Arabamla Dünya Turu – Panama (Panama City - Panama Kanalı)

Kosta Rika’nın başkenti San Jose’den çıkıp yıldırım hızıyla Panama’ya gidişimi biliyorsunuz. Kosta Rika topraklarını terk edip de, Panama sınırına vardığımda, gümrük işlemlerinin alışageldiğim çabuklukta olmayacağını bilmiyordum; tam da en çok acelemin olduğu bir geçişte, üstelik. Pasaport işleminde bir sorun yok da, arabanın muayenesi için yarım saat gümrük görevlisinin keyfini bekledim. Sonra da 15 dakika ‘şunu aç, bunda ne var, bu nedir’ muhabbeti. Gerilmenin anlamı yok, adamlar olması gerekeni yapıyorlar da, bilseler akşama Panama City’ye varmam gerektiğini… Sınırdan kurtuluşumun ardından, Panama City’e girmeden önce bir otel bulma ümidiyle yeniden yola koyuldum. Gecenin karanlığında, büyük şehirde otel aramanın ne kadar zahmetli olduğunu eski tecrübelerimden biliyorum. Bulacağım otelin mutlaka internet bağlantısının olması lâzım, çünkü gemi nakliye firmasındaki kız bana, ertesi sabah saat 8’de olmam gereken ofislerinin haritasını gönderecek, e-postayla. Şehre 40km kala bulabildiğim tek otelin internetinin çalışmadığını öğrendiğimde, az kalsın yerleşmek üzereydim. Gerisin geri arabaya atlayıp, şehre girmeye karar verdim. Kader.

Gece saat 11:00’de girdiğim şehir merkezindeki otel seçeneklerini tek tek yokluyorum. Bazıları çoktan uykuya dalmışlar, bile. Gözüme kestirdiğim bir tanesine daldığımda saat gece yarısına 10 vardı. İnternetleri varmış, iyi. Arabayı otelin önünde, park bekçisinin vicdanının arttıracak bir bahşişle bırakıp, odama çıktım. Bilgisayarı açtığım ama, internete bağlanamıyorum. Aşağıya indim, umutsuz. “İnternetimiz kesikmiş!” Ertesi sabah bir taksiye adresi verip, arkasından takip ederim, diye düşündüm ve yattım. yorgunluktan hemen uyumuşum. sabahın köründe (benim saatimle saat 5 buçuktan bahsediyorum) dışarıdan gelen trafik gürültüsüyle uyandım. Ya sabır! Duş alıp, aşağıya indim. Arabanın içinde, kendi yanıma alacaklarımı ve arabada bırakacaklarımı ayırdım. İçeriyi biraz düzeltirken yaşlıca bir adam yanaştı yanıma. İngilizce biliyor, sohbete başladık. taksi şoförüymüş. “Saat 8’de arabayı nakledecek şirketin ofisinde olmam lâzım. Saat 7 buçukta beni oraya götürür müsün? Ben seni takip edeyim” dedim, adama. “Saat 8’e yirmi var zaten” dedi. Panama’nın saati Kosta Rika’dan 1 saat ileriymiş, meğer. İyi ki karşılaşmışız. Hemen odaya çıkıp kalan eşyalarımı aldım ve aşağıya indim. O önde, ben arkada ofisin olduğu, Panama’nın diğer ucundaki yeni iş merkezi muhitine geldik. Burada, arabayı niye ve nereye naklediyor olduğumu anlatayım. Bazılarınız -haklı olarak- sebebini bilmiyordur.

Pan American Highway (Wikipedia’dan araklanmıştır!)…

Pan-American Highway olarak bilinen yol, sembolik olarak Alaska’da, Arktik Okyanus’un kıyısındaki Prudhoe Bay’den (hani -27°C’de Buket’le donduğumuz yer) başlayıp, Güney Amerika’nın en güney ucu olan Ushuaia’da (ki, benim hedef noktamdır) sona eren yollar zinciridir. Ancak bu yol, bir tek yerde kesilir, ki oraya da Darien Gap (Darien Boşluğu) denilir. Bu boşluk, Panama ile Kolombiya arasındadır ve bu iki ülke arasındaki bataklık ve cangıl (Barlas’ın söylediğine göre, İngilizce jungle’ın karşılığı olarak Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne okunuş haliyle girmiş) bölge geçilemediği için böyle yaklaşık 100km’lik (kuş uçuşu) ‘yolsuz’ bir bölüm vardır. Darien, adını Panama’nın aynı isimli bu bölgesinden alır. Aslında ‘geçilemeyen’ ünvanı, yaya olarak birçok, motorlu araçla da birkaç kez çürütülmüştür. Motorlu araçla olanının ilki de 1972 yılında bir Range Rover’la yapılmıştır. İngiliz Ordusu’nun da destek verdiği geçiş 100 gün sürmüştür. Ne büyük macera, ama.

İşte bu boşluğu karadan geçemediğiniz için, Kuzey Amerika kıtasından Güney Amerika kıtasına aracınızı deniz yoluyla göndermeniz lâzım. Daha Panama’ya ulaşmamdan 2 hafta öncesinden beridir, gerek daha önce bu rotayı yapmış olan gezginlerin sayfalarından, gerekse internetten bulduğum her yolu denemeye başlamıştım. Bulabildiğim gezginlerin çoğu -nedense- araçlarını Ekvador ya da daha ileride ve farklı bir ülkeye göndermişlerdi. Panama’ya gönderenler de vardı tek tük ama, çok fazla detaylı bilgi vermemişlerdi; hangi deniz nakliye firmasını tercih ettikleri v.s. konusunda. Bir yerde, 2009 yılında Panama’yla Kolombiya’nın Cartagena limanı arasında periyodik seferlerin başladığını belirtir bir yazı okumuştum ama, onda da fazla detay yoktu. Nihayetinde, Wallenius Wilhemsen Shipping’in bu rota için haftada bir ro-ro seferi düzenliyor olduğunu öğrendim. Ro-ro kısaltamasının ne anlama geldiğini hemen açıklayayım. İngilizce ‘roll on-roll off’ deyiminde türetilen bu kısaltma, tekerlekli araçların, tekerlekleri üzerinde yürütülerek yüklenip, yine aynı şekilde boşaltıldığı deniz taşıma şekline verilen uluslar arası bir isimdir. Bu amaca uygun tasarlanmış, bir nevi büyük ‘feribot’ diyebileceğimiz, ancak içerisine bir feribota oranla çok daha fazla sayıda motorlu araç alabilen bu gemilere de ro-ro gemisi denilir. Özellikle motorlu taşıt üreticilerinin başka ülkelere sevkiyatları için kullandıkları bir taşıma yöntemidir. Wallenius Wilhemsen (WW) da, özelliklebu konunda -bildiğim kadarıyla- dünyanın en büyük hacimli iş yapan firmasıdır. İnternetten WW’in web sayfasını bulup, Panama’daki ofisinin kontakt bilgilerine ulaştım. E-posta WW’in web sayfasından ve direkt merkeze gönderilebiliyor. Ertesi gün merkezden, Panama’daki ofislerine benim mesajım gönderilmiş, bana da ‘bilgi için’ yönlendirilmişti. Ancak Panama’dan cevap gelmedi, bir türlü. Ben bu arada Panama’ya çalışan başka gemi nakliye firmalarına da mesaj yazdım. Hatta bir tanesi (Evergreen), Türk olduğum için Türkiye’deki acentelerini de devreye soktu. Ancak, Panama acentesi durumla fazla alâkadar görünmedi, falan. Nihayetinde, 12 Nisan akşamüstü WW’nin Panama acentesi Barwil Agencies’ten bir mesaj aldım. Colon’dan (Panama’nın büyük limanlarından birisi) Cartagena’ya (Kolombiya) haftada bir ro-ro seferleri olduğunu, ilk seferlerinin 17 Nisan’da olduğunu (Pazar günü), fiyatlandırma için ekteki formu doldurmam gerektiğini yazıyordu. 12 Nisan-17 Nisan… Üstelik 17’si Pazar’a geldiğine göre, benim arabayı en geç 15 Nisan Cuma günü teslim etmem gerekli ki, bu da pek mümkün görünmüyor. Bir sonraki sefer ise 24 Nisan Pazar günü. O da çok geç. Öyle zor bir durum ki… Harita üzerinden baktığımda, bir günde 850km kadar yol yapıp, üstelik aynı günde bir de sınır geçip, 13 Nisan Çarşamba akşamı Panama City’de olmalıyım. Ancak o durumda, Perşembe günü gerekli gümrük ve liman işlemlerini bitirip, Cuma günü arabayı teslim edebilirim. Denemekten başka çare yok gibi görünüyor. Yoksa, tüm program bozulacak. Barwil’den Mabel’e mesaj gönderip, 13 Nisan sabahı Kosta Rica’nın başkenti San Juan’dan yola çıkacağımı ve aynı gün akşamı Panama City’ye varmaya çalışacağımı, böylece 17 Nisan’daki sefere yetişmeyi umduğumu söyledim. Gerisini biliyorsunuz.

Pasifik tarafından gelen ve Miraflores Loku’nun ilk havuzunda havuz suyunun yükselmesini bekleyen gezinti tekneleri. Panama City’e yanaşan büyük bir yolcu gemisinin yolcularına Panama Kanalı’nı gezdiriyorlarmış.…

14 Nisan sabahı Barwil Agencies ofisine girdiğimde Mabel karşıladı beni. O kadar düzenli hazırlanmış ve ro-ro’yla arabasını göndermek isteyen bir yabancı için gereken her şeyi en ince detaylarıyla anlatan bir dosya verdi ki, -olsa- şapkamı çıkarırdım. Gerekli polis iznin alınması için gidilecek merkezlerin haritaları ve GPS koordinatları da dahil olmak üzere… Evraklarımla birlikte işlemleri halletmek üzere arabaya bindim. Koordinatlar olunca her şey kolay. Her şey tarif edildiği şekilde ve problemsiz halloldu. Öğleden sonra saat 2’de, izin belgesini almak üzere yeniden polis merkezine gideceğim. O zamana kadarki boşluğu, görmeyi çok istediğim Panama Kanalı’nı ziyaret ederek geçirdim.

Panama Kanalı
Panama’da görüp-göreceğim tek ilginç yer olan Panama Kanalı hakkında biraz gevezelik edeyim, şimdi de. Çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi; modern çağın şanslı öğrencilerinin kompozisyon ödevlerini yaptıkları gibi, internetten bulduğum bilgileri, kopyala-yapıştır tekniğiyle sizlere aktarayım : ) Şaka bir yana, pek o kadar olmasa da, tabii, ben de anlattıklarımın pek büyük bir kısmını anlattığım yerleri gördükçe, hem elimdeki Lonely Planet’ten, hem de internette bulduğum ilgili sayfalardan (başta Wikipedia olmak üzere) okuyarak öğreniyorum. Öğreniyorum da, bütün o yazdıklarım, isimler, tarihler aklında kalıyor mu diye soracak olursanız, benim zavallı balık hafızamda kalan neyse, onunla yetiniyorum. Okuduklarımı burada size aktarmam, kalan kırıntıların miktarını arttırmaya yardımcı oluyor, az da olsa. Bunları yazdıktan bir hafta sonra sizlerden bir öğretmen beni ‘tahtaya kaldırıp’ da, yazdıklarımdan ‘sözlü’ yapsa, 1 alırım da, 2’yi zor görürüm, 10 üzerinden.

Miraflores Gölü (arkada) tarafından Miraflores Loku’nun ilk havuzuna giriş yapan iki tekne; önde aslında birbirine aborda olmuş 2 küçük yelkenli, arkada da biraz iri bir tanker aynı havuza alınıyor.…

Önce Panama Kanalı’nın yapısını ve işlevini anlatmaya çalışayım. Ben sanırdım ki, Panama Kanalı Atlas Okyanusu ile Pasifik Okyanusu arasındaki kara tümüyle kesilerek yapılmış. Arada bulunan ve ‘lok’ (İngilizce lock’tan türetilme Türkçe bir deyim) adı verilen, iki tarafındaki farklı seviyelerdeki sular arasında geminin geçişini sağlayan kapının da ben bir tane olduğunu sanıyordum. İki taraftaki su seviyeleri arasındaki farkın da, her iki okyanusun, dünya yüzeyindeki manyetik alanın değişkenliğinden kaynaklanmış olabileceğini düşünürdüm. …ve şimdiye kadar da bunu araştırmaya gerek duymamışım, nedense. Ne büyük bir ayıp. Halbuki, işin aslı öyle değilmiş.

Dünyanın en büyük mühendislik harikalarından sayılan Kanal’ın tasarımında, toplam genişliği 80km’yi bulan bu kara geçidini deli gibi baştan başa kazmanın anlamsızlığını düşünmüş olan o zamanın mühendisleri, aradaki büyük bir çukurluğu (ama, bu çukurluğun rakımı yine de deniz seviyesinin üzerinde), bölgedeki akarsular yardımıyla doldurarak oluşturulacak yapay bir gölle, geçişin büyük kısmını çözmeyi düşünmüşler. Ancak, oluşturulacak bu büyük gölün su seviyesiyle, her iki taraftaki okyanusun su seviyeleri arasındaki farkı, benim o tek zannettiğim loklar sayesinde aşacaklarmış. Böylece, iki tarafta okyanus, ortada da büyük bir yapay göl ve gölün her iki çıkışında da birer lok. Bu kadarla bitmedi. Büyük gölden Pasifik’e her gemi geçişinde boşaltılacak su için bir ara rezervuar ödevi görecek ve arada yapay bir göl oluşturarak bir ufak çukurluk daha var. Buraya da bir küçük göl ve -tabii- büyük gölle arasına bir lok daha… Böylece yaklaşık 80km’lik geçiş şu hali alıyor (kuzeyden güneye, sırayla) :
- Atlas Okyanusu
- Limon Körfezi (Bahia Limon) : Karanın içerisine 8.7km uzanan doğal körfez.
- İlk yapay kanal; toplam 3.2km
- İlk kapı; Gatun Lokları : Gemileri Limon Körfezi’nin, dolayısıyla Atlas Okyanusu’nun su seviyesinden 26m yukarıdaki yapay Gatun (Baraj) Gölü seviyesine çıkaracak 2 havuz-3 kapıdan oluşan kapı. Toplam uzunluğu 1.9km.
- Gatun Gölü : Gatun Nehri üzerine kurulan Gatun Barajı vasıtasıyla oluşturulmuş büyük yapay göl. Toplam 24.2km’lik bir geçiş sağlıyor.
- Chagres Nehri (Rio Chagres) : Aslen Gatun Gölü’nün bir parçası gibi. Yine de telâffuz edildiği için yazıyorum. Toplam 8.5km.
- Gaillard Kanalı : İşte esas ‘kesilen’ kanal bu. Toplam uzunluğu 12.6km
- İkinci kapı, Pedro Miguel Loku : Tek havuz-2 kapıdan oluşan bu lokun uzunluğu ise 1.4km. Gemileri, Gatun Gölü seviyesinden 9.5m aşağıda bulunan Miraflores Gölü seviyesine indirmek için kullanılıyor. 1.4km.
- Miraflores Gölü : Bu da küçük olan yapay rezervuar gölü ve 1.7km’lik bir geçiş sağlıyor.
- Miraflores Lokları : Miraflores Gölü ile Pasifik arasındaki 16.5m seviye farkını halletmek için 2 havuz-3 kapıdan oluşan bir lok sistemi. Toplam 1.7km geçiliyor.
- Panama Körfezi : Miraflores Lokları’ndan Pasifik Okyanusu’na kadar 13.2km uzanan doğal körfez.
- …ve Pasifik Okyanusu

Öndeki yelkenli çifti, kanalın her iki yanında 2’şer görevlinin ellerindeki halatlarla emniyete alınarak getirilmişti. Tanker ise, baş tarafta, her iki yanda 2’şer, kıçta ise 1’er lokomotifle çekilerek alınıyor.…

Peki, bu seviye farkları nasıl gideriliyor? Gemi (ya da, küçüklerse, gemiler) bulundukları taraftaki su seviyesiyle eşitlenmiş olan havuza, o taraftaki kapak açılarak alınıyor ve kapak kapatılıyor. Diğer taraftaki su seviyesi yüksekteyse havuza su pompalanarak, alçaktaysa suyu boşaltılarak, havuz suyu diğer tarafınkiyle eşitleniyor. Daha sonra o taraftaki kapak açılarak, gemi(ler) diğer tarafa geçiriliyor. Bu, seviye farkının fazla olduğu Gatun Lokları (26m’lik fark) ve Miraflores Lokları’nda (16.5m’lik fark) işlem iki aşamada yapılıyor; yani, gemi önce ilk havuza alınıp farkın yarısı kadar alçaltılıyor ya da yükseltiliyor, daha sonra da ikinci havuza alınıp diğer ucun su seviyesine getiriliyor.

İlk havuzun göl tarafındaki kapağı kapatıldığında su seviyesi gölünki ile aynı.…


Daha sonra su seviyesi 2. havuzunkinin seviyesine indiriliyor ve o taraftaki kapak açılıyor (solda, arkadaki kapak yarım açık halde).…

Her ne kadar, Panama Kanalı 1914 yılında tamamlandı ve kullanılmaya başlandıysa da, bu fikri ilk ortaya atan ve bu amaçla araştırma yapılmasını emir buyuran İspanya Kralı V. Charles. Hem de, ta 1524 yılında. Ama, hayata geçirilmesine ilk ön-ayak olan ise, Fransız Ferdinand de Lesseps. Süveyş Kanalı’ndaki başarısının ardından, onun yarısı kadar uzunluktaki bu kanalı açmayı çocuk oyuncağı görmüş olacak ki, 1881’de bu işe soyunuyor. Ancak, sarı humma ve sıtmadan ölen 22,000 işçiye ilâveten, bölgenin ağır coğrafî koşullarının verdiği zorluklar, 1889’da pes ettiriyor.

Batıdaki ‘altına hücum’un getirdiği talep patlaması, kuzeyde, daha önce Nikaragua’da bahsettiğim geçiş yolunun ve Panama’ya yapılmış olan demiryolunun bu talebe cevap veremiyor olması, ABD’nin bu kanal işini ciddi olarak ele almasına neden olur. ABD, Fransızlar’dan kanal haklarını satın alır. Her ne kadar Kolombiya (o zaman Panama, Büyük Kolombiya Devleti’nin bir parçasıdır) kendisinden onay alınmadan böyle bir anlaşma imzalanmasından rahatsız olup, bölgeye asker gönderirse de, Amerika, büyük gücünü hızla devreye sokarak donanmasını öne sürerek Kolombiya’yı ‘ikna’ eder. Nihayetinde, 1904 yılında, Ferdinand de Lesseps’in mühendislerinden birisinin başkanlığında inşaat başlar ve Amerika’da ağır koşullarla başa çıkmak üzere özel olarak üretilen dev buharlı makinelerin de yardımıyla 10 yılın sonunda inşaat tamamlanır. İlk gemi, 15 Ağustos 1914’te kanalı geçer.

Günümüzde kanalı yılda yaklaşık 14,000 gemi kullanmakta. Yük gemilerinin tonajına, yolcu gemilerinin ise (büyük olanları) yatak sayısına göre ücret alınıyor. Ortalama gemi başına US$30,000.00’ın ödendiği geçişlerde şu ana kadar ödenenlerin en yükseği US$200,000.00’a yakın bir miktarla, Fransız gezinti gemisi Infinity tarafından olmuş; 2001 yılında. En düşük geçiş ücreti ise, kanalı 1928 yılında yüzerek geçen Richard Halliburton tarafından ödenmiş; 36 Cent’cik.

Kanal ve her iki tarafındaki 8’er kilometrelik bant, kanal haklarını satın aldıktan itibaren Amerikalılar’ın olmuş. İnşaat yatırımı yapmış olmalarının semeresini fazlasıyla görmüş olan Amerika’nın artık kendilerini sömürmeye başladığının ayırdına varmaya başlayan Panamalılar, 1960’ların başından itibaren kanalın kendilerine verilmesi için protestolara başlamış. Nihayetinde, 31 Aralık 1999’da yürürlüğe girecek, kanalın tüm haklarının Panama’ya devri ve Amerikan varlığının (kanal yönetiminden sorumlu sivil ve kanalın ‘güvenliği’nden sorumlu tüm askeri unsurlar dahil) kalkması üzerine bir anlaşma imzalanmış. Böylece 1 Ocak 2000 tarihinde kanal, sonunda sınırları içinde bulunduğu ülkenin malı olmuş. Bendeniz, büyük bir cahillikle (gideceğim ülkeye ait bu denli bilgi eksikliğim olması nedeniyle ‘cahillik’ diyorum) kanalın halâ Amerika’nın kontrolü altında olduğunu sanıyordum.

Size son olarak da panoramik bir Panama City fotoğrafı sunayım.…

Panama tarihinden, ABD’nin diğer Orta ve Güney Amerika ülkelerinde olduğu gibi, burada da gerçekleştirdiği bir takım mide bulandırıcı operasyonlarından, sonradan kendini ‘general’ ilan eden ve önce Guardia Nacional’in başındayken, sonradan devletin başına oturan, arkasından uyuşturucu kaçakçılığı ile adı anılmaya başlayan ve sonunda ABD’nin sabrını taşırınca enteresan bir operasyonla Amerika’ya, Miami’ye kaçırılıp, orada yargılanan ve hapsedilen Manuel Antonio Noriega’dan falan bahsetmeyeceğim. Aynı tür şeyleri temcit pilâvı gibi yineledikçe, konular bir süre sonra ilginçliğini yitiriyor, çünkü.

Panama Kanalı’nı, her üç lokta da görebiliyorsunuz. Ama en kayda değer izlemenin, Panama City’ye ulaşımı en kolay olan ve bu nedenle de turistik ziyaret merkezi de yapılmış bulunan Miraflores Loku’nun olduğu noktadan yapılabileceği yazılı, LP’da. ben de öyle yaptım. 3 katlı bir binanın en tepesinde bir de seyir terası var ki, Miraflores Loku’nu baştan başa izleyebiliyor, fotoğraf çekebiliyorsunuz.

Saat 2’de gittiğim polis genel sekreterliğinde 1 saat kadar beklemem gerekti; evrakın onayı için. Neyse ki, benim gibi bir Land Rover Defender 110HT ile dünya seyahati yapan Avusturyalı birçift de vardı da bekleyenler arasında, sohbetle vakti kolay öldürdük. Onlar uzun süredir Amerika kıtalarını bitirdikten sonra, Avrupa’ya geri göndermek için uğraşıyorlardı. Onların gemisi de 28 Nisan’da kalkacaktı.

Tüm evraklarımı tamamladıktan sonra Barwil’in ofisine gittim ve teslim ettim. Yalnız, ödemem gereken nakliye bedelinin tamamını o gün ATM makinelerinden çekmeyi başaramadığım için, yarın sabah bir kez daha gelmem gerekecek.

Cuma sabahı erkenden kalkıp, Barwil ofisi yakınındaki bankanın ATM’sinden parayı çektikten sonra ödemeyi yaptım ve arabayı teslim edeceğim Colon Limanı’na doğru yola çıktım. Colon, Panama City’e yaklaşık 85km uzaklıkta, kanalın Atlantik Okyanusu çıkışına yakın büyük bir liman. Mabel’in verdiği haritalar yardımıyla önce Barwil’in Colon ofisini, daha sonra da gümrük işlemlerini ve arabayı teslim edeceğim ro-ro limanını bulmam zor olmadı. Onları bulmam zor olmadı da, işlemler için kuyrukta beklemek, ödemeleri yapıp evrakları oradan oraya damgalatmaya koşturmak, o sıcak ve aşırı rutubetli havada pek kolay değildi. Neyse ki, Barwil’den yanıma kattıkları delikanlı cin gibi ve her aşamayı olabilecek en az sürede geçtik. Yine de Lando’yu yetkili kişilere sıkı kontroller, mevcut durumunun fotoğraflanması ve kayıt altına alınması şeklindeki prosedürle teslim etmem öğleden sonra 3’übuldu. Oradan bulabildiğim bir taksiyle otobüs terminaline gidip, Panama City’e kalkan ilk ekspres otobüse kapağı attım.

Bu arada unutmadan Mabel’in Panama City’deki kontakt bilgileri benim gibi seyahat etmekte olanlar için çok önemli bir bilgi. Diğer izleyiciler için fazla bir şey ifade etmeyecek ama, kusura bakmasınlar artık.

Ms. Mabel Estribi
Sales Assistant / Sales Department
Willhelmsen Shipping Services
Telephone: +507 263-7755
Fax: +507 223-0698
Mobile: +507 6674 6857
E-Mail: mabel.estribi@wilhelmsen.com
Address :
Howard, Panamá Pacifico
International Business Park
Tower A, Floor 3, Suite 301

Kaldığım pansiyondan Pazar öğleyin ayrılıp, arabayı karşılayacağım Kolombiya’nın Cartagena şehrine giden uçağa binmek üzere taksiyle Panama City Havaalanı’na gittim. Uçağın kalkmasına daha 4 saate yakın zaman vardı ama, havaalanının klimalı ortamında, sıcak ve rutubetten uzak o 4 saat bana ilâç gibi gelecekti, eminim. Nitekim, geldi de…

Seyahatin 2. etabının bir türlü bitemeyen Kuzey Amerika kısmı böylece sona ermiş oluyor. Gelecek yazıda artık Güney Amerika’nın rotamdaki ilk ülkesi Kolombiya’ya girmiş olacağız. Hızım, benzer bir tempoyla sürecek. Hatta, Peru’ya kadar olan kısımda, yani Kolombiya ve Ekvador’da, birçok güzelliği atlayarak geçmek zorunda kalacağım.

Hepinize sağlıklı, mutlu, bol zamanlı günler diliyorum.



Not: Ali Eriç'in “Arabamla Dünya Turu” gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu – Türkiye (Başlangıç – Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz.