Yedi Tepeli Haliç Kenti: Lizbon (1)



Herhangi bir yere seyahat etmek,  zamanı durdurmak gibi gelir bana. Ya da ömre ilave günler.  Sadece ve sadece anı yaşamak; üstelik başka bir coğrafyada,  başka bir zaman diliminde, başka bir kültürde, başka yemeklerde kısacası bambaşka bir sen de… sizce de değmez mi?

Bu sefer zamanın durduğu yer Portekiz. Hakkında çok fikir sahibi olmadan bile, her zaman güzel olduğunu düşündüğüm, merak ettiğim bir ülkeydi Portekiz. Avrupa’nın güneybatısında İber Yarımadası üzerinde yer alan, Atlas Okyanusu ve İspanya ile çevrili, Avrupa Kıtası'nın en batısındaki ülke. Ya da namı diğer Vasco de Gama’nın ülkesi. Yüzyıllar boyu en muhteşem denizcileri çıkaran ve bu sayede keşifleri ile haritaya yeniden şekil veren insanların ülkesi. Bu bile bu ülkeyi görmek için yeterli bir sebep bence. 

Seyahatimizi Ekim ayında THY’dan gidiş dönüş vergiler dahil 99 Euro ödeyerek  6 ay önceden  30 Mart - 5 Nisan 2013 tarihleri arası Lizbon gidiş dönüş olarak  belirledik. Altı arkadaş amacımız 6 günlük gezimize gitmişken 3 gün portoyu da dahil etmek.

Sabah 07.00 İstanbul  uçağı için 03.30’da uyandık. Tabii bu saatte havaalanına gitmek her zaman garantici davranmak peşinde olan sevgili kocam Hayati’nin fikriydi. Önce Gülseba ardından Türkanları alarak havaalanına yola koyulduk. 04.45’de havaalanındaydık. Önce İstanbul Atatürk Havalimanına oradan Lizbon’a uçacağız. Ankara-İstanbul biletlerini de yine aylar öncesinden gidiş dönüş vergiler dahil 49 tl’ye almıştık. Lizbon uçağımız saat 10.55’de. 5 saat süren yolculuğumuz sonrasında saatlerimizi iki saat geriye alarak Portekiz saatiyle 14.10’da başkent Lizbon’da oluyoruz. Oldukça büyük bir havaalanı burası ama aynı zamanda oldukça kolay çıkılan bir havaalanı.

Hava kapalı, güneş yok ancak soğuk da değil, seviniyoruz. Mercedes Vito sekiz kişilik bir taksiyle otele doğru yola koyuluyoruz. Otelimiz Rua Joaguim Antonia De Agular, 3 Caracao de Jesus 1050-010 Lizbon adresindeki Hotel Fenix Garden. Otelimizi; Türkan Booking.com’dan günlüğü 60 euro dan yaklaşık iki ay önceden almıştı. Taksiye 24 euro ödedik. Havaalanında metro var ancak şimdi bilet almayı öğren vs. yerine biraz dinlenmek hepimize daha cazip geldi. Çünkü 5 saat sigarasız yolculuk çok eziyetli geldi. Yarım saat sonra lobide buluşmak üzere sözleştikten sonra odalarımıza çıkıyoruz. Odalarımızı temiz ve bakımlı bir de konumu ve verdiğimiz fiyat düşünüldüğünde kesinlikle tavsiye edilecek bir otel. Tekrar gitsem yine aynı yerde kalırım. Ama bu sefer Türkanların odayı isterim tabii. Aramızda konuşurken Türkanların odanın daha güzel olduğunu anlıyoruz ve tabii bundan sonra üç gün sürecek karşılıklı takılmalar başlıyor. Yok odayı sen aldın adamlar kıyak geçmiş size, yok Seyhan der aaa yazık sizin odada bu da mı yok…

Lobide buluşup otelimizin bulunduğu Avenda da Liberdade caddesinden aşağıya doğru bıraktık kendimizi.

  
  


Çok geniş bir cadde burası ve aralarındaki geniş kaldırımları ile sanki bir parkta yürüyoruz. Sao Jorge sineması ve Tivoli Tiyatrosu karşılıklı  bu cadde üzerinde.  50 metre kadar daha inince Simon Bolivar Anıtı ile karşılaşıyoruz.  Hiçbir yere sapmadan sürekli aşağıya doğru yürüyerek Rua Augusta caddesine geldik. Sağlı sollu kafelerin restoranların ve hediyelik eşyaların olduğu bir cadde. Bu caddeyi dümdüz devam ettiğinizde caddeyi kesen sokakların birinde Lizbon’un simgelerinden biri olan Santa Justa asansörünü görüyoruz. Elevador de Santa Justa, (Santa Justa Asansörü)  Lizbon'da bulunan ve 1900’lü yıllarda Baixa ve Bairro Alto’yu birbirine bağlamak için Fransız asıllı Porto doğumlu Raul Mesnier de Ponsard adında bir mühendis tarafından tasarlanıp Neogotik tarzda yapılmış, aynı zamanda Carmo Lift olarak da biliniyormuş. Yapımı 1900 yılında başlamış ve 1902 yılında tamamlanmış.

  


Kalabalık insan grupları çıkmak için bekliyor. Lizbon’a gelmeden önce dersimi çalıştığım için biz çıkmıyoruz. Çünkü çıktığımızda göreceğimiz manzaranın daha da güzelini Bairro Alto’nun tepelerinde zaten göreceğiz. Ama yine de çıkmak isteyenler için asansörün ücreti 4 euro. Gece 23.00’e kadar açık. İster gece ister gündüz saatlerinde şehre tepeden bakabilirsiniz.

Artık bütün ekip acıktı susadı yoruldu. Gözümüz lokantalarda. Gözümüze kestirdiğimiz cafenin ismi Rua Augusta cadesindeki Roman’s. 

3 bira,2 kahve ve 1 çay söylüyoruz. Garsonumuz Paulo çok da sevimli ve güleryüzlü biri. Bana Türkleri sevdiğini söylüyor. Bunu duyunca daha da bir çok seviyorum Pauloyu. 3 bira 10.50, 2 kahve 4,00 ve bir çay için 2,60 euro olmak üzere toplam 17.10 euro ödedik. İlk günümüzde çevreyi tanımaya devam. 

   


Tabii hala yemek yemedik. Rua dos Correeiros 210-218  sokağındaki  Cervejaria isimli restorana oturduk. Altı tane ızgara kalamar söyledik. Kalamarların tanesi 8,95 euro. Tanesi 3,90 eurodan 5 şarap, 4,50 eurodan 2 bira, 1,95 eurodan 2 fanta söyledik. Burada her restaurantta masaya atıştırmalıklar getiriyolar. Sakın Türkiye gibi düşünmeyin. 5-12 euro arasında fiyatları var. Bunu da daha önceden bildiğimiz halde çok güzel görünen peynir tabağına saldırıyoruz. Tuzsuz taze peynir ben çok beğendim. Masaya gelen ekmekler 3,80 euro. Yediklerimiz lezzetli. Gayet güzel karnımız doyuruyoruz. Mönüye toplam 102.30 euro ödedik. 

 


Artık yavaş yavaş otele doğru giderken restoranlar sokağının daha güzel olduğunu burada yeme içime işinin daha zengin ve hareketli olduğunu  konuşuyoruz aramızda. İlk günün acemiliği olur o kadar…. Artık saat 22,00 ve hepimiz tükendik. Yine geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz yokuş yukarı bu sefer. Kocaman iki caddeyi bölen aralarda kafeler bile var. İnsana huzur veriyor bu yol. 

Yol arasındaki o Melhor Bolo de Chocolate do Mundo’da 6 çay söylüyoruz. Burada çay söylemek çok kolay. Çünkü Portekizcede de ça deniyor. Ama tabii demleme değil.  Kocaman bir çelik kapta su ve yanında fincan. Hayati ve benim gibi açık içiyorsanız 2 bardak içersiniz. Çaylara 8 euro ödeyip artık yatmaya gidiyoruz. İstanbul gibi, Roma gibi yedi tepe üzerine kurulmuş; ortasından geçen dev Tejo Nehri’nin oluşturduğu haliç üzerine kurulu ve bu nehrin üzerindeki köprüleriyle hayranlık uyandıran bir şehir. Biraz İstanbul biraz Roma…


 Yazılan Yorumlar...
reyhan
(10 Haziran 2013)
Yorumlara teşekkürler. Faydalı oldu ise ne mutlu bana. Diğer günlee ait yazım da hazırlanıyor.
denizci
(09 Haziran 2013)
Keyifli bir gezi olmuş anlaşılan. 10 seneyi geçmiş Lizbona gideli. Müthiş sevmiştim. Özellikle de tarihi merkez beni çok etkilemişti. Fado ise bambaşka bir şey elbette. Gözyaşı ile süslenmiş olan hüznün ve hasretin ezgileri. Teşekkür.
Erdin İVGİN
(08 Haziran 2013)
Reyhan bende seninle aynı fikirdeyim gezmek gerçekten de insanın hayatını uzatıyor. Birbirinin aynı geçen günlerin ardından yapılan seyahat nedense insana daha uzun süreymiş gibi gelir. Edinilen tecrübeler ve hatıralar yıllarca hatırlanır.
Güzel bir yolculuk olmuşa benziyor. Umarım Fado dinlemişsinizdir. Eline sağlık.
hakangeziyor
(30 Mayıs 2013)
Sevgili Reyhan, müthiş bir başlangıç olmuş. Gerisinin dopdolu geleceği şimdiden belli. Geçen sene kış döneminde sadece Portoyu gezecek kadar vaktim olduğu için Lizbonu pas geçmiştim. Önümüzdeki seyahatlere hazırlık ve teşvik anlamında çok keyifli bir anlatım olmuş. Zaten önünde sonunda bize bir Lizbon yolu görünecek. Merakla devamını bekliyorum.
Kalemine sağlık.