeniyle, kapanmak üzere olan müzeyi hızlı gezdik, ama… Pike Place Public Market

Pike Place Public Marketten kareler...

Daha önce söylemiştim; 3 Haziran akşamı Jazz Alley'de Cassandra Wilson dinlemeye gideceğiz. O güne kadar ise, benim Lando'yla ilgili bazı işlerim var, Alican da şehri gezecek. Lando'nun ayakkabıları, özellikle Moğolistan'da çok yıprandı, eskidi. Artık değişme zamanı geldi. Ancak, burada ayağındaki ayakkabılardan (Michelin XZL) bulmamız mümkün değil. Onun yerine, BF Goodrich Mud Terrain KM2 alacağız. Ayrıca, arka akstan gelen kazıntı sesi de bir süredir beni rahatsız ediyor. Aks rulmanları olma ihtimali yüksek. Bir de Vancouver'da taktığım yeni klimaya gaz basılması ve yağ konulması gerekiyor. Bu işler için, internetten bulduğum bir Land Rover servisine gideceğim, Pasific Coast Rover Club tarafından da önerilen.

Seattle’da...


Olympic Sculpture Park'ta çiçekler...

Lamorna Garage'a vardığımda, Lando kendinden yaşlı hemcinslerini görünce pek mutlu oldu. Land Rover hastası bir ustanın mekânına geldiğimiz, dışarıda duran arabalardan belli. Gord'n gerçekten bir Land Rover hastası; tecrübeli, titiz. Arka aks rulmanları sağlam görünüyor. Ancak sağ ve sol aks millerinin uçlarındaki frezelerde, ileride tehlike yaratabilecek aşınmalar var. Murphy Kanunları'na göre, bu bir sorun yaratacaksa, en zor koşulda yaratacaktır. Değiştireceğim ama, getirtilmesi 2 ay diyor, Gord'n. Elinde, başka araçlardan sökülmüş temiz frezeli kapaklardan 2 tane veriyor. Milleri de Otokar'dan isteyeceğim. Los Angeles'a göndertir, orada da kendim değiştiririm. Yandaki atölyede de klima işini hallettirebileceğim. Böylece, bugün arabayla ilgili işler bitiyor. Lastikler için de, yarın sabaha randevu aldım, değiştirilecek.

Lamorna Garage; Gord'n ve bendeniz...

İlgilenenler için de Lamorna Garage'ın kontakt bilgileri aşağıda:
Lamorna Garage
Gord'n Perrott
1142 NW 50th Street, Seattle
Tel : (206) 361-7002
E-posta : info@lamornagarage.com
http://www.lamornagarage.com

O akşam Cihangirler yemeğe davet ettiler. Bizimle birlikte, Türkiye Fahri Konsolosu ve eşini de çağırmışlar. Keyifli gecede mantı yedik; hem de, sarımsaklı yoğurtlu. Güzel de bir haber var: Benim için soru işareti olan Peru vizesi için bir umut doğdu. Peru Fahri Konsolosu'yla görüşeceğini söyledi, Ufuk Bey.

3 Haziran Seattle'da son günümüz. Sabah programımız Boeing'in kuzeydeki yeni fabrikasını gezmek. Burada Boeing'in son uçağı 787'nin üretim hattını da göreceğiz. Turu, nedense, hosteldeki broşürlerden birinde gördüğümüz şirketten ayarladık. Ancak, hostelden alındığımız minibüsle fabrikaya vardığımızda acıyla gördük ki, gelenlerin birçoğu, kendi arabalarıyla gelip, fabrikayı Boeing tarafından organize edilen turla geziyorlar; aynı minibüsten indikten sonra bizim de dahil olduğumuz gibi. Anlayacağınız, Alican ve ben, Seattle'ın kuzeyindeki Boeing fabrikasına gidip dönmek için USD70.00 kadar fazladan para ödemişiz. Neyse! Akılsız başın cezası, işte.

Boeing Fabrikasından...

Fabrika içerisinde bir Jumbo Jet (Boeing 747), bir 777 ve bir de 787'nin üretim hattı gezdirildi bizlere. Diğer tüm yeniliklerin yanında 787'nin en önemli özelliği, tüm gövdesinin karbon-fiberden yapılıyor olması. Konvansiyonel malzemeye göre çok daha hafif olan karbon-fiber, ayrıca alüminyuma göre daha esnek olması nedeniyle, basınç değişikliklerinden kaynaklanan esnemeler sonucu oluşan yorulmalardan da etkilenmiyor. İlk 787'ler üretim hattından çıkmışlar ve iç tefrişatlarının bitilmesini bekliyor. Sizlerin de tahmin edeceği gibi, içeriye fotoğraf makinesi alınmıyor. Fotoğraf çekilebilen tek yer, fabrika girişindeki sergi salonu. Yukarıdaki fotoğrafın sağında gördüğünüz dev silindir, 787'in karbon-fiber gövde parçalarından birisi. Yanındaki küçük ve üzerinde Pan Am (tarihe karışan eskinin meşhur Amerikan hava yolları şirketi) yazılı parça ise, eski bir Boeing 707'den; aradaki teknoloji farkını çarpıcı olarak göstermek üzere konulmuş.

Cassandra Wilson'dan bir fotoğraf...

Akşam yedi buçukta, Cassandra Abla'nın programı için Jazz Alley'deyiz. Masamız, perküsyonun hemen arkasında olduğu için sahneyi görme konusunda biraz şanssızız. Garson hanıma fotoğraf çekmek istediğimi, başka müsait masa olup olmadığımı sordum ama, sahneye bu kadar yakın olan yokmuş. Sekizi biraz geçe Wilson sahneye çıktı. Aralıksız 45 dakika kadar süren programı büyüleyici. İstanbul'da konserini izlemekle, burada hemen yanı başında dinlemek arasında çok ciddi bir fark var. Bu fırsatı iyi ki kaçırmamışız. Wilson'ı anons edip sahneye çağıran kişi, konser sırasında flaşla fotoğraf çekilmemsi konusunda uyarı yapmıştı. Ben zaten flaş kullanmaktan nefret ettiğim için, makinemin ayarlarını bu loş ortama göre yapmıştım. İlk parçasını söylerken birkaç kare fotoğraf çektim. Parça sonunda Wilson gelenlere teşekkür ettiği klasik konuşmasının hemen ardından gözlerini bana dikerek "Fotoğraf çekilmemesi için uyarılmıştı" dedi. "Uyarılmamıştı abla", diyemedim; ellerimle özür dilediğimi belirtir bir işaret yaptım yalnızca.

4 Haziran Cuma sabahı, Alican'la toparlanıp, Yellowstone Ulusal Parkı'na, yani doğuya doğru yola çıktık. Esenlikler...

(Devam edecek)



Not: Ali Eriç'in “Arabamla Dünya Turu” gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu – Türkiye (Başlangıç – Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz.


 Yazılan Yorumlar...
Kivancsacar
(24 Ocak 2013)
çok merak ettim gerçekten de dünyayı arabanızla mı gezdiniz