Patmos: İncildeki Kutsal Ada...


Geçen yıl bu günlerde Sakız seferinden dönerken aklıma koymuştum Patmos u. Kışın karanlık ve yağışlı günlerinde bu güzel adanın hayalini kurarak, planlar yaparak geçti saatler. Bodrum da  geçen bir haftanın ardından, eylülün en güzel günlerinin yaşandığı, çoluk-çocuk gürültülerinin azaldığı, çılgın turist gruplarının evlerine döndüğü ama Bodrum daki dayanılmaz fiyat artışlarının bir türlü dizginlenemediği ortamda artık bizim de adalara kaçma zamanımızın geldiği anlaşılıyor.

Dinler tarihine duyduğum ilgi mesleki bilgilerle de desteklenince Patmos benim için çok kıymetli bir mücevher gibi ışıldıyor. Türkiye den direkt bir gemi bağlantısı olmadığı için en yakın bağlantı olarak Kos adasından geçiş mümkün olabiliyor.

Sabah 9.30 Bodrum un yeni Cruise limanından kalkan Turkish Sea Lines a ait tekne ile kapağı bir saatta Kos limanına atıyoruz. Dönüşte iki gece de Kos da kalmayı planladığımızdan burada kalacağımız 2-3 saatte ancak bir yemek yiyebiliriz. Bavullarımızı Sevgili Seda nın başarı ile yönettiği Fanos Travel e bırakıp hemen Kos-Patmos biletlerimizi alıyoruz. Seda, eşimin yakın bir arkadaşının kızı ve Kos lu bir Yunanlı ile evli. Fanos Travel, yatçılık ve her türlü turizm faaliyetinde çok başarılı, patroniçe Seda her işe koşuyor.


 
Flying Dolphin deniz otobüsü ve Kalymnos…

 
Yalıçapkın’ı çoktan Kalymnos kıyılarında…Tırmanış kayaları…

Flying Dolphin deniz otobüsleri ile gideceğiz, Dodekanissa Seaway katamaranları ile döneceğiz, iki kişi gidiş-dönüş 116 euro ödüyoruz, yol az değil, 2,5 saat sürecek.

Kos kalabalık, İskandinavyalılar henüz evlerine dönmemiş, bizim tekneden çıkan günübirlikçi vatandaşlarımız da az değil doğrusu. Aleksandros tavernada yediğimiz öğlen yemeği biraz uyduruk oldu, sardalyenin tavası güzel olmamıştı, neyse yemek işini Patmos da telafi ederiz diye düşünüyorum.

İtalyanların yaptığı güzel binanın önündeki rıhtımdan kalkacak olan deniz otobüsüne yerleşiyoruz. Küçük bir tekne, herkes istediği yere oturmakta serbest, bavullar iniş sırasına göre kravatlı görevli tarafından yerleştiriliyor. Teknemiz adaları dolaşarak Rodos a kadar gidecek. Saat 17.00 de Patmos da olacağız. Deniz sakin, lacivert, ufukta Bodrum un siteleri ve teknemiz Erato hareket ediyor.

 
Sağda Hagios İoannes Manastırı; solda ise İtalya döneminden kalma idare binaları…

 
Byzance Otelden manzaralar…

İlk durak Kalymnos, derin koyun içindeki iskeleye kısa bir süre yanaşıyoruz, yolcular iniyor, yenileri biniyor, tuzlu camların arkasından limandaki İtalyan yapıları görülüyor. 1912 de geldikleri adalardan II.Dünya savaşı sonrası ayrılan İtalyanlar, kendilerine özgü Art-Deco yapılarla tüm on iki adaya damgalarını vurmuşlar ama yüzlerce yıl bu adalardan vergi alan Osmanlı nın eserleri bir elin parmaklarını geçmiyor. Günümüze kalan Osmanlı eserleri de restorasyon beklentisi içinde zamanla yarışıyor. Gelecek yıl acaba Kalymnos seferi mi yapsak? Gezginin ruhu işte böyle, bir seyahat bitmeden kafam ikinci seyahatin planlarına işliyor. Avrupa da en iyi kaya tırmanışı yapılan yerlerden olan Kalymnos kayalarını da sancağımızda görüyoruz.

İkinci ada Leros, adanın iki limanı var, yine İtalyan yapılarının kırmızı kubbeleri görülüyor ufukta. Savaş sırasında burada Mussolini denizaltılarını konuşlandırıyor, biraz daha araştırmam gerekir, diğer önemli yapıları da kafaya yazmalıyım.

Minik Lipsi iskelesinde de yolcu indirdikten sonra saat tam 17.00 de Patmos limanına giriyoruz. İskelede bekleşen Rodos yolcuları arasından geçerek karaya adım atıyoruz.

Hıristiyanlık tarihinde iki İoannes var (John). Birincisi İsa yı müjdeleyen ve onu Şeria nehrinde vaftiz eden “Vaftizci İoannes”, ikincisi ise İncilin dört yazarından biri olan ve “Apokalips=Vahiy” bölümünü de yazan, incil yazarı “Hagios İoannes Theologos”. İşte bizim Patmos a damgasını kuvvetlice vuran bu ikinci İoannes. Roma imparatoru Domitianus inançlarından dolayı İoannes i bu adaya sürgüne gönderir M.S. 95 de. İki yıl bir mağarada kapalı kalan İoannes burada bir yarıktan gelen ve tanrının sesi olduğuna inandığı sesler duyar ve onları yazıya geçirir, işte incilde yer alan “Apokalips” bölümü de böylece yazılmış olur. Göreceklerimiz arasında bu mağara da var.

 
Tepedeki minik şapel ve Patmos Meydanı…

 

Skala’dan sokakları ve evleri…

İskele=Skala kalabalık ve canlı, ellerinde pansiyon isimleri yazılı kağıtlarla bekleyenler kalacak yer arayanlara cazip teklifler yapıyor. İskelenin tam karşısında İtalyan yapımı idare binası var, kaymakamlık, belediye, emniyet müdürlüğü burada olmalı.

Biz sola doğru yürüyeceğiz. Elde bavullar, elimizle koymuş gibi Byzance oteli buluyoruz. Booking.com dan 5 gece için ayırttım, geceliği, iki kişi, kahvaltı dahil 35 euroya… Bundan iyisi, Şam da kayısı, tabii artık Şam da kayısı kaldıysa. Sahile dik inen daracık bir sokakta hemen 50 metre içerde karşılıklı 2 bina, bembeyaz boyalı, biri eski ama restore edilmiş, diğeri yeni ama Patmos un beyaz, küp biçimi geleneksel mimarisinde. Tertemiz, minimal stilde zevkle döşenmiş odaları  bir orta avluya açılıyor. Avluda yüz yıllık bir palmiye, terastan manzara muhteşem, tam arkamızdaki tepenin üzerinde kartal yuvası gibi “İoannes Manastırı” bizi bekliyor. Yorgun ama mutluyum, hayallerimdeki bir güzel seyahat daha gerçekleşiyor.

Biraz önce bir mağaradan söz ediyorduk, manastır da nereden çıktı şimdi diyenlere de şöyle sesleniyorum: İoannes in mağaradaki olayının üzerinden yaklaşık 1000 yıl sonra, 1088 de bizim Egedeki,Bodrum yolundaki Bafa gölünde bulunan Latmos dan bir rahip,tası tarağı ve yüzlerce kitabını toplayıp bu adaya gelir, amacı Aziz İoannes in yolunda hidayete ermektir, bu amaçla burada bir manastır yapılması için Bizans imparatoru I.Aleksios Komnenos a ricada bulunur ve manastırın temelleri atılır. Rahip Kristodulos a imparatorun gönderdiği altın mühürlü ferman bugün müzede sergileniyor.15 Metre yükseklikteki kale görünümlü duvarlarla çevrili manastır ve etrafında oluşan bembeyaz kasaba Chora bugün Unesco korumasında.

Bir saatlik bir dinlenme ile sevgili arkadaşlarımızla avluda buluşup Skala sokaklarına atıyoruz kendimizi. Hava ılık, etraf boş değil, kalabalık değil, tam bize göre. Liman karşısına kahveler, hediyelik eşya dükkanları dizilmiş, İdare binasının yanındaki minyatür meydan kasabanın kalbi, iki kahve yükünü almış, cıvıl cıvıl.

Öğretmenlerin direnişini yürekten destekliyoruz…

 
Chora’dan aşağıya bakış…

 
İncil yazarı Agios İoannes ve manastırdan bir kare…

Bizim evlerde binbir zahmet ve ihtimamla yetiştirmeye çalıştığımız saksı bitkileri “Benjamin” ler burada dev ağaçlar haline gelmiş. Rıhtımdaki yürüyüş ve Arion kafede içtiğimiz Frappeler herkese iyi geliyor. Skala da yeni yat limanına yürürken önünden geçtiğimiz Meltemi kafenin önünden denize de giriliyor, yarın burada bir açılış yapmak lazım.

Akşam yemeği, internette hakkında güzel yorumlar okuduğumuz Ostria da, 4 kişi tıka basa yiyip içiyoruz, sonuç 55 euro bahşiş de dahil.. Kimse bana Türkbükü ve Yalıkavak fiyatlarını sormasın, sinirim oynamış durumda.

Adamız küçük, gezilecek yerler ve denize girilecek sahiller tarafımızdan pilotlanmış vaziyette, aceleye gerek yok, sindire sindire gezeceğiz, erken kalkış da yok bu tatilde. Kuzeyden güneye 25 km. uzunluğunda ve sadece 3000 kişi yaşıyor, yaklaşık enlem olarak da Didim açıklarında Ege nin orta- doğusundayız diyebiliriz.

Byzance otelin sabah kahvaltısı Yunanistandan beklenmeyecek ölçüde zengin, ana kahvaltılıklara ek olarak yumurtalı, kurabiyeli, kekli bir kahvaltı. Servisi Rus hanımlar yapıyor, buraya çalışmaya gelmişler, şahane Yunanca konuşuyorlar, onlara “Kalimera”nın yanı sıra kendi dillerinde “Dobra Utra” dediğimde ne kadar sevindiklerini anlatamam. Rusya seyahatimizde öğrendiklerim nerelerde işe yarıyor!!!Otelden çıkmamızla birlikte liman yolunda karşıda bir kalabalığın sloganlar atıp, afişler taşıdığını görüyoruz. Burada da bir direnişin orta yerindeyiz. Meslektaşım öğretmenler sosyal haklarında gelişme istiyorlar ve krizi protesto ediyorlar, aralarına katılıyorum, ben de bağırıyorum: Ekonomiko….Katastrofiko…

 
Chora’nın dar sokakları…

 
“Benim muvaffakiyetim ancak Allahın yardımı iledir”; Skala’ya bakış …

Limandan kalkan 11.30 belediye otobüsü ile Manastıra çıkıyoruz virajlı yoldan (1.50 euro), tepedeki kartal yuvası ve onu beyaz bir taç gibi çevreleyen Chora gittikçe yaklaşıyor. Belirli bir noktadan sonra Chora ya motorlu taşıt giremiyor, otobüsten inip, daracık bembeyaz sokaklara giriyoruz. Döne döne çıkıyoruz manastırın girişine doğru. Ana girişin üzerindeki açıklıktan girişe dayanan düşmanların, korsanların üzerine kızgın yağ döküldüğünü okumuştum.

Manastıra giriş, 4 euro, içerdeki müze de buna dahil. Çan kulesi yapının büyüklüğüne pek de uygun değil, Hıristiyanlıktaki kutsal üçlemeye son derece uygun bir üçlü kemer içine çanlar var. Manastır çevresindeki ilk yerleşimler manastırın kuruluşundan hemen 50 yıl sonra başlıyor ama bugün yoğun olarak batıda yer alan Chora evleri 1453 de İstanbul un fethinden sonra bu adaya göç eden kibar ve kültürlü “Konstantinopolis”liler tarafından yapılıyor, bu mahalleye “Allotini”=gelip-geçenler deniyor, bu tarihten sonra hemşerilerimizin yemek, sanat, müzik ve kültürü tüm adayı etkiliyor.

Girişteki avlu çakıl taşı mozayiklerle kaplı, tam ortada, eskiden şarap, şimdi suyun saklandığı bir sarnıç var, sarnıcın üzerinde ve duvar kenarlarında parlatılan, temizlenen kandiller ve halılar görüyoruz, anlaşılan bugün kilisenin temizlik gününe denk geldik.

Soldaki ana kiliseye giriş dört kemerli, arkadaki duvarda yer alan freskolar Agios İoannes in mucizelerini anlatıyor, alttakiler 19 yy.a, üsttekiler 17.yy.a ait, kemer üstlerinde, aralarda canlı renklerini hala koruyan incil konuları var. İçerde fotoğraf yasak, 1820 de 12 Sakızlı ahşap sanatçısı tarafından yapılan İkonostasis muhteşem. Çıkışta, avluda temizliği denetleyen rahip Türk olduğumuzu anlayınca özel ilgi gösteriyor. Müzedeki Padişah fermanlarını görmemizi tavsiye ediyor. Yandaki Şapelde, artık kendisi de bir aziz olan, manastırın kurucusu Kristodulos, gümüş sandukasının içinde yatıyor.

 
Kampos…

Pantelis’in yeri…

 
Kampos Plajları ve Geranos Şapeli…

Tüm manastırda 10 adet şapel var, hepsini gezmemiz imkansız, en iyisi biz müzeye girelim hemen. Müzenin girişinde Bizans İmparatoru I.Aleksios Komnenos un Manastırın kuruluşu için gönderdiği benim boyumdan daha uzun, altın mühürlü fermanı yer alıyor. Manastır için çok önemli olan birçok dinsel objenin yanı sıra bizim için önemli olan Osmanlı padişahlarının 6 adet fermanı. Ticareti, dinsel özgürlüğü koruyan fermanların yanı sıra bir ferman benim ilgimi çekiyor. Bu fermanda Sultan, Subaşı ve Kadı ya şu emri veriyor: Andros isimli şahsın evine giren mallarını çalıp, ev ahalisinden birini öldüren saldırgan tez bulunsun ve cezası verilsin!!!! Manastırın ikinci katından manzara müthiş, beyaz kemerler arasından iç avluya bakış da güzel. Çıkışta, arkadaşlarımız Skala ya otobüsle dönmeyi tercih ediyorlar, biz ise Chora nın beyaz sokaklarında kaybolduktan sonra 4,5 km lik çıkışı, 2,5 km. indiren kestirme, yamaçtan inen patikayı kullanacağız.

Chora sokaklarında, geçitlerinde, koridorlarında kendimi kaybediyorum, bir rüya gibi beyazlık yukarda gökyüzünün sonsuz mavisi ile sınırlanıyor, bir de bu güzelim renklere evlerden sarkan begonvillerin dökülüşünü eklersek soğuk kış günlerinde kurduğum hayallerin tam ortasına düştüm diyeceğim. Geçitler kıvrılıyor, iniyor, çıkıyor, minik meydancıklardaki şık butiklerin etrafından dolaşarak yeni sürprizler hazırlıyor bana. Bir evin kapı girişinin üzerinde çini bir levha üzerinde güzel bir hatla yazılmış Osmanlıca  bir yazı görüyorum, hemen fotosunu çekiyoruz. Sonradan sevgili öğrencim Zambak bu konuda uzmanlığını konuşturuyor ve fotodaki yazıyı okuyor: Yazı Arapça, Türkçesi şöyle: “Benim muvaffakiyetim ancak Allahın yardımı iledir”. Bizim için ne sürpriz !!!

Agia Levia meydanında, kilisenin apsisine dayanmış uzocu minderler yerleştiriyor duvar dibine, akşam apsise sırtlarını dayayanlar uzolarını içecekler burada, iyi ki Hıristiyanlık ta içki yasağı yok!! Küçük meydandaki taverna Vaggelis bizi davet eder gibi, burada yemeliyiz bir gece.

Otobüsle geri dönüş yerine, macera merakımızla, restorasyonları ödül almış yel değirmenleri dibinden geçen patikaya dalıyoruz. Eski antik patikadan, sararmış otlar, kavruk makiler, şapeller, taş evler, yüzme havuzlu beyaz Ege evleri, kayalar, kurumuş dere yatakları arasından Skala ya inmemiz bir buçuk saati buluyor.

Livadi Kalogiron plajı…

 
Vaggelis Tavernada antika müzik dolabı…

Kutsal Mağaraya giriş…

Ter içinde otele uğrayıp mayolarımızı alıp kendimizi Meltemi kafenin plajına atıyor, arkadaşlarla buluşup günün yorgunluğunu üzerimizden bir anda atıyoruz sulara dalınca.

Pantelis taverna da yediğimiz akşam yemeği bu seyahatin en pahalı yemeği: İçinde her türlü deniz mahlukatının ve dev karideslerin olduğu makarnalar iki karış uzunluğundaki kayık tabaklarda geliyor, yanında beyaz şarap, daha başka bir şey yenmemeli bunun üzerine yazık olur…Hesap iki kişi şarap dahil 60 euro…Helali hoş olsun…
-----------
Bugün kiralık arabamıza kurulup etrafın teftişine başlayacağız. Hyundai nin en küçük modeli i 110, günlüğü 25 euroya emre amade bekliyor. İlk durak Meloi koyu. Deniz şıkır şıkır, bir de taverna var, sabah kahvesine bizi bekliyor. Türk olduğumuzu öğrenen garson önce adada kaç gün kalacağımızı soruyor, bir anda ağzımdan dökülen kelimelere ben de inanamıyorum, bütün kış çalıştım ya, “pente meres”=beş gün diyorum, İlk defa mı geldiniz? Diyor garson, “ne, proti fora”=evet, ilk defa, cevabını yapıştırıyorum. Bizimkiler kahveyi, yemeği de bana söyletiyorlar, yeni bir dile bu yaşta yaklaşabilmek bile güzel…

Garson büyük bir ilgi ile karşı tepenin üzerindeki taş villayı gösteriyor, “Sizin Almanya ya kaçan Hürrem, helikopterle bu villaya geldi tatile, bütün ada halkı onu görebilmek ümidi ile o tepeye taşındı” diyor. Bütün adanın TV deki Süleymanı seyrettiğini ekliyor. Nasıl bir güçtür bu medya, aklım almıyor, yalan mı değil mi bilmiyorum. 

İkinci durağımız tepedeki Kampos kasabası ve sonra da sahildeki Kampos plajı oluyor. Şezlong ve şemsiye adam başı 4 euro, eh Caddebostan belediye plajında da aynı para, yayılıyoruz deniz kıyısına, pırıl pırıl denize atıyoruz terleyen bedenleri. Deniz keyfi sonrasında, Vagia ve Geranos koylarını keşfedip, tepedeki Geranos şapeline çıkıyoruz.

 
Stavrou Koyunda dostlar muhabbette; Agriolivadi’ye iniş…

 
Patroniçe Eleni ve O’nun plaj ofisi …

Dönüş yolunda adanın en kuzeyindeki Livadi Kalogirondayız… Deniz sakin, 2-3 kişi denize giriyor, böceklerin ve martıların sesinden başka hiçbir ses yok. Ilgınların altına balıkçıların kayıkları çekilmiş, yandaki tarlada bir esmer vatandaş dört eşeğe “Döven” talimi yaptırıyor. Yuvarlak alanda eşekler fırıl fırıl dönüyor. Sanki bir başka dünyadayız, zaman makinası ile 50 yıl geriye gittik, Bodrum un 1960 lardaki yaşantısı da böyle değil miydi ?

Dünkü  Chora turumuzda çok beğendiğimiz Vaggelis tavernadayız bu gece. Masalar hazır, temiz, mumlar yanmış, garsonlar çok ilgili ve bilgili, atmosfer şahane, solda kilisenin duvarına yaslanan minderlerin müdavimleri, meydana bakan iki butik, küçük adak şapelleri meydanı çevreliyor. Vaggelisin özel yemeklerini yiyeceğiz bu gece: Kağıtta şarapla pişirilmiş domuz bonfile, soğan garnitürlü tavşan, salata ve kırmızı şarap, iki kişi bahşiş dahil 44 euro.

Deniz kenarına inince yeniden deniz mahsullerine dönüş yapacağız tabii. Vaggelis taverna da kapalı bölümde, 1960 lardan kalan bir müzik dolabı ve antika bir para kasası geçmişten gelen güzel anılar olarak korunmuş. Tepede mehtap, kilisenin kubbesine gümüş ışıklar saçıyor, beyaz Chora duvarlarına yayılıyor.
------------
Bugün kutsal mağaranın ziyareti ile başlıyor program. Chora ya çıkan yolun tam yarısında çamlık bir alana giriyor ve arabamızı park ediyoruz. Kişi başı 2 euroluk biletlerimizi alıyor ve 43 basamak inerek mağaraya geliyoruz.

 
Agriolivadi tavernada öğle uzosu…

 

Trehantiri tavernada yemede yanında yat…

Dıştan bakılınca buranın bir mağara olduğunu anlamak çok zor. Mağara önüne yapılan giriş binası bizi aldatıyor. İçerde gerçek mağara kiliseye çevrilmiş durumda, sağda parmaklıkla çevrili alanda yer alan ve gümüşle çerçevelenmiş oyuk, Agios İoannes in Tanrının sesini duyduğu sırada başını dayadığı yer, biraz yukardaki küçük oyuk ise elini dayadığı yer. Şapeldeki birkaç kişi kendinden geçmiş şekilde dua ediyor, biz de sağlıklı bir hayat diliyoruz bu kutsal mekanda ve Hıristiyanlığın yedi hac yerinden biri olan  mağaradan sessizce çıkıp arabamızı sahil yolundan güneye doğru sürüyoruz. Grikos adanın en turistik yerlerinden, dünyanın en güzel koylarından biri seçilmiş ama ben öyle fazla bir fevkaladelik göremedim. Yöresel mimariye uygun alçak mimarilerin yer aldığı lüks oteller koyun etrafını çevirmişler, plaj halka açık, özel evler yamaçlarda küp şekerlere benziyor. İlerde sahilden denize doğru fırlayan Petra=kaya plajını geçip Diakofti de Tarsanas =Tersane bölgesine geliyoruz.

Biraz daha ilerde bir başka koyda sakin deniz, sessiz limanda bir müzik sesi yayılıyor etrafa. Arabamızı park edip sessizlik içindeki keman sesini bozmadan yürüyoruz ilerdeki sahil kahvesine. Muşamba örtülü masanın kenarına ilişmiş Mihalis lavta çalıyor, bizim uda benziyor, Lefteris önce keman, sonra kemençe  ile eşlik ediyor. Bizlerde oturuyoruz, tanışıyoruz, Katherina ve diğer hanım şarkılara başlıyorlar. Aman aman… İstesek olmaz böyle bir ortam, biz Türkçe, bildiğimiz kelimeleri yunanca, onlar da kendi dillerinde ve azıcık İngilizce ile işi idare ediyoruz, yarım saatin sonunda hepimiz ayakta oynuyoruz, söylüyoruz, kucaklaşıyoruz, fotoğraf çekmemiz için müzik aletlerini ellerimize veriyorlar, “Yine bekleriz” diyerek arkamızdan eller sallıyorlar.

Yeniden adanın kuzey yarısındaki plajlara gidiyoruz, oradakileri daha çok beğendik. Skala ya 3 km. uzaklıktaki Agrio livadi de “Hellen’s Place” plajı bize çok uygun. Tertemiz şezlonglara uzanıyoruz ve tam o sırada kızıl saçlı, güleryüzlü, orta yaşlı  tombul Eleni, “Süleyman, Süleyman…” diye bağırarak yaklaşıyor bilet kesmeye. Yani “ben anladım Türk olduğunuzu” mu demek istiyor acaba? Deniz sefasının yanında Eleni nin sohbeti ve plajın gerisindeki tavernanın müthiş güzel yemekleri bizi fethediyor.

Tek kusur, plajlarda su yok, duş nafile. Eleni bizim tuzlu saçlar için bir kova su hazırlayıp güneşte ısınmaya bırakıyor kabinenin arkasına “İtalyanlara gösterme, sonra onlar da ister” diye de tembih ediyor. Alem kadın!!! Patmos a su Rodos tan tankerlerle geliyor ve tabii altın değerinde.

 
Skala’nın gece keyfini çıkardıktan sonra elveda Patmos…

 
Solda Lonca Camii ve sağda ise Agia Paraskevi …

Akşam yemeği, Skala nın ana caddesinin sonunda bir halk lokantası, hem turistler, hem de yöresel halkın çok sevdiği “Trihantiri”de. Biz de, Bodrum da çok bilinen Tirhandil tekne tipini isim olarak almış. Şimdi yediklerimizi yazıyorum, sakın şaşırmayın: Bira, uzo, greek salat, sekiz adet zeytinyağlı yaprak sarma, cacık, bir kayık tabak kalamar tava, bir kayık tabak büyük boy karides ızgara (17 adet) üstüne dondurma, 4 kişi 44 euro… Bu bir rekordur, kişi başı 11 euroya hiçbir yerde böyle yemek yenemez, yarın gece de buraya gelmeliyiz.

Son günün tembelliği içinde yine Eleni nin plajında mis gibi denize girip çıkıyor, arkadaki tavernada hafif bir şeyler yiyoruz. Akşam yemeği için adres belli :Trihantiri. Bu kez yarım litre şarap, bir cola, uzo, maridaki (koca bir tabak minik balık tava), koca kayık tabak karides ızgara tabii ki, cacık, kabak kızartma ve bu kez dört kişi 48 euro veriyoruz. Artık kolestrol, trigilserit umurumuzda bile değil. Doktorların kulaklarını çınlatıyoruz.
---------
Patmos dan ayrılma günü geldi çattı, Byzance otelle vedalaşıyoruz, booking.com da güzel bir yorum yazacağız bu otel için. İki gündür azan fırtına neyse ki biraz azaldı ama yine de Dodekanissos Seaway ın katamaranı biraz gecikmeli yanaşıyor limana. Bekleyen kadar tekneden inenler de var, iki katlı büyük tekneye yerleşiyoruz, bavullar yine iniş yerlerine göre istiflendi.

Üç saate yakın süren yolculuğumuzda yine Leros ve Kalymnos a uğruyoruz ve biraz sallantılı bir yolculukla Kos limanına demir atıyoruz. Bu yolculuktan sonra Yunanlıların “denizci” olmazlarsa hallerinin nice olacaklarını çok iyi anlıyorum. Ege ye ve Adriyatiğe yayılmış yüzlerce ada arasında iyi bir ulaşım kuramazsan yaşayamazsın bu coğrafyada, suyu, ekmeği bile yüzlerce mil öteden gelen adaları besleyemezsen yaşayamazsın.

 
Solda Defterdar Cami ve sağda da Agora…

 
Kos sokakları ve Limionas Taverna…

Kos ılık, Kos kalabalık, Kos gürültülü geliyor Patmos dan sonra. Her zamanki otelimiz Paritsa ya yerleşip (iki kişi kahvaltı dahil 35 euro) arkadaşlarımıza bildiğimiz yerleri gösteriyoruz. Lonca camii yanındaki Hipokratın çınarını, kaleye giden köprüyü, Elefterias meydanındaki Defterdar camiini, İtalyanların idare binalarını, kapalı Pazar yerini dolaşıyoruz, çarşı caddesinde bir tur atıp Agias Paraskevi kilisesinin yanı başındaki meydanda Agora taverna da akşam yemeğimizi yiyoruz. Deniz ve fırtına yordu bizi, Paritsa oteldeki yataklar pek güzel gözüküyor gözümüze.
--------
Fanos Travel den kiraladığımız arabamızla sabah kahvesini Mastichari köyünde içiyoruz. Fırtına devam ediyor, karşıda Kalymnos bir boğaz oluşturduğundan fırtına bu bölgede daha şiddetli, uçurtma sörfü yapanlar, kuş gibi uçup, dalgaların üzerine konuyorlar. Geçen yıl öğle yemeği yediğimiz Kali Kardia taverna yine asmış ahtapotları çamaşır gibi kurumaya.

Limionas koyu bu fırtınadan bile etkilenmemiş, geçen yıl mevsim denize girmeye uygun değildi, bu yıl kaçmaz! Bir saati geçen deniz keyfinden sonra yamacın üstündeki  Gianni nin tavernasına çıkıyoruz. Bu kez mekan çok kalabalık, turist otobüsleri bile burada ama servis her zamanki gibi müthiş. Gianni yi soruyoruz, bir işi için Atina ya gitmiş.

Kefalos köyünden adanın doğusuna geçip Kardamena sahiline iniyoruz. Son molamız Zia köyünde. Kos un bu en güzel dağ köyünde güneşi batırmadan dönmek olmaz. Eylül sonunda böyle bir kalabalık beklemiyorduk, etraf Rus turist kaynıyor.

 
Kardamena ve Kalymnos Taverna …

Seyahatimizin final gecesini geçen yıl çok sevdiğimiz Kalymnos tavernada yapıyoruz. 4 kişi bahşiş dahil 55 euroluk hesap müzikle birleşince daha da güzelleşiyor doğrusu. Taverna tenhalaşıp bir masa biz, bir masa da mahalle halkı kalınca müzisyenler döktürüyorlar.
-----------
Son günümüzde bizim için en önemli olan yerleri ikinci kez ziyaret edip, sahildeki Türk dolu kahvelerde  teknenin kalkış saatini bekliyoruz. Bavullu yolcu sadece biziz, bir köşeye yerleştiriyoruz, hüzünleniyoruz, acaba gelecek yolculuk hangi adaya olacak? Ben çoktan biliyorum, şimdiden bizimkilere hiçbir şey söylemiyorum, gezme virüsü girmiş bir kere kanıma, hiçbir ilaç fayda etmez!

Etmesin de zaten, iki günlük dünyada, önce sağlık, sonra seyahatten başka bir şey istemiyorum…



 Yazılan Yorumlar...
NEŞE
(30  Aralık 2013)
Rica ederim sevgili Hakan,bu adalar bana çok keyif veriyor,keyif de sizlerle paylaşınca artıyor tabii..Kapağı Kos a atınca ,buradan 12 adanın hepsine kolayca geçiliyor,diğer adalar biraz daha zor tabii...Euro artsa da Yunan adaları yine de ucuz,birkaç gün sonra bizdeki fiyatları göreceğiz ve rotayı yine komşuya çevireceğiz,buna şüphe yok...Yalnız ben bu sonbahar bir natif daha keşfettim,atlayın Esenler Otogar ından Bulgaristan otobüsüne,Burgas da sudan ucuz 3 gün geçirin keyif yapın...Yarım litre bira 3.00 tl...duyurulur...Hepinize sağlıklı ve bol gezmeli günler diliyorum...Sevgiler...
hakangeziyor
(30  Aralık 2013)
Hocam, artık yavaş yavaş Yunan Adaları konusunda master tezini yazma vakti geldi de geçiyor galiba :) Allahtan sizin gibi kalemi kuvvetli, fotoları keyifli dostlar buralara gidiyor da göremediğimiz yerleri tüm detayları ile yaşayabiliyoruz. Özellikle de ulaşımı nispeten sıkıntılı olan Patmos buna güzel bir örnek...
Yunan adalarının ve hatta tüm Yunanistanın bize göre ekonomikliği devam ediyor anlaşılan. Sadece bunun için bile Yunanistan gezilir diye düşünüyorum.
Kaleminize sağlık.