Arabamla Dünya Turu – Fas 3 (Marakeş, Jemaa el-Fnaa, Souk Ablueh)


Foum Ziguid’de tek başıma kaldığım kampingden ayrıldıktan sonra tekrar Ouarzazate üzerinden, Yüksek Atlaslar’ı aşarak Marakeş’e gideceğim. Turla Fas’a gidenlerin vazgeçilmez rotasıdır; önceki -ailecek- Fas seyahatimizde bizim de yaptığımız gibi. Ouarzazate’a ya giderken, ya da dönerken (ya da giderken ve dönerken) Yüksek Atlaslar’ın o bitmez tükenmez virajlarını döne döne çıkar, sonra da iner, tur otobüsü. Önceki yazıda anlatmıştım, Tizi-n-Tichka geçidinin o virajlarında çok kişi rahatsızlanmıştı. Geldiğim gibi, yine aynı virajlardan geçip Marakeş’e yöneldim, ben de.


Güneşte kurutulan kilimler


Tizi-n-Tichka’nın virajlarında

Marakeş, Fas tarihinin önemli kentlerinden birisi. O kadar ki, yakın zamana kadar ülkenin adı bile kentin adıyla anılırmış; Marakeş Krallığı olarak. Aslında, şimdi de batı dillerinde Fas’ın adı olarak kullanılan Morocco (Marruecos, Marrocos, Maroc, Marokko ve diğerleri) da Marakeş’ten türetilmiş isimler. Marakeş isminin kökeni olan Berberî dilindeki mur akush ise ‘Tanrının toprakları’ anlamına geliyormuş. Arapça’da El Mağrip, batı dillerinde ise Morocco (ve diğerleri) olarak bilinen adın bizde Fas olarak anılmasının nedeni olarak, İdrisî (8 ilâ 10. yüzyıllar arası) ve Marinî (13 ilâ 15. yüzyıllar arası) dönemlerinin başkenti olan Fes gösterilir. Fes’ten hem bir şapkanın, hem de bir ülkenin ismini türetmek biraz garip, tabii.

    
Hotel Souria’nın sokağı                      …ve girişte, çinilerle süslü avlusu

Biz dönelim Marakeş’e. Fas’a gidip de Marakeş’e uğramamak, Marakeş’e gidip de Jemaa el-Fnaa’yı (ya da Djemaa el-Fna) görmemek ayıptır; zaten, ikinci söylediğim imkânsızdır da… Jemaa el-Fnaa, Marakeş’in en büyük meydanı; görmemek olanaksız. Ülkenin güneyine inerkenki Marakeş ‘uğramam’da (ya da ‘teğet geçmem’ diyelim), şehrin dışında güzel bir kampingde kalmıştım, hatırlarsanız. O sefer Marakeş’i bir atlama noktası olarak kullanmaktı, amacım. Şehri -uzun yıllar sonra, yeniden- gezmeyi ise sonraya bırakmıştım. İşte o ‘sonra’ oldu; bu sefer şehrin göbeğinde bir otelde kalacağım. Lonely Planet’da ‘cep yakmayan’ (budget) oteller arasında gösterilen Hotel Souria bu iş için uygun görünüyor. Hem ucuz, hem temiz(miş), hem de şehrin göbeğinde; Jemaa el-Fnaa’ya 100m kadar. Otelin yerini GPS’te işaretleyince, bulmak zor olmadı. Önündeki yaklaşık 2.5m genişliğinde sokağa değil parketmek, Lando’yla girmek bile mümkün olmadığı için, hemen arkadaki ufak meydanlığa bakan bir otoparka pazarlıkla iki geceliğine bıraktım. Öyle bir pazarlık ki, otele ödediğimin 1.5 misli bir park ücretiyle başlayıp, yarısı kadarına düşürdüm, kavga-dövüş. Fas’ın değil ama, Marakeş’in turist sövüşlemekte ileri gittiğini (‘gelişmek’ anlamında kullanmıyorum, ‘çizmeyi aşmak’ anlamında kullanıyorum) böylece öğrenmiş oldum. Otelin çatı terasında bir odada kalıyorum. Böyle otellere bayılıyorum. Meksika’nın Guadalajara’sında, birkaç kez kaldığım Casa Vilasanta’nın da böyle bir çatı terası odası vardı, hep orayı tercih ederdim.






Jemaa el-Fnaa’da gün batımı, alacakaranlık ve gece

Çantamı odaya bıraktıktan sonra doğruca Jemaa el-Fnaa’ya gittim; fotoğraf çantamı kapıp. Jemaa el-Fnaa, bizim o eskiden geldiğimizde (senesini hatırlamıyorum ama, Alican 10 yaşındayken olsa, 12 sene geçmiş olacak) toz-toprak bir meydandı. Etrafında birkaç derme-çatma kafe-lokanta gibi yerler hatırlıyorum. Bir tanesinin üst katında bir terası vardı ve oraya çıkmıştık; ben fotoğraf çekmiştim (gece). Şimdi o teras daha lüks bir kafe olmuş ve ‘turnike’ sistemiyle giriyorsunuz; ‘ön ödemeli’ olarak. Yani, önce self-servis en az bir içecek alıyorsunuz -ateş pahasına-, sonra içeri girip, kendinize fotoğraf çekecek uygun bir aralık buluyorsunuz (becerebilirseniz). O zamanlar bizden başka 5 kişi daha var mıydı, hatırlamıyorum. Şimdi ise ana-baba günü oluyor; özellikle gün batımında.




Kınacılar


Çalgıcılar

Meydana artık parke taş döşenmiş. Ayaküstü yemek yenecek ‘işportalar’ çoğalmış ve hepsi düzenli olarak yerleştirilip, numaralandırılmış. Tüm o ‘işporta’ yemekçilerde çalışanlar beyaz önlük ve şapka giyiyorlar. Mönüler ve fiyatlar belli; kazıklanma olasılığınız yok. Yılan oynatıcılar, kına süslemecileri, dans gösterileri yapanlar, falcılar, akrobatlar ve diğerleri ise ‘ileri gitmişler’ (otopark için söylediğim anlamda). Uzaktan fotoğraf çekmeye kalkmayın; hemen başınızda bitip, Allah ne verdiyse koparmaya çalışıyorlar. Bir tanesi o kadar ileri gitti ki; ona göstererek, çektiğim tüm fotoğraflarını sildim, sırf para vermemek için. Fotoğraf karşılığında para ödemekten nefret ediyorum! İstemiyorsan söylersin, çekmem! Bu arada belirteyim; Fas’ta (Moritanya da öyleydi, aslında ama, özellikle Fas) insanlar fotoğraflarının çekilmesinden hiç rahatsız olmuyorlar. Kadınlar bile… İzin istiyorsun; omuz silkip “Bana ne, ne istersen yap!” gibisinden umursamaz davranıyorlar. Jemaa el-Fnaa’da da fotoğraf için izin istediğinde özellikle poz veriyorlar, sonra takkeleri çıkarıp karşınıza geliyorlar. Bir-iki, baktım olmayacak, göstericilerin fotoğraflarını çekmeyi bıraktım. Zaten, yılan oynatıcılarından haz etmiyorum; yani, yılanların oynatılmasından… Onlara hiç bulaşmadım bile.


Bir başka çalgıcı grubuyla hatıra fotoğrafı çektiren bir turist


O kalabalıkta bir de bu faytonlar dolanıyorlar


Bir keşmekeş ki…


Zeytinci

Jemaa el-Fnaa’da tek değişmeyen, hava kararmaya yakın başlayan ve insanın iştahını tahrik edip, tükürük bezlerinin vanalarını sonuna kadar açan ızgara et -ve tavuk ve balık- kokusu dolu kesif duman. Onun dışında, o eski mistik havasından çok bir şey kalmamış. Kalabalık birkaç (belki, birkaç on) misli artmış. Meydanın yanından geçen cadde halâ var ama, onun da trafiği iyice artmış ve meydanla cadde birbirine karışmış. O caddenin trafiği, insanların arasından hızla slalom yapan ufak motosikletler, faytonlar, binlerce, on binlerce insan, gürültü, duman; Jemaa el-Fnaa bu işte.


İşte bu dumanların kokusuna karşı koymak imkânsız


Yemekten önce son fotoğraf


Kuruyemişçi

Bu meydanda bundan tam bir sene önce, 28 Nisan 2011’de büyük bir patlama oldu; 16 kişinin ölümüne ve 25 kişinin yaralanmasına neden olan… İngiliz gezi yazarı Peter Moss da ölenlerden biriydi. Patlamanın sebebi olarak önce, meydana bakan kafelerden birinin mutfak bölümünde gaz sıkışması olduğu söylendi. Ancak, daha sonra yapılan resmi açıklama, patlamaya kafeye teröristlerce yerleştirilen bir bombanın sebep olduğu şeklindeydi. Mağrip İçin El-Kaide örgütünün olayı üstlendiği iddia edildi.


Trafiğe kapalı Bab Agnaou Caddesi’nde ise insanlar rahatça yürüyebiliyorlar


Jemaa el-Fnaa’nın girişinde yer alan Kutubiyye Camii 12. yüzyılda Muvahhidler döneminde yapılmış

Marakeş’in zamanın narkotik ‘takılan’ gençliği arasında saygın bir yeri vardı. Marihuananın (esrar) serbestçe satılıp, içilebildiği yer olarak bilinirdi, bir zamanlar. Ben dilimize ‘keş’ olarak girmiş olan kelimenin (ya da takının) Marakeş’in ‘keş’inden geldiğinden şüpheleniyorum, açıkçası. Bana orada esrar teklif eden (satmak ya da içmek için) olmadı. Şimdilerde durumun nasıl olduğunu da bilemiyorum, o yüzden. Ama, Marakeş’ten sonra Fas’ın hemen her yerinde bu teklifle karşılaştım diyebilirim. Marakeş’in bu özelliği dışındaki asıl mistik özelliği ise, birçok ünlüyü cezbetmiş; Josephine Baker gibi, Yves Saint-Laurent gibi, Jean-Paul Gaultier gibi… Orada tarihi evlerden satın almışlar, gelip arada yaşamak, havasını (‘dumanlı’, her iki anlamında da) koklamak için. Kimisi dünyadan göçüp gitmiş olsa da, evleri duruyor.

    


Souk Ablueh’ten manzaralar

Marakeş’le ilgili faslı biraz da Souk Ablueh’ten bahsederek bitireyim. Fotoğraf altlarında daha da detay veririm. Önce souk’tan (‘suk’ diye okunur) bahsedeyim. Suk, Arapça’da açık hava pazarlarına verilen addır. Kasbah’ların içerisinde bulunan, halkın her türlü ihtiyaçlarının satıldığı yerlerdir. Genellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde bulunan suklar, bulundukları kentlerin en civcivli yerleri. Tabii, Marakeş’teki de öyle… ‘Kasbah’ nedir, diye soracak olursanız, o da, etrafı surlarla çevrili eski İslam kentleri. Türkçe’deki ‘kasaba’ da aslında ‘kasbah’tan gelir. Ben yazılarımda kasbah’ı ‘kaleiçi’ olarak isimlendiriyor olacağım.

    

    




Çeşitli satıcılar 

Marakeş’in içiçe iki kaleiçi var. İçteki kaleiçi Kasbah olarak anılıyor, esasen. Burada yer alan Kasbah Camii ve 7 azizlerin mezarlarını ziyaret etmeden geçmeyin.

    
…ve o muhteşem taş-oyma ve çini işleriyle meşhur kapılar


Esas Kasbah’ın Agnau kapısı (Bab Agnaou)

    
Kasbah Camii. Restorasyonda olduğu için, kapalıydı                              7 azizlerin mezarı

26 Nisan Perşembe sabahı Marakeş’teki otelden ayrıldım. Artık mesafeler kısaldı.
Kendimi -ve Lando’yu- fazla zorlamadan gidiyorum. Öğle yemeğimi, Casablanca’da
okyanus kıyısında yiyeceğim. 
Hoşça kalın.