Paris'te Sonbahar...

Sabah 09.13’te hareket edecek olan hızlı tren ile Paris’e gitmek üzere erkenden kalkıyoruz. Tren biletlerini bir ay önceden internetten kişi başı 25 € almıştım. İnternetten Thalys firmasının sitesinden gerekli aşamaları takip ederek “biletsiz” dedikleri biletlerden alıyorsunuz. Karşı taraf kredi kartı bilgilerinizi talep ediyor. Aldığım bilet iadesiz, değişmez bilet olduğu için bu kadar uygun fiyat oldu. Farklı koşullarda farklı saatlerde fiyatlar artıyor.

Otelden Midi Stationa en kolay ve en kısa sürede metro ile gidileceğini öğreniyoruz. Tramvaydan metroda da geçen her biri 1.70 € olan dört bilet alıp metro istasyonuna gidiyoruz. Metrodan hat değiştirmeden Midi Stationa 15 dakikada gidiyoruz. Ondan sonra İngilizce de olan açıklama ve tabelaları takip edip Thalys trenlerinin kalktığı hatta gidiyoruz ve istasyon durağımızı bulup trenimizi bekliyoruz. Tren tam 09.13’te Paris’e hareket ediyor. 20 dakika geçiyor geçmiyor telefonlarımıza mesaj yağıyor Paris’e geldiğimize dair. Tam 10.35’te de Paris Nord istasyonuna varıyoruz. İstasyondan içeri doğru ilerleyip turizm ofisinden otelimize nasıl ulaşacağımızı öğrenip Paris ve Metro haritası ile üç günlük “Paris visite” kartlarımızı kişi başı 20 € vererek alıyoruz. Bu kartlar metroda, otobüslerde ve tramvay hattında ilk üç bölgede kullanılıyor ve sınırsız. Paris’te bu biletlerden edinmek çok ucuza geliyor. Tabi kaybetmezseniz! Biz bu kartı Versay’a gidiş gelişte, Montmarte Tepesine çıkışta da kullandık.

Neyse biletlerimizi alıp otelimizin bulunduğu Avenue Jean Jaures’a giden sarı hattı kullanarak Otel Etapa varıyoruz. Bu otele de rezervasyonu çok önceden üç gece için 165 € ödeyerek yaptırmıştım. Yerleşip hemen metro ile Şanzelize’ye (Champs Elysees) geliyoruz ve Zafer Takından aşağıya doğru caddeyi yürümeye başlıyoruz.



Evet, ünlü Şanzelize caddesindeyiz. Bir ucu Concorde Meydanı'ndaki dikilitaşa, diğer ucu ise Arc de Triomphe yani Zafer Takı'na (1. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybetmiş askerlerin anıtı) uzanan 1950 metre uzunluğunda, geniş, cıvıl cıvıl ve en ünlü caddelerinden birindeyiz Paris'in. Ayrıca keyifli restoranları ve pastaneleriyle ve meşhur LIDO Şov'un yapıldığı kulübüyle gece gündüz canlılığını kaybetmeyen bir cadde burası. Dünyanın en güzel bulvarı olarak da geçiyormuş ama bence vasat bir yer. Barcelona La Rambla buraya on basar. Uzun caddenin sonlarına geldiğimizde yorulduğumuzu anlayıp rastgele bir otobüse biniyoruz ve Museum d’Orsay’a giden hatta olduğumuzu anlayıp son durağı olan müzenin yakınında iniyoruz. Daha önce tren garı olan Orsay binası 1900 yılında müze olmuş. İçinde barındırdığı 1848 - 1914 yılları arasına ait sanat eserleri sayesinde her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilen müzede Monet, Renoir, Van Gogh, Cezanne ve Corot gibi ünlü sanatçıların en önemli yapıtlarını görmek mümkün. (Giriş 8 €)



Müze binasını dışarıdan resimleyip hemen karşısında bir kafeye oturup çaylarımızı sipariş ediyoruz. Paris’te çay istediğinizde genelde bir küçük servis kabında sıcak su ve poşet çaylar geliyor. Demleme gibi olmasa da idare ediyor. Burada epeyce dinlenip Montmarte’e gitmek üzere kalkıyoruz. Orsay Müzesine en yakın metro istasyonuna (Solferino durağı) gidip M-12 (Yeşil Hat) hattını kullanarak Porte de la Chapalle yönüne giden metroya binip Abbesses-Butte Montmarte istasyonunda iniyoruz. Paris’in meşhur kiliselerinden Sacre Coeur (kutsanmış kalp anlamına gelir.) kilisesini görmek için metrodan indikten sonra dik merdivenleri yürüyerek veya bizim gibi teleferikle (funiculaire) çıkmanız gerekir. Camiye benzeyen kubbeleri olan bu kilisenin içindeki freskler, vitraylar, heykel ve tablolar gerçekten görülmeye değer. Kilisenin dışında müzik ve gösteri yapan genç gruplar var. Bu tepe Paris’in en yüksek yerlerinden biriymiş, harika bir manzaraya sahip. Tavsiye ederim…

Kiliseyi gezdikten sonra kendimizi buranın dar ve güzel evlerle süslü ara sokaklarına atıyoruz. Hediyelik eşya satan dükkanlar var etrafta. Karakalem resim yapan ressamlar bu ara sokaklarda yerleşmiş vaziyette. Türk olduğumuzu tahmin edip “merhaba, nasılsın” diyen ressamlar bile var. Bir müddet resimlerle ilgilendikten sonra dükkanlardan birisindeki ilginç krep yapımını izlemeye başlıyor ve az sonra kreplere dayanamayıp kendimizi krep yerken buluyoruz. Burada krep hamurları kalın ve içine yumurta kırılıp bol kaşar serpilip gözleme gibi katlanıyor veya çikolatalı da isteyebiliyorsunuz. Kreplerin tanesi 2 €. Krep yapan dükkanların adı Creperie. Karanlık iyice bastırana dek çevrede dolaşıp bu sefer yürüyerek merdivenlerden iniyor ve bir kafede sıcak çikolatalarımızı içip ısındıktan sonra otelimize geri dönüyoruz. Montmarte görüldükten sonra iyi ki Paris’e gelmişiz diyoruz. Gerçekten çok etkileyici bir yer ve vakit olsa da bir tam gün geçirebilsek diyerek buraya veda ediyoruz. Hatta ben burada yaşamak istiyorum!

2. GÜN
Bu sabah önce Eyfel’e (Eifel) ve ardından Notre Dame Katedraline gitmeyi planladık. Sabah 09.40 gibi Eyfel’e geldiğimizde kalabalık yoktu ve kısa sürede en üste çıkış da dahil (asansörlü) 13,10 € ödeyerek aldığımız biletlerimizle Eyfel Kulesi gezimiz başladı. (Eyfel’in ikinci katına çıkmak isterseniz asansörlü fiyat 8,10 €, merdivenle 4,50 €)



300 metre (hatta üzerindeki vericilerle birlikte 320 metre) yüksekliğinde ve 8564 ton ağırlığında 1710 basamaklı bu dev yapı dünyanın en çok ziyaret edilen yapılarından biri ve Paris'in simgesi olan bu kuleye yılda 6 milyon civarında ziyaretçi geliyormuş. Asansörle çıkış çok rahat oldu ve zaman açısından da oldukça işimize yaradı. Paris’te hava açık olduğundan her açıdan muhteşem manzara karşımızda idi ve bol bol resim çektik. Saat 12.00 gibi aşağıya indik ve metro kullanarak Notre Dame Katedraline ulaştık.

Notre Dame, gotik mimari özellikleri taşıyor, 1163 yılında inşa edilmeye başlanmış ve 1345’te tamamlanmış. Kaynaklarda Meryem Ana’ya ithafen isimlendirildiği yazıyor. Katedral, birbirinden farklı üç kapıya sahip ve bu kapılardaki mimari güzellik büyüleyici. Ana giriş batı tarafında yer alıyor. Katedralin içinde çok büyük bir kilise orgu var, tavandaki freskler olağanüstü.



Katedrali gezdikten sonra otobüs ile Rivoli Caddesine alışverişe gittik. Bu caddede Benlüx (Louvre Müzesinin arka tarafına denk geliyor) adındaki free shop mağazadan parfüm ve kozmetik ürünlerimizi orada çalışan Türk tezgahtarların da yardımı ile free shop fiyatlarının altında alıp tekrar Şanzelize’ye indik. Burada biraz daha dolaştıktan sonra otele döndük. Yorgunluk diz boyu tabi…

3. GÜN
Bugün Paristeki son günümüz ve (Versailles) Versay Sarayına gitmek üzere yollardayız. Otelimize yakın Jaures istasyonundan Place d’Italie yönüne giden metroyu kullanarak Gare d’Austerlitz’deki RER C trenlerine binip Versay’a gidecektik ancak istasyonlar arasında Bastille’i görünce merakımıza yenik düşüp Bastille Hapishanesinden kalan bir şeyler var ise görmek istedik ancak hapishanenin yerinde şu anda Place de La Bastille adında bir meydan var ve buraya güzel bir anıt dikilmiş. Tabelalar bizi buradan Place Des Vosges ve Victor Hugo Museum’a yönlendiriyor. Place Des Vosges meydanına bakan müze, Hugo’nun bir zamanlar yaşadığı ev imiş ve şu anda yazarın el yazmaları ve çizimleri sergileniyor. Versay’a geç kalmamak için metro istasyonuna giderek Gare d’Austerlitz’den RER C hattını kulanıyoruz ve yaklaşık yarım saatlik bir tren yolculuğundan sonra Versay’a ulaşıyoruz.



Şatoyu bulmak için trenden iner inmez kalabalığı takip etmeniz yeterli çünkü herkesin görmeye geldiği yer aynı. Sadece şatoyu görmek isterseniz audioguide dahil 16,50 €, bir günlük bilet alacaksanız saray, audioguide ve Marie Antoinette’in evi –Domaine de Marie Antoinette (Petit et Grand Trianon)- dahil 20 € ödüyorsunuz. Sadece bahçeleri gezmek bile (bahçelere giriş ücretsiz) oldukça zaman almakta ve bilinçli gezmek için mutlaka turizm ofisinden haritanızı alın.



Saray UNESCO'nun Dünya Mirası listesinde olup l. Kral XIII. Louis'nin av köşkünün, oğlu XIV. Louis tarafından genişletilmesi ve düzenlenmesiyle kraliyet sarayı olarak kullanılmaya başlanmış. Paris'in güneydoğusunda yer alan sarayın çevresinde kurulan şehir, Fransız tarihinin en zengin ve ihtişamlı dönemine tanıklık etmiş. Çeşmeler, heykeller, havuzlar, büstler, göletler ve koruluklarıyla içinde zaman geçirmesi çok keyifli ve yorucu olan bahçeler bile tek başına görülmeye değer. Bahçenin uzak bir ucunda ise saraya dahil Büyük ve Küçük Şatolar ve Marie Antoinette'in evi bulunmakta. Bahçelerde isterseniz golf arabalarına benzeyen araçlar kiralayıp gezmeniz mümkün.

Bahçeleri de gezip akşam üzeri Paris’e aynı hattan geri dönüyoruz. Rivoli’nin bir arka sokağında pizzalarımızı yiyoruz ve 60 € hesap veriyoruz. Saat 22.00’ye kadar açık olduğunu öğrendiğimiz Louvre’u birkaç saatliğine de olsa gezmek için tüm ekibi zar zor ikna ediyorum ve kişi başı 6 € vererek (normalde giriş 9,5 € ama Çarşamba ve Cuma günleri saat 18.00’den sonra 6 € imiş) müzeye giriyoruz. Paris’te müzeler için müzekart (museum pass) almak, müze görmek için çok vaktiniz var ise, daha hesaplı. 32 € ödeyerek tüm müzelere girebilirsiniz. Louvre Müzesi 1200'lerde inşa edilmiş. ilk restorasyonu 16. yüzyılın ortalarında yapılmış ve Kraliyet Binası olarak hizmet vermeye hazır hale gelmiş. 1793 yılında ise müzeye dönüştürülmüş. 1980'lerde müze girişine 21 m yüksekliğinde bir cam piramit eklenmiş. Müzede tablolar, heykeller ve antikaların yanı sıra Mona Lisa, Venus de Milo gibi ünlü eserler de görülebilir. Biz Versay’ın üzerine yürüyecek halimiz kalmadığı için bir bölümü ancak gezebildik ancak Mona Lisa ve Venüs de Milo kaçmadı. Tablolar harika idi. Yunan ve Roma antik çağa ait eserler muhteşem ötesiydi.



Müzeden çıktığımızda artık ayakta duracak halimiz kalmamıştı, bir otobüse binip dinlenmeye karar verdik ve bindiğimiz otobüs bizi hiç bilmediğimiz yerlere götürünce o yorgunluğun üzerine Şanzelize’deki metro durağımıza kadar çilekeş bir yürüyüş yaptık. Neyse metroya binip otelin yolunu tutarken Paris’teki son gecemizin burukluğunu yaşayan ben, sevgili eşimi ikna edip ara duraklardan birinde indirdim ve tekrar Şanzelize’ye geri dönüp bir saat daha yürüdük. Maalesef Şanzelize ışıklandırılmamıştı yine. Eyfel’i biraz seyrettik ve otele geri döndük. Otelde odamızdan dışarı bakan eşim heyecanla beni çağırdı ve manzarayı gösterdi. Meğer bizim oda Eyfel’i görüyormuş.

Ertesi gün uçağımız saat 14.10’da kalkacaktı. Ancak havaalanının çok karışık olduğu söylendiğinden sabah 10.30’da otelden ayrılıp metro hattını kullanıp Gare de Nord istasyonunda indik ve buradan RER B Trenleri ile Charles de Gaulle Havaalanı trenlerine bindik ki her 10 dakikada bir tren var. Bindiğiniz trenden terminal 1’de inmeye dikkat edin çünkü THY oradan kalkıyor. İndiğiniz istasyonda üst kata çıkıp Terminal 1 tabelalarını takip ediyorsunuz ve karşı tarafta bir alt kattan ücretsiz bir trenciğe binerek Terminal 1’e gidiyorsunuz. Havaalanına ulaşım ve havaalanında ilgili yerleri bulmanın çok kolay olduğunu gördüğümüzden bir dahaki sefere bu kadar erken yola çıkmamaya karar veriyoruz. Uçağımız Cezayir’den gelen ve hacca gidecek olan kişilerle dolu ve bu hacı adayları ile birlikte zamanında Atatürk havaalanına sağ salim iniyoruz.

İşte bu kadar…Paris harika bir yer. Bence en az 6-7 gün ayrılmalı. Bizim aklımız orda kaldı ve Paris’i bir kere daha görmeye kesin niyetliyiz. Elbette daha güzel resimler çeken bir makineyle birlikte…

İyi seyahatler…


 Yazılan Yorumlar...
bendis
(28 Kasım 2012)
Eyfel manzaralı oda, ne şans : )
NEŞE
(22 Kasım 2010)
Paris gibi pahalı bir şehirde otel fiyatınız çok uygun doğrusu...3 günde çok dolu gezmişsiniz,tabii sadece Louvre müzesine bir gün ayırmak gerekirdi zamanınız olsaydı,birgece de Lido daki showlara gidebilseydiniz...Neyse bir dahaki sefere...