Arabamla Dünya Turu – Bosna Hersek :1 (Mostar)

Bosna-Hersek’e (kısaca, Bosna) başlamadan önce, 1990’ların başına, Yugoslavya’nın dağılması sonrasına dönmek istiyorum. Tito’nun (asıl adı Josip Broz, “Tito” onun takma adıdır, aslında) 1980’de ölümüyle başlayan ve kökeni etnik farklılıklara dayanan gerginlik, kısa sürede çatışmalara, daha sonra da, Avrupa tarihinin, II. Dünya Savaşı’ndan sonra gördüğü en büyük soykırımıyla sonuçlanan savaşla dönüştü. Sonuçta Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nden, günümüze kadar uzanan süreç içerisinde; -bugün itibariyle- 6, durumu halâ -Birleşmiş Milletler nezdinde bile- kesinlik kazanmamış Kosova Cumhuriyeti’ni de katarsak, 7 ülke doğdu. Bosna’nın şu andaki durumuna biraz uzaktan bakıldığında, bu sayının artması ya da bölgedeki coğrafyanın değişmesinin çok da olasılık dışı olmadığını çıkarmak zor değil, aslında.


Her ne kadar, nüfusunun tamamı Güney Slav kökenli Bosniak (Türkçede “Boşnak” dediğimiz), Hırvat ve Sırplar’dan oluşsa da, Bosna olarak bildiğimiz bölgenin coğrafî yapısı onu, komşuları Hırvatistan ve Sırbistan’dan fiziksel olarak ayırmış. Bölgenin aslen Güney Slav, ama alt-kimlikte karışık olan halkı, uzun süre kendilerine has Bosna Kilisesi’ni (Bulgaristan kökenli Bogomil kilisesinin bir uzantısı olduğu düşünülür) benimseyerek yaşamışlar. Zamanla, bir kısmı Roma Katolik, diğer bir kısmı da Bizans Ortodoks kiliselerine bağlanmışlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1463’ten itibaren bölgeye hâkim olmasıyla da Müslümanlık, öncelikle Boşnaklar arasında yayılmaya başlamış. Özellikle Sırplar’ın, I. ve II. Kosova yenilgileri ardından Osmanlı’ya, dolayısıyla Müslümanlar’a karşı diş bilemeleri, Bosna’da çoğu Müslüman olan Boşnak halka karşı nefrete dönüşmüş. O kadar ki, Sırplar’ın Boşnaklar’a ‘Türk’ diye hitap ettikleri bile söylenir. Ancak, tüm bu gizli kalmış gerilime rağmen bölge halkı, Yugoslavya’nın dağılmasına kadar olan süreci beraberce ve girift bir yapıda geçirmiş; yan yana yaşamışlar, birbirleriyle evlenmişler falan. Bunda, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Tito’nun Sosyalist rejiminde dini dışlamayan ama, aynı zamanda özendirmeyen tutumunun da rolü olmuş. Ancak Yugoslavya’nın dağılması sonrası, eski federe cumhuriyetlerden etnik olarak en karışığı olan Bosna, büyük çapta ve özellikle Bosnalı Müslümanlara karşı yapılan soykırımın yaşandığı savaşla sürecin en ağır faturasını ödeyen ülke olmuş.


 

 

 

Dolunayla birlikte Mostar Köprüsü...Nehrin doğu tarafı da ayrı bir güzel görünüyor.
 
 

Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin şu anki yapısı, genellikle Boşnak ve Hırvatların yaşadığı ve coğrafî olarak ülkenin %51’ini oluşturan Bosna-Hersek Federasyonu ile kalan kısmını kaplayan Sırp Cumhuriyeti’nden (Republika Srpska) oluşmakta. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra kurulmuş olan Sırbistan Cumhuriyeti’ni bu ‘Sırp Cumhuriyeti’ ile karıştırmayın sakın. Birincisi bağımsız bir ülke, ikincisi ise, Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir devlet. Bu arada, şu kısa detayı belirtmek istiyorum: Boşnaklar, Bosna’nın etnik yapısından bahsederken ‘Boşnak’, ‘Hırvat’ ya da ‘Sırp’ denilmesinden pek hoşlanmıyorlar. Onun yerine ‘Bosnalı Müslüman’, ‘Bosnalı Katolik’ ya da ‘Bosnalı Ortodoks’ denmesini tercih ediyorlar. Söyledikleri; “Biz, hepimiz Bosnalı’yız. Yalnızca dinlerimiz farklı. Ama, onlar ayrımcılık yapıyor. Kendilerine ‘Sırp’ ya da ‘Hırvat’, bizlere de ‘Müslüman’, hatta ‘Türk’ diyorlar”.


Ülkeye girişim, Bosna-Hersek Federasyonu’nun Hersek (Herzegovina) bölgesinden oldu. İlk iki geceyi, Mostar’da geçireceğim.


 

Mostar Sokaklarında gece...
 
 

Mostar

Saat 16:30’da Bosna-Hersek sınırından geçtim. Mostar’a kadar olan 55km’lik yol rahat. Akşam saat 18:00 gibi Mostar’da, daha önce Lonely Planet’tan seçtiğim Hostel Nina’nın önüne yanaştım. burayı tercih etmemin sebebi, şehrin merkezinde olması. Bir diğer sebebi de, yine Lonely Planet’ın bilgilerine göre, sahiplerinin (Hostel Nina bir aile işletmesi) İngilizce biliyor olması. Aslında, sonradan şahit olacağım gibi, Bosna-Hersek’te İngilizce bilen oranı oldukça yüksek; aynı, bundan önceki gördüğüm ve daha sonra göreceğim-eski- Yugoslavya’dan ayrılmış ülkelerde olduğu gibi…


Hostel Nina’nın önüne geldiğimde Jadranka (‘Yadranka’ diye okunuyor) ve kızı Nina karşıladı, beni. Bu binada bana verebilecekleri tek kişilik odaları yokmuş. Nehrin, (Neretva Irmağı) öbür tarafında ek bir yerleri olduğunu ve istersem orada bir odaya yerleşebileceğimi söyledi, Nina. Jadranka’yla beraber diğer yerlerine gittik. Yugoslavya zamanından kalma bir apartmanın 1. katındaki bir dairenin bir odası… Ortak bir banyo-tuvaleti var ve bana gösterdiğinden başka bir odası daha doluymuş. Gayet iyi görünüyor.


Jadranka’yla ‘ek bina’ya gidip gelirken biraz konuştuk; özellikle savaş zamanından. Savaşın en şiddetli olduğu süre zarfında, çocuklarıyla Norveç’e sığınmış; oranın yardım kuruluşlarından birisinin aracılığıyla. Kocası ise Mostar’da kalmış. “Norveç’te kalışım fazla uzun sürmedi” diyor Jadranka, Mostar’daki yoğun şiddetin geçmesinden hemen sonra geri dönmüş; savaşta mağdur olan hemşerilerine, komşularına yardım etmek için.


 

 

 

Mostar’a vardığımın ertesi günü ben de bu gösterilerden birisine denk geldim.
 
 

Mostar, içinden geçen Neretva Irmağı ve üzerindeki meşhur köprüsüyle şirin bir kent. Daha doğrusu, şirin bir kentmiş. 105,000 nüfuslu bu şehir, aynı zamanda Hersek bölgesinin de başkenti. Eskiden, nehrin her iki yakasında hem Boşnaklar, hem de Hırvatlar -ve biraz da Sırplar- birlikte yaşarlarmış. Ancak şehirde, önce Hırvatlar’ın -özellikle- Müslümanlar’a ve Sırplar’a karşı başlattığı etnik temizlik harekâtı Neretva’yı bir sınır çizgisine dönüştürmüş. Tüm Müslümanlar’ı nehrin doğusuna ‘süpürmüşler’. Zaten savaş sırasında ağır hasar gören tarihi Mostar Köprüsü’nü 8 Kasım 1993’te son tank atışlarıyla Neretva’nın sularına gömüp, sembolik olarak da bağları koparmışlar.


Köprünün bu sembolik önemi tarihinden geliyor. Daha önce yerinde bulunan ahşap asma köprü yerine, sağlam bir köprü inşa edilmesini emretmiş, Kanunî Sultan Süleyman. Bu işle görevlendirilen Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin, o zamana kadar yapılmamış uzunlukta açıklığı olan bir köprünün sorumluluğunu almış almasına da, sonucundan da çok emin değilmiş. Bir rivayet, yaptığı kalıbın sökülmesi ardından korktuğu başına gelir ve köprü çökerse diye, mezarını önceden hazırlatmış; nasıl olsa başı vurulacak ya…


 

Tito Caddesi üzerindeki -eski- kız meslek lisesi binası… Hava bombardımandan sonra harabeye dönen birçok binadan sadece biri.
 

 

 

 

Alekse Šantića caddesi üzerindeki bu bina da yine şiddetli çarpışmalara ‘ev sahipliği’ yapmış. Girişte ve zemin kattaki kum torbalarının göstermelik konulduğunu zannetmeyin sakın. Üzerinde hala kurşun delikleri ve kan izleri görünüyor. Camları olan pencereler de savaştan kurtulmuş sanmayın. İnsanlar çaresizlikten, harabeye dönmüş binalardaki evlerine, yeni cam takıp yerleşmişler, mecburen.
 

Neyse ki sonuç olumludur; kalıplar sökülür ve köprü sapasağlam ayaktadır. Çalışanlar, bu sevinçle köprüden kendilerini suya bırakırlar. İşte, Mostar Köprüsü’nde her yıl gerçekleştirilen köprüden atlama festivalinin (Mostar Ikari) de geçmişi böyle. Ama, bu festival dışında, festivali düzenleyen Mostar Dalgıç Kulübü üyeleri, zaman zaman ‘yardım’ amaçlı gösteriler düzenliyor. Neyse! 1557 yılında temeli atılan köprü, 1566’da tamamlanmış. Döneminin, o genişlik ve yükseklikteki en büyük köprüsü imiş.


Savaştan sonra ülkeye giden ilk devlet başkanlarından biri Süleyman Demirel’dir. Alija İzzet Begovič’le birlikte Mostar’ı da ziyaret ederler. Demirel, köprünün yeniden inşası için Bosna-Hersek hükümetine 1 milyon ABD Doları bağışlar. Açılan bu kapının ardından, dünyadan yardım yağar; ABD, İngiltere ve başka ülkeler dışında Birleşmiş Milletler ve Unesco’dan da… Mühendislik ve proje çalışmaları, Floransa Üniveritesi Mühendislik Bilimleri Bölümü ve bir İtalyan firması tarafından yapılan yeni köprünün inşasını, tarihî eserlerin restorasyonu, renovasyonu ve yeniden inşası konusunda tecrübeli Türk ER-BU İnşaat firması, orijinal haline ve inşa tekniklerine sadık kalarak gerçekleştirir. 2007 yılında birçok ülke devlet adamının katıldığı bir törenle, Prens Charles tarafından kurdelesi kesilerek açılır, yeni Mostar Köprüsü.


 

Uzakta görülen bu bina, keskin nişancıların en sevdikleri mekânmış. Fotoğrafa dikkatli bakarsanız, yüksek çatı parapetinin sol ucunda, nokta kadar bir delik göreceksiniz.
 
 

Kaldığım hostelin sahibi Jadranka’nın damadı, yani Nina’nın kocası Žika’nın (“Jika” diye okunuyor) bir barı var. Akşam, kendime ćevapčići ziyafeti çektikten sonra oraya gittim. Ćevapčići (“cevapçici” diye okunuyor) bir tür kebap; isminin benzerliğinden de anlaşılacağı gibi. Bizim Tekirdağ ya da İnegöl köftesine benziyor, aslında. Soğan ve biber sosuyla, pide arasında servis ediliyor.


Žika’nın barında, Mostar’ın karanlık günlerinde, Bosna birliklerinde savaşmış Hadis’le tanıştım. Savaştan sonra, Tuzla Piyade Okulu’nda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin verdiği eğitime katılmış ve orada Türkçe’yi de öğrenmiş. O gece ve ertesi gece savaşı anlattı bana Hadis, uzun uzun; günlerce, haftalarca binaların bodrumlarında insanların nasıl aç ve susuz yaşamak zorunda kaldıklarını, gece karanlığından yararlanıp Neretva’dan nasıl su aldıklarını, 8-10m genişliğindeki sokaklarda, karşılıklı binalarda mevzilenen birlikler arasındaki amansız, acımasız ve ‘amaçsız’ çarpışmaları, keskin nişancılarca vurulup düşen masum insanların cesetlerinin günlerce sokaklarda nasıl kaldığını, Birleşmiş Milletler Barış(!) Gücü’nün aczini, toplama kamplarını, kamplardaki işkence, tecavüz ve katliamları ve soykırımı…


 

Bu mezarların üzerinde ölüm tarihleri yok. Bunlar, kaçırılıp öldürüldükten çok sonra toplu mezarlarına ulaşılan ve kimlikleri tespit edilebilen arkadaşları kadar ‘şanslı’ değiller. Bulunabilen cenazelerin içinde, yapılan DNA testlerinde onların izine rastlanamamış. Aslında, ölüm tarihleri bilinse de, cesetlerine ulaşılamadığı için, o bölüm boş bırakılmış.
 
 

Mostar’daki ikinci günümde sabahleyin Žika’yla şehri gezdik; bir ‘savaş turu’ydu. Önce Neretva Irmağı’nın, artık Müslümanlar’ın yaşadığı doğu yakasında dolaştık. Tito Caddesi üzerinde, hava saldırılarıyla harabeye dönen binaları ve artık şehitlik haline getirilmiş -eski- parkları gördüm. Bosna’da, belki de (belki değil, kesinlikle) tüm seyahatimdeki en iç kanatıcı anı da, sonradan şehitlik haline getirilen bu parklardan birinde yaşadım. Oğlunun mezarını ziyarete gelen yaşlı bir anne, elindeki beyaz mendille mezarı güzelce sildi, önce. Sonra da mezar başındaki taşı uzun uzun öptü. O anı görüntülemeyi çok isterdim ama, elim deklanşöre gidemedi, kilitlendim ve öylece seyrettim.


Daha sonra Neretva’nın batı tarafına geçtik, Žika’yla. Burası, doğu taraftan farklı olarak, sokak savaşlarının şiddetli şekilde yaşandığı bölge. İspanyol Bulvarı ve devamında ve Neretva’yla arasında kalan Alekse Šantića Caddesi üzerinde yaşanan -neredeyse ‘göğüs göğüse’- savaşın derin izleri halâ duruyor. Tarafların cepheleri kimi zaman birer saat aralıklarla ileri geri kayarmış. Bir saat önce Boşnaklar’ın elindeki bir binanın, bir saat sonra Hırvatlar’a, sonra tekrar Boşnaklar’a geçtiği çok vakiymiş.


 

Burası İspanyol Meydanı. Sağdan doğru meydana giren geniş yol İspanyol Bulvarı, sola doğru Dr. Ante Starčevića olarak devam ediyor.
 

Bosna-Hersek’in ilk bölümünü burada bitireyim. Ama önce, Mostar’a yolunuz düşerse diye, Hostel Nina’nın iletişim bilgilerini vermek istiyorum. ‘Lüks otel arayanlar’a uymaz ama, bir hostel olarak gayet temiz ve düzenli; üstelik, ucuz da… Mostar bölümünün başında belirttiğim özellikleri de cabası. Rahat edeceğinizden ve memnun kalacağınızdan eminim.


Hostel Nina
Jadranka ve Nina Sefić
Čelebića (‘Çelebica’ diye okunur) 18
MOSTAR
GSM : +387 61 382 743
E-posta : info@hostelnina.ba
www.hostelnina.ba


 

İspanyol Meydanı’na bu adın verilmesinin sebebi olan İspanyol Şehitleri Anıtı. Önceki fotoğrafta gördüğünüz İspanyol Bulvarı, iki taraf arasındaki sınır çizgisi olarak belirlenmiş, bir süre sonra. Birleşmiş Milletlere ait Mavi Bereli İspanyol birliğinden askerler de bu cadde üzerinde 50-100m aralıklarla dizili beklerlermiş. Bu nöbet sırasında serseri -ya da değil- kurşunlarla ara ara devrilivermiş onbeşi.
 
 

Eğer Žika’ya söylerseniz, benim onunla yaptığım ‘savaş turu’nu yaptırması için -belki- Hadis’i ikna edebilir. Savaşı yaşayan, yalnızca yaşamakla kalmayıp bizzat savaşan birisiyle bu turu yapmak ve canlı anılarını dinlemek eminim ilginç olacaktır. Hadis’e, bu işi profesyonelce yapması için çok telkinde bulundum ama, pek istekli görünmedi. Benim adımı verirseniz, -eminim- kabul edecektir. Hem biraz da ‘cep harçlığı’ olur ona. Devlet emekli maaşını kesmiş, çünkü. …ve olur da gider ve Hostel Nina’da kalırsanız, hepsine benim çok selamımı iletin, lütfen.


Gelecek yazıda, Mostar’ın çevresi, Saraybosna ve Serebrenica’da buluşmak üzere…