Medeniyetle Yıkanmış Şehir: Helsinki


Aklımda hiç yokken Helsinki’de
buldum kendimi. Helsinki’ye kadar görmek istediğim o kadar çok yer var ki! Medyanın etkisiyle olsa gerek rock müziğini, değişik
kostümleriyle 2006 Eurovision birincisi ‘Lordi aklıma gelen
Finlandiya deyince. Bir de modern bir şehir olduğu. Uçaktan Helsinki coğrafyasına
bakıyorum. Sonbaharın renk cümbüşü giysilerini giymiş bir orman gibi. Ağaçların
arasından renk senfonisinin süzülerek kulağıma fısıldadığını hissediyorum.
Pilot yolunu mu şaşırdı acaba. Uçağın penceresinden aşağıda gördüğüm sonbahara
kucak açmış bir orman sanki! İstanbul’dan 3 saatten birazcık fazla bir zamanda
Helsinki’ye vardığımızda bu düşüncemin yanlış olmadığını görüyorum.
Havaalanında devasa posterde reçellerin yanında et fotoğrafları bizi
karşılıyor. Fin mutfağında et yemeklerinin yanında reçel çeşitlerinin de servis
edildiğini okumuştum. 

Finlandiya Cumhuriyeti, Kuzey Avrupa da Baltık Denizi
kıyısında bir Kuzey Avrupa ülkesi (İskandinavya yarımadasında). Finlandiya’nın nüfus bakımından en büyük şehri ve
başkenti olan Helsinki, Estonya’nın başkenti Tallinn’den daha güzel bir kent yaratmak için yapılmış.
Bence başarılı da olmuş. Baltık denizinin kenarında, 1550 yılında İsveç kralı
Gustav Vasa tarafından kurulmuş olan bu şehre “Baltık Denizinin Kızı” diyorlar.
300 adası var. Gulf stream akıntısı nedeniyle çevresindeki yerlere göre daha
ılıman. Kaldığım 2,5 gün Ekim ortasıydı. Soğuk olur endişesiyle getirdiğim
eldiven ve kaşkolümü kullanmaya gerek kalmadı. Güneşli bir hava gezimize eşlik
etti. Şanslıyım. Kuzeyin soğuk ve karlı ülkesi dedikleri bu yer bana sıcak ve
aydınlık yüzünü gösterdiği için.


 
Doğa ve
çevre dostu Helsinki’ye inerken…Tempereen
Tuomiokirkko…






Senato Meydanında küçük bir mola…


Finliler tam 654 yıl İsveç hâkimiyetinde
yaşamış. Sonra, 1809 yılında Rusya’nın egemenliğine girmişler. 1917 yılı
Bolşevik Devrimi sırasında, Rusya’daki karışıklıkları fırsat bilip,
bağımsızlıklarını ilan etmişler. Asırlarca elde edilemeyen bağımsızlık çeyrek
asır sonra tehlikeye girmiş. 2. Dünya Savaşı sırasında, Finliler iki kez
Sovyetlerle, bir kez Nazilerle savaşarak, zor kazandıkları bağımsızlıklarını
korumasını bilmişler.

Fince ve İsveççe levhalar görüyoruz. Yüzde 5,5’i İsveçli olan
Finlandiya’da ikinci resmi dilin İsveççe
olduğunu öğreniyoruz. Helsinki nüfusunun %6,2 İsveççe konuşan kişilerden
oluşuyor. Türkçe,
Macarca, Estonca gibi bir Ural-Altay dili Fince. 1800 yıllarında çıkan yangınla
ahşap binaların hepsi yanmış. Bundan sonra taştan yapılmış binalar. 19 yy. ın
şartlarında oluşturulan kent; geniş parklara, geniş caddelere, modern ve yeni
binalara sahip. Mimari açıdan Petersburg’un kız kardeşi diyorlarmış Helsinki’ye.
Rotamız buradan Petersburg’a. Petersburg’u gezince gerçekten kız kardeşimi
olduğunu gözlemleyeceğim. 

Avrupa’nın en yaşanılır, en pahalı
kentlerinin en üst sıralarında yer alıyor. Şehir düzeni ve mimari tasarımıyla
ödül almış bir kent. Bunda 20. yüzyılın en önemli mimarları arasında yer alan Finli
mimar Alvar
Aalto’nun rolü var kuşkusuz. Aalto hakkında daha
detaylı bilgiyi Wikipedia’dan
bulabilirsiniz. Beyaz zambaklar ülkesi denilen şehir 600.000 nüfusa sahip. 130 dan fazla
farklı ulus yaşıyor burada. Çoğunluğunu Rusya,
Estonya, İsveç,  Somali, Sırbistan, Çin,
Irak vatandaşları oluşturuyormuş. 45.000 Müslüman yaşıyormuş burada. Özellikle İdil-Ural bölgesindeki Tatar Türklerinin yaşadığı
köylerden 1870'lerde başlayan ve 1930'lu yıllara kadar süren göçler
Finlandiya'da bir Tatar Türkleri adacığı meydana getirmiş. Ticarette başarılı olmuşlar
burada.


 

Helsinki parklarında doğallık ve sanat içiçe
geçmiş…

Ülke ise 2012 verilerine göre: 5,430 milyon. Buraya göç çok, ancak ülkeye
niteliksiz eleman almıyorlarmış. Herkes gibi bende tarihi dokuyu ararım
gittiğim yerlerde. Hele ki benim gibi hayatının yarısı Safranbolu ve Bartın da
geçmiş birisi için eski yaşanmışlık, kültür ve eski mimari yapılar daha da önem
kazanıyor… Helsinki de bu saydıklarımdan yoktu. Fakat beni bu durum hiç
rahatsız etmedi. Modernlik Helsinki de medeniyet olmuş, uygarlık olmuş, güzel
ve sağlıklı yaşamak olmuş, sanat olmuş, kültür olmuş, estetik olmuş, dinginlik
olmuş. Kısacası bu şehirde kaldığım kısacık sürede olsa
meditasyon yapıyormuşum gibi hissettim. Huzurun, uygarlığın sihirli
atmosferiyle yıkandım. 20km‘den fazla yürüyüp te, bu kadar dinlenmiş ve huzurlu
bir gezi olabilir mi diye düşünmeden edemedim. Sonbaharın sereserpe sokaklara,
caddelere döktüğü rengârenk yaprakların arasında, sürekli koşan, çoğunluğu butonla
yürüyen zarif, güler yüzlü, neredeyse tamamının eğitimli olduğunu duyduğum
insanlarının arasında kendimi hiç yabancı gibi hissetmedim. İçimden daha uzun
süre burada kalabileceğimi hissettim. Bir yeri sorduğunuzda hemen telefonlarına
sarılıp bize en doğru olarak gösteren özgün ve şık insanlarıyla, korna sesini
hiç duymadığım caddelerinde, köpeklerin bile eğitimli olduğu havlamadığı bu şehirde
gezmek benim için unutulmaz bir deneyimdi. Modern insanın modern hayatın en
güzelini yakalamış bir proje kenti bence. Bizim yaşadığımız eşsiz coğrafya yok
burada, ancak bizde olmayan bir sadelik, medeniyet dengeliyor bunu. Soğuk, puslu,
yağışlı ve karlı coğrafyasına inat sımsıcak yaşanası olan bu şehirde Türklerle
de tanıştık. Herkes hayatından memnun görünüyordu. Tatillerde Türkiye ye
gelince karmaşaya uyum sağlayamadıklarını belirtenler oldu. Hatta ülkesinde
tatili bitmeden doyduğu yere yani Helsinki’ye döndüklerini de söyleyenler…


  
Uspenski Katedrali ve Aşk Köprüsü…



  

Gar ve Sibelius Anıtı…

Helsinki’nin simgesi haline gelmiş Protestan katedrali Lutheran katedrali senato meydanında bulunuyor. Alman
asıllı mimar Carl Ludwing Engel’in eseri olan katedralin yapımı 1852de
tamamlanmış. O dönem Finlandiya Rusya’ya bağlı olduğundan Engel’le bu işi veren
Rus çarı II.Alexander’ın heykeli de meydana dikilmiş, ve burada küçük bir
St.Petersburg yaratmaya çalıştığını öğreniyorum. Konumu ve
mimarisi nedeniyle dışarıdan oldukça ihtişamlı görülen Katedral’in içi ise bir
o kadar sade. Büyük çoğunluğu Lüterci Hristiyan olan Finler, Katedrallerini de
kilisenin gösterişine ve dini kullanmasına savaş açan Martin Luther’e layık
olacak şekilde inşa etmişler. Kilisede sadece bir resim ve bir kaç heykel
bulunuyor. Bunlardan birisi, Martin Luther’e ait. 

Meydanda Katedralle birlikte, neoklasik mimari
tarzında inşa edilen üç bina daha var. Bunlar Hükümet Sarayı, Helsinki
Üniversitesi ve Finlandiya Ulusal Kütüphanesi Binası. Tüm binalar Alman mimar
Engel tarafından inşa edilmiş. Şehir merkezinin bir diğer tepesinde ise Batı
Avrupa’nın en büyük Ortodoks katedrali olan Uspenski var. 1868 yılında inşa
edilen Katedral, soğan biçimli kubbesiyle, Helsinki’de Rus tarihinin açık bir
göstergesi gibi duruyor. Tren Garı, Başkanlık Sarayı, Belediye ve Şehir Müzesi
Binaları tarihi merkezin kayda değer diğer yapıları. Olimpiyat Stadı ve
Olimpiyat Kulesi de görülmeye değer. 

Şehir merkezinin biraz dışında yer alan Oyma Kaya
Kilise (Temppeliaukion) Helsinki’nin en özgün mimari yapılarından. Büyük bir
kayanın içi dinamitle patlatılarak ve oyularak yapılmış olan bu kilise. 1969
yılında inşa edilmiş. Kayalar üzerine oturtulmuş kocaman kubbesi, yerden hiçbir
sütunla desteklenmiyor. Cam kubbesinden süzülen ışığın sihirli atmosferi, muhteşem
akustiği nedeniyle birçok konsere ev sahipliği yapıyor. Dışarıdan bakınca yere
çakılmış bir ufo’yu andırıyor. Postmodern bir kilise. Her gün 10.00-15.00 arası
ziyarete açık.


  


Kilisede din dersi ve korolar festivalinden bir
kare…



  


Sanat eseri gibi kilise orgu… Çocuklar mutlu
bir şekilde bahçede oynuyorlar…

Sibellius parkına gidip, Jean Sibellius (Finlandiyalı
besteci) için 80. Doğum günü anısı olarak yapılan bir anıtı görmeden gelmeyin
derim. 1967 yılında heykeltıraş Eila Hiltunen tarafından yapılmış olan bu anıt heykel
ünlü bestecinin müziğindeki iniş çıkışları simgeleyen tonlarca ağırlığa sahip
600 çelik borudan oluşmakta. Tüm bu yerlere ulaşmak zor değil. Oldukça düzenli
şehir alt yapısına sahip olan bu şehirde kaybolmak imkânsız gibi görünüyor. 

Ertesi gün deniz yoluyla feribot seferiyle Tallinn’e 2 saatte
varabileceğimizi öğrenmişken, rahatlıkla gidilebileceğiz Tallinn ve Turku
şehirlerinden birine gitmeyi düşünürken, internette rastladığımız
Suomenlinna Adası aklımıza düşüyor ve kararımızı değiştirerek sabah erkenden
kalkarak şehir meydanındaki Pazar yerindeki limandan kalkan tekneyle 15-
20 dakikada adaya varıyoruz. Helsinki’de az bulunan güneşli bir hava bize eşlik
ediyor. Her saat başı sefer var.


  


Solda yaşadığı şehre hayran bir Türk manav,
sağda ise Finli bir manav…

Ada, zamanında Helsinki'nin
savunması için çok   önemliymiş. Kelime anlamı Finlandiya Kalesi
olan surlar, İsveç Kralı tarafından, yaklaşan Rus işgalini engellemek için inşa
ettirilmiş. Adayı
alan Helsinki'yi alır derlermiş. Bugün ada ve kalesi UNESCO Dünya Kültür Mirası
listesi içinde yer alıyor. Adayı baştanbaşa yürüyebilirsiniz, hele hava
güneşliyse. Bizim gibi unutulmaz bir doğa yürüyüşü yapın derim. Serçeler, kargalar
bile dibinizden ayrılmıyor. Denizin kokusu, maviliği, ördeklerin süzülerek
denizle dans etmesini, ağaçların bile sizi kucaklayacakmış gibi kollarını
açtığını hissettiğiniz bu adada, yorulduğunuzda hemen bulabileceğiniz özgün
kafeler sizi bekliyor. Hava güzelse denize açılan nostaljik tahta köprüler ve
oturma yerleri, tertemiz yemyeşil çimenler de kafelerin tadını verebilir. Bu
kadar açık havada dolaşınca tuvalet rahatlıkla bulabilirsiniz. Temiz ve
ücretsiz. Kaidesi gemiye benzetilmiş olan bronzdan Romalı asker (kahraman)
heykelini hayranlıkla seyredebilirsiniz. Bir zamanların çocukların çok sevdiği
çizgi filmi Teletabinin evlerine benziyor eski cephanelikler. Şimdilerde savaş topları
çocukların üzerine tırmandıkları oyun araçlarına dönüşmüş sanki. Keşke
dünyadaki savaş toplarının hepsi oyun alanları yerine kullanılsa diye
geçiriyorum içimden! Suomenlinna Adası hakkında daha detaylı bilgiyi Gezialemi
Dünya Mirası
sayfasında bulabilirsiniz.


  


Solda kültür temalı fotoğraf sergisinden bir
kare, sağda ise her evin önündeki ayakkabı temizleme aparatı…

Helsinki işletme, finans, moda, tıp, eğlence, medya ve
kültürde ülkenin can damarı. Vitrinlerdeki sadelik, tasarım ve estetik gözümden
kaçmıyor. En sıradan bir dükkanda bile bir sanat objesi ya da el sanatlarından
örnekler var. Renk renk origamik turna kuşları sarkıyordu vitrinden. Kitapçı dükkânlarının
vitrinleri çok güzel tasarlanmış. Kitapla alakası olmayan dükkânlarda bile dekor
olarak kitaplar sergileniyor. Buraya
gelmeden önce araştırmamda kişi başına düşen kitapçı yüzölçümünde de Helsinki
ilk sıralarda olduğuydu. İkinci el dükkânlarını çok
sevdim. Çocukluğumdaki havanları, ağzı ince tabanı çok geniş yeşil cam şişeleri,
avizeleri, porselen kuş, v.b figürleri, görünce heyecanlandım. Tüm şehirde
Wi-Fi ücretsiz. Çok işimize yaradı bu durum. Körfezde çeşit çeşit ördekler
yüzüyor. Kışın körfez donduğunda buz kırıcılar hazır bekliyor suda edalı ve
haşmetli. Helsinki limanı boyunca irili ufaklı yüzlerce yatların sonbahar
uykusuna yattığını düşünebilirsiniz. Kaldığım sürece içinde hiçbir canlıyı
görmediğim yatlar, tekneler yazın belli ki yorulmuşlardı, dinleniyorlardı
adeta. 

Özellikle bir Fin okulunu görmek istedim. Başarılı
eğitim sisteminde Finlandiya başı çeker dünyada. Üstelik sınav stresi yok,
mukayese yok, dershaneler, özel hocalar yok, eğitim saatleri çok kısa olmasına rağmen…
Tesadüfen gördüğüm bir okulun bahçesindeki banka oturdum. Teneffüs saatiydi ve soğuğa
aldırmadan tüm okul çocukları bahçedeydi. 5-6 yaşındakiler de. Hepsi kabanları,
küçükler eldiven ve başlıkları da takılmış olarak oyunlar oynuyorlardı.
Bahçedeki oyuncaklarla doldurulmuş üç büyük kum havuzunda küçükler küreklerle kumları
kazıyıp, kovalara dolduruyorlardı. Kalıplarla formlar oluşturuyorlardı.
Büyükler yapraktan görünmeyen topraktan yaprakları alıp, yaprak savaşı
yapıyorlardı. Tüm okullarda öğle yemeği bedava olduğunu öğreniyorum. Zaten Finlandiya’da
doğan tüm çocuklar için her türlü gereksiniminin karşılandığı bir çeyiz sandığı
hediye ediliyormuş devlet tarafından.


   

Modern Protestan Temppeliaukio Kilisesinin
dışarıdan ve içeriden görüntü…

Geniş parklara sahip yemyeşil bu şehirde akşam da
parklarına gitmeden edemezdik. Pazar yeri ile şehir meydanı arasındaki
Esplananide parkında akşam yürüyüşündeyiz. Yine herkes köpekleriyle birlikte
eşofman tercihi yerine koşu taytlarını giymişler, bazıları köpekleriyle, bazıları
yalnız koşuyor ve yürüyorlar. Koşmayı çok seviyorlar. İnsanların sinirleri
alınmış gibi. Yoldan geçen bir guruba, “nerede güzel bir yemek yiyebiliriz”
diye soruyoruz. Nereden geldiğimizi soruyorlar. Türkiye den diyoruz. “Bizim
tercih ettiğimiz, en ilginç bulduğumuz yer bir Türk lokantası var ileride”
deyince biz hem gülüyoruz, hem de gururlanıyoruz doğal olarak. 

Parklarda köpeğinin özgürce dolaşmasını isteyenler
için sahipleriyle girebileceklerin köpek alanları var. Zaten kedisi ve köpeği
ölen Finlandiyalılar için hayvan mezarlıkları da var. Doğum tarihi ve ölüm tarihi
yazıyor mezar taşlarında. Finlilerin bu mezarlara gidip ziyaret ettiklerini
öğreniyorum. 5,5 milyon nüfusa sahip Finlandiya da 1,5 milyon saunanın (geleneksel Fin hamamı) olduğunu söylüyor rehberimiz. Hatta çoğu evlerde
sauna mevcut. Sauna kültürü çok yaygın. Bazı iş toplantıları bile saunalarda
yapıldığını söylüyor rehberimiz. Eee Fin hamamları meşhur. Otelimizde 4
yıldızlı. Buraya gelmişken bir Fin hamamını yaşamadan olmazdı. Aileler,
kadınlar ve erkekler için ayrı saunalar var. 5-6 kişilik. Günün yorgunluğunu
bundan daha iyi atamazdık doğrusu. Saunanın yararları hakkında daha detaylı
bilgiyi Wikipedia
Sauna
sayfasında bulabilirsiniz.


 




 

Suomenlinna Adasında her köşe insanı
kışkırtıcak güzellikte…

Çok ilginç yarışmaların yapıldığı bu coğrafyada
gelenek olarak günümüze kadar gelmiş “Eş taşıma yarışması” artık Finliler için
resmi bir spor kabul edilmiş. Bir söylentiye göre yarışma, komşu köylerden kız
kaçırma geleneğinden ortaya çıkmış.  İlginç bir yarışma da dünya devi olan Nokia. Fakat
Finliler sanırım Nokia görmekten o kadar sıkılmışlar ki, her sene Juva kentinde
“Cep telefonu fırlatma yarışması” düzenliyorlarmış.
İlgimi çeken bir durumda şehir sularının içme suyu olarak
kullanılmasıydı. 

Otelimizdeki musluklardan su içebileceğimiz belirttiler.
Gerçektende rahatlıkla içtik. İçimi de tadı da rahatlıkla içilebilecek bir su
özelliğinde. Üstelik Finliler bir dönem şehir suyunu içme suyu olarak
Arabistan’a bile ihraç etmişler.
Oteldeki kahvaltılarımız da tattığımız sebze, meyve (nektarin, karpuz,
kavun, çilek, mandalina),  cranberry
(turna yemişi), peynir, süt ürünleri, üzerine tarçın dökülerek yenen haşlanmış
buğday, v.b.  reçelleri, turtası güzeldi.
Somon balığı, geyik eti, lahana, patates, havuç, mantar, kırmızı pancar turşusu
da tercih edilen yemekleri arasında. Rönttönen adı
verilen kırmızı yaban mersinli tart ise, son derece lezzetli bir diğer yerel
tatlı çeşidi. Kahve ülkenin milli içkisi neredeyse. Her yer kahve kokuyor.
Güzel kafelerinde güzel kahvelerini bolca tattık.
Helsinki mutfağı hakkında daha  detaylı
bilgiyi Maximiles
Helsinki
sayfasında bulabilirsiniz.


 




 

Amos Anderson Müzesinden kareler...






Romalı Asker Anıtı…



Pazartesi
günü müzelerin kapalı olması nedeniyle açık olan tek müze Amos Anderson
Müzesiyle yetinmek zorunda kaldım. Oysaki burası müzeler şehri. Özellikle
Kiasma Çağdaş sanatlar Müzesini göremeden dönmek benim için üzücü oldu. Helsinki’ye gitmek benim için sürpriz olmuştu. İyi ki
gitmişim. Baltık denizinin kızına elveda derken, yeni yüzyılın başarıyı
yakalamış bir proje kentini gördüğüm ve şehri hissettiğim için mutlu
ayrılıyorum. Son gün güvenilir kaynaklardan duyduğum bir yorumu da paylaşmak
istiyorum. İnsanlarının dürüst olduğu… Ülkemiz içinde, burası gibi;
modernliğin, sanatın, eşsiz tasarımların, dinginliğin, huzurun, fırsat
eşitliğinin, dürüstlüğün, başarılı eğitimin yeşermesi ve yaygınlaşması
dileğimle masal şehri gibi hayal ettiğim güzelliklerini keşfetmek üzere Petersburg’a
uçuyorum...      




 Yazılan Yorumlar...
KEZO
(10  Aralık 2013)
Çok iyi bir gezginin güçlü kaleminden Helsinkiyi bir kez daha gezmek çok keyifliydi... emeğine sağlık , gezgin kalalım :)
rabiarana
(24 Kasım 2013)
Hocam, ne guzel anlatmissiniz, yakaladiginiz kareler ise muhtesem! Nice sihhat ve enerji dolu geziler yapmaniz temennisiyle...Ogretmenler gununuz kutlu olsun.
SEVDA
(19 Kasım 2013)
Şükran Hanım, sizin enerjinize ve yaşama tutkunuza her zaman hayrandım. Helsinki izlenimleriniz bana yeniden aynı duyguları hissettirdi. Epey emekle, özenle yazılmış yazınız ve onu renklendiren fotoğraflarınız bana fotoğraf makinemi boynuma takıp Helsinkiye doğru yola çıkma isteği verdi. Eksik olmayın. Gezi izlenimlerinizi merakla bekleyeceğim. Sevgiler.
gulsend
(18 Kasım 2013)
O kadar güzel anlatmışsınız ki.. Sanki ben de sizinle oralarda gezidm, gördüm, yaşadım.Gezi yazıları bir sanatçı gözü ile daha da anlam kazanıyor. Ellerinize, gözlerinize gönlünüze sağlık!
Şükran Şahin
(16 Kasım 2013)
dost gezgin Baran hocam, Türk manav Halit le epeyce sohbet ettik. Yaşadığı şehre hayrandı ve mutluydu. Uzak diyarlarda yaşadığı şehri vatanı gibi kabullenmiş.Şanslı!Helsinki de saatlerce ve kilometrelerce yürüdük.Aykırı bir yapı, çöp, v.s. görmedim desem inanın!
dost_gezgin
(16 Kasım 2013)
Çok başarılı ve çok renkli... Tebrikler, elinize sağlık hocam... Ayrıca Türk manavı fotoğrafınız da çok ilginç. Biz de ülkemizi, şehirlerimizi böyle yaşanır, temiz ve renkli yapamaz mıyız?
Teşekkürler...
hakangeziyor
(14 Kasım 2013)
Şükran Hanım, İskandinavya sanki Avrupanın değil de başka bir kıtanın parçası gibi geliyor hep bana. İsveç olsun Norveş olsun hep böyle. Tıpkı diğerleri gibi Helsinkide klasik Avrupadakilerden farklı bir şehir gibi sanki. Henüz görmek nasip olmadı ama inşallah önümüzdeki yıl başlangıcı Stockholmden yapmak istiyorum. Sonra eminim gerisi gelecektir. Keyifli anlatımınız için teşekkürler.
Kaleminize sağlık...