Porto Gezi Notları...


Yağmurlu bir kış günü bizim Hakan’ın (sizin bildiğiniz adıyla hakangeziyor) “kampanyada ucuz bilet var, ne duruyorsunuz, gitsenize bir yerlere” diyerek gaza getirdiği ama özel işlerinden dolayı bizlere katılamadığı Lizbon-Porto gezimizin Reyhan tarafından keyifle anlatılan Lizbon serisini okuduysanız devamında da Porto’yu anlatacağımız bilgisine ulaşmış olmalısınız. Gerçi Hakan en ince ayrıntısına kadar anlatmış Porto’yu ve biz de onun yazıların çıktısını alıp gitmiştik. Yine de “herkesin Porto’su farklıdır” anlayışıyla bende kendi Porto’mu anlatmaya başlayayım bari.

Toplamda altı gün olan Portekiz seyahatimizin ilk dört gününü Lizbon ve civarında geçirdikten sonra kalan iki gününü de Porto’ya ayırmaya karar verdik. Lizbon’daki otelimizden ayrılarak metro ile Porto trenlerinin kalkış yeri olan S.Apolonia istasyonuna gidiyoruz. İstasyonda gidiş dönüş için kişi başı 55 Euro ödeyerek biletlerimizi alıp saat 17.00’da Porto’ya hareket ediyoruz. Yolculuk yaklaşık 2,5 saat sürüyor. Porto Campanha tren istasyonunda inip iki taksi tutup taksi başına 7 Euroya otelimize varıyoruz. Yaklaşık iki ay öncesinden Hotel Mercure’den rezervasyonumuzu yaptırmış idik. Oda fiyatı üç gece için 144,90 Euro. Otel Praça da Batalha meydanında. Bu meydanda Idefonso Kilisesi ve Tiyatro Binası bulunmakta. Ayrıca otel ünlü alışveriş caddesi Rua Santa Catarina caddesine yürüme mesafesi beş dakika, Aliados Bulvarı başlangıcına ise 10 dakika mesafede. 

 
Idefonso Kilisesi ile Bolhao Market…

Odalarımıza yerleştikten sonra dışarı çıkıp otel etrafını dolaşırken Uludağ Restorantı görüp Selçukla tanışıyoruz. Çayımızı içip bir şeyler yiyor ve Aliodas Bulvarını keşfe çıkıyoruz. Otelimiz dört yıldızlı ve denildiğine göre Porto’nun en iyi otellerinden biri olmasına rağmen maalesef odaları oldukça küçük ve çalışmayan ısıtma sistemi ile geceleri buz gibi idi. İlk gece oldukça üşüdüğümüzden bu sorunu otel yönetimine ilettik ve kendileri ısıtma sisteminin tamir edilmesine çalışacaklarını, olmaz ise bizleri dilersek başka odalara alabileceklerini ifade ettiler. Akşam otele döndüğümüzde ısıtma sisteminin tamir edilemediğini anladık ama hiç kimse bavul toplayıp başka odaya geçmeyi istemediğinden odalarda kaldık. Mercure’de kahvaltı fiyatı 11 Euro olarak oda fiyatından ayrı tahsil edilmekte. Otelimiz hemen Uludağ Lokantasının yanı başındaydı ve biz de Selçuk’la konuşarak bizlere Türk usulü kahvaltılık bir şeyler hazırlayıp hazırlayamayacağını sorduk: Cevap? İki sabah da Uludağ Restoran’daydık. 

 
Aliados Bulvarında bank keyfi yaparken; Sao Bento tren istasyonu gerçekten bir sanat eseri gibi…

Porto’da ilk günümüzün sabahında yağmur yakalıyor bizi. Biz de kapalı alanları gezmeye karar veriyor ve kapalı Pazar yerini bulmak üzere otelden ayrılıyoruz. Porto’nun trafiğe kapalı meşhur alışveriş caddesi Santa Catarina üzerindeki dükkanları geze geze, yardımsever bir Porto’lu beyin refakatinde Bolhao Markete (Mercado Bolhao) ulaşıyoruz. Pazar yeri sebze, meyve satıcıları ile çiçekçilerden ve bir iki hediyelik eşya dükkânından meydana gelen çok da etkileyici bir yönünü göremediğim bir yer. Yani bana göre gidilmese de olur denecek yerlerden.Pazar yerini gezdikten sonra yağmur eşliğinde Aliados Bulvarına doğru inip Mc Donalds’tan kahvelerimizi alıp meydanda bir banka oturuyoruz. “Buradan ekibi nereye götürsem” diye elimdeki notlara göz gezdiriyorum ve en yakın mesafedeki Sao Bento tren istasyonuna varıyoruz. Burası gerçekten de tren istasyonundan ziyade sanat eseri niteliğinde. Bu arada soğuktan ve yağmurdan korunmak için 4,5 Euroya aldığımız naylon yağmurluklar süper ama hepimiz bir örnek pek komik duruyoruz.

Se Katedralinin hemen önündeki meydanda Porto Hatırası-1…

 

Porto’da dar sokakların arasındaki evler buram buram tarih kokuyor. Pek çoğu kapalı ve yaşayan yokmuş gibi duruyor. Sürekli aşağıya doğru giderseniz kaybolma riskiniz de yok: Duoro Nehri……

Sao Bento istasyonundan çıkıp başımızı sola çevirdiğimizde gördüğümüz Se Katedraline doğru yol alıyoruz. Ancak öğle tatili nedeniyle katedralin içini görmek mümkün olmuyor. Biz de avlusunda ve önünde resimler çekiyor ve buradan aşağıya doğru yürüyerek nehir kıyısına ulaşmaya niyetleniyoruz.

Riberia Caddesinde bir cafede oturup üzerimizdeki yağmurlukları çıkardıktan sonra sipariş ettiğimiz sıcak şeylerle içimizi ısıtıyoruz. Cadde üzerindeki hediyelik eşya satan dükkanları gezdikten sonra ara sokaklardan Infante Henrıque Meydanını bulmak üzere yola koyuluyoruz.

Meydana ulaştıktan sonra Sao Francisco Kilisesini dolaşıyoruz ama beyler kilise içine girmek istemiyor. Onları kilise avlusunda bırakıp biz bayanlar kilise içine giriyoruz. Hakan’ın Porto yazılarında kilise hakkında detaylı bilgi bulabilirsiniz. Fiyatı tam hatırlamamakla birlikte sanırım 2-2.5 Euro karşılığı kilisenin içini görebiliyorsunuz.

 
Louis Köprüsü kimilerine göre çok güzel, kimilerine göre de sadece bir demir yığını. Tercih sizin; Ribeira bölgesindeki rengarenk evler pek bir keyifli…

 
Porto manzaraları devam ediyor…

Kiliseyi gezdikten sonra meydandaki Borsa Binasını solumuza alarak yukarıya doğru yürümeye ve şehri keşfe devam ediyoruz. Yol üzerinde şarap evleri bulunmakta. Bunlardan bir tanesinin vitrininde tadım merkezi olduğunu görüp içeri giriyoruz ancak tadım için bir faaliyet olmadığını anlayıp çıkıyoruz. Yol boyunca ilerlerken Clerigos Kulesi (Torre Dos Clerigos) ni görüp resimler çekiyoruz.

Kuleden sonra Cândido dos Reis sokağını bularak buradaki sokak pazarını gezmek istedik ancak bu pazarın kurulmadığını gördük. Fabrica sokağındaki caddeden devam edince Guarany Cafe'nin bulunduğu köşeden Aliados Bulvarına geri çıktık. Burada dinlenmek için cadde üzerinde bir cafenin dışarıda yer alan masalarından birine oturuyoruz. Tabelasına dikkat ettiğimizde buranın da bir Türk lokantası olduğunu görüyoruz, içeri sipariş için girdiğimizde çalışan çocuk, sahibinin Türk olduğunu ancak şu an mekanda olmadığı bilgisini veriyor. Otururken acıktığımızı da anlıyor ve peynirli pide benzeri pidelerden sipariş veriyoruz. Karnımızı doyurduktan sonra ara sokaklardan yürüyerek otelimize varıyoruz. Biraz dinlenip çay içmek üzere Uludağ restorana uğrayıp burada epey bir sohbetleniyoruz. Portodaki ilk günümüz böyle bitiyor. Yarın Gaia bölgesini, Foz’u planladık ve akşama fado var.

 

 
Teleferik’ten Porto manzarası…

Portoda ikinci günümüz:
Sabah 9 gibi Selçuk’un sıcak ekmekleri eşliğinde kahvaltımızı yaptıktan sonra yine yürüyerek Duoro Nehrine indik. Burada Luiz köprüsünü yaya geçerek etrafı gezmeye başladık, Denizcilik Müzesine geldik ancak Hakan’ın yorumlarını dikkate alarak burayı gezmemeye karar veriyoruz. Müzeden tekrar geri dönerek kıyıya inen ara sokaklardan geçerek nehir kıyısına varıyoruz. Yaklaşık yarım saat yağmur yiyip tekrar yağmurluklarımızı çıkarıp gezmeye devam ediyoruz. Gaia’dan Douro Nehrinin karşı kıyısındaki Ribeira ve Porto manzarası oldukça etkileyici.

GAİA BÖLGESİ (CAİS DA GAİA) :
Her ne kadar teknik olarak Porto'dan başka bir şehir olarak kabul edilse de Douro Nehrinin öteki tarafındaki Gaia'yı gezmeden Porto'yu tanıyamazsınız. Gaia, şarap gezisine çıkabileceğiniz mahzenleri, Ribeira'nın eşsiz manzarasını fotoğraflayabileceğiniz Serra do Pilar, feniküler ve Louis Köprüsünü izleyebileceğiniz keyifli bir yer. Gezerken, Douro Nehri kenarındaki "Offler, Croft, Taylor's" yazan tabelanın gösterdiği sokağa sapıp Taylor's a şarap tadımı için gidiyoruz ancak saat 12:30 13:30 arası kapalı olduğunu görünce beklemiyoruz. Bizim Hakan’ın yapmadığı bir şeyler yapalım diyerek daha önceden de dikkatimizi çeken teleferiğe binme kararı alıyoruz ve GAİA’nın başlangıç noktasına tek yön kişi başı 5 € ödeyerek geçiyoruz. Evet Hakan bence de çok para, toplam gittiği mesafe 700-800 metre ya var ya yok. Zaten neden yapmışlar onu ben de pek anlamadım ama neyse belki resimler bazı şeyler anlatır.

 
Uçsuz bucaksız deniz keyfi ile güneşlil havada Foz bir başka güzel…

Teleferik biletine bir kadeh ücretsiz şarap tadımının dahil edildiğini görüyoruz ve bunun için ayrı bir kart da veriyorlar zaten ama şarap tadım yerinin indiğimiz noktadan oldukça uzak olduğunu görüp gitmekten vazgeçiyoruz. Zamanımız da kısıtlı zaten. Gaia içlerine doğru ilerleyip bir büfeden 24 saat geçerli olacak Z2 bölgesinde geçen ANTANDE kartlarımızı alıyoruz ve hemen GAİA yı metro ile dolaşmak için kullanıyoruz. GAİA içinde ilerledikçe buranın Porto ya göre daha bakımlı ve yüksek gelir grubuna hitap ettiğini görüyoruz. Bölge oldukça bakımlı ve villalar ağırlıkta. Metro ile son noktaya kadar gidip geri dönüyoruz. GAİA gezimizi tamamlayıp FOZ’a gitmek üzere Portoya geri dönüyoruz. Metro son istasyona geldiğinde inip hat değiştirerek FOZ otobüslerinin kalktığı Casa da Musica istasyonunda iniyoruz ve 200 numaralı otobüs durağını bularak otobüs bekliyoruz. Yaklaşık 15 dakika sonra otobüsümüz geldiğinde Porto nun başka bir yüzünü görerek şehri geziyoruz. Otobüsün geçtiği yerler yeni otellerin yer aldığı bölge ve oldukça bakımlı şık mekânlar var. Ancak buraları şehir merkezine ve nehre oldukça uzak. Farklı iki Porto görüntüsünü hafızama işliyorum. Yıkık dökük, fakir Porto ve şık bakımlı mekanların olduğu zengin Porto. Neyse yolculuğumuz keyifle sürüyor ve biz meşhur Foz’a geliyoruz. Okyanus’u yeniden görmek heyecan verici.

 
Yılların eskitemediği tarihi güzellik; Cafe Majestik…

Parque da Cidade'ye ulaşmak üzere sahilden yürümeye başlarken güneş ve deniz ile sahildeki mekanlar hepimizi mest etti ve bir cafede oturduk ama oturmakla kalmadık, yedik içtik, güneşlendik ve parkı falan unuttuk. Yani canımız hiç oralara girmek istemedi ve Foz bizim için okyanus ve sahilde mekanlar olarak kaldı. Burada toplamda 43 Euro ödeyerek karnımız doyurduktan sonra Portoya geri dönmek üzere, 502 nolu otobüs sahilden geçtiğinden, bu otobüse bindik. Aliadosa varınca görmediğimiz yerleri değerlendirirken Majestik Cafeyi atladığımız aklımıza geldi ve içecekleri bu cafede almaya karar verdik. Yürüyerek Catarina Caddesine geldik ve Majestikte cafede natas, cafe bombom, cheese cake ve üç kadeh porto şarabı ısmarladık. Toplamda 47.50 Euro hesap ödedik.

Clerigos Kulesi…

Aliados Bulvarı…

Saat 7 gibi otele döndük. Beyler maç seyretmek üzere Uludağ restoranta gittiler ve saat 9 30 da fado için Guarany Cafe'ye doğru yola çıktık. Gittiğimizde program henüz başlamamıştı. Hemen yemek siparişlerimizi verdik ve saat 10 gibi başlayan fado 11 gibi bitti. Çok keyif aldığımızı söyleyemeyeceğim hatta Reyhan, sanatçı ALPAY’ın daha iyi fado söylediğini iddia ediyor. Ben Codfish söyledim ve tadını beğendim ancak gruptan bu balıktan alanlar genelde beğenmediler. Sonuçta fado da dinlemeden Portekizden ayrılmamalıyız düşüncesine yenilen Türkler olarak 120 Euro civarında hesap ödeyerek mekandan ayrıldık ve bizi ancak Uludağ paklar diyerek Selçuğa “çaylaaaaar” dedik. Bu arada mekana pek çok Erasmus öğrencisi Türk genci de geldi o gece. Onlarla da muhabbetler edildi, antande kartlarını onlara verdik, hiç olmazsa ertesi gün öğlene kadar kullansınlar diye. Gece çok geç olmadan herkesle vedalaşarak otelimize döndük. Ertesi gün 7.45 te trenimiz kalkacağından geceyi noktaladık ve otelde resepsiyona sabah 7.15 te otele iki taksi çağırmalarını rica ettik. 

Hoşçakal Porto…

Sabah taksilerimize binerek Campanha tren istasyonuna ulaştık. İstasyonda durakta bayağı bir üşüdük, bu saatlerde daha da bir soğukmuş meğerse Porto. Trenimiz zamanında geldi ve saat 10: 15 gibi Lizbona vardık. Lizbonda tren istasyonundan çıkıp uçağımıza daha vakit olduğundan Vasva de Gama alışveriş merkezine gittik. Yiyecek bir şeyler alıp burada dinlendikten sonra metro hattını takip edip bir sefer kullanımlık bilet alıp havaalanına ulaştık.Benden bu kadar. İnşallah yeni gezilerde buluşmak üzere…



 Yazılan Yorumlar...
emre0066
(27 Haziran 2014)
120 euroluk fadodan sonra uludağa çay içmeye gitmeniz çok hoşuma gitti. gecenin bu saatinde iyi güldürdünüz beni :) sevgiler.
türkan
(26 Mayıs 2014)
Tülin Hanım ben de faydalı olduğumuza o kadar sevindim ki! Güzel dilekleriniz için teşekkürler.
saltozer
(26 Mayıs 2014)
Merhaba,
Mayıs 2014 tarihindeki Porto ve Lizbon seyahatimiz öncesinde ne mutlu ki sitenize rastladım. 
Öncelikle Porto hakkında turistik bir kitap olmadığı için tüm yayınınızın çıktısını aldım yanıma, tabii Lizbon’dan da…
Her iki şehir için de öyle güzel ayrıntılar, açıklamalar vardı ki, kendi adıma ne kadar teşekkür etsem azdır.
Çok güzel gezdik, gördük, yedik, içtik, geldik…
Emeklerinizin ve teşekkürümün, istediğiniz her yere seyahat etmenizi ve yine bizimle paylaşmanızı sağlamasını dilerim.
Selam ve teşekkürler...
Tülin Özer
Erdin İVGİN
(15 Mart 2014)
Zamanımızın zaten sınırlı olduğu böyle gezilerde gerçekten de yağmur can sıkıcı olabiliyor. Soğuk hava bile gezmeyi engellemezken kafanızı kaldırmanıza bile müsaade etmeyen sağanak yağışlar kapalı yerlere insanı hapis eder. Ama bu tür durumlar da gezmenin bir parçası.
türkan
(10 Mart 2014)
Arkadaşım senin Porto yazılarının eline su dökmek mümkün mü? Ancak her gezilen yer, birer tatlı anıya dönüşüyor zamanla. Normalde çok tercih edilmeyecek bir ülkeye, sayende gidip iki kent görmüş olduk. Daha ne olsun!
hakangeziyor
(08 Mart 2014)
Sevgili Türkan, Lizbon-Porto gezinizi en ince detaylarına kadar dinlemiştim sizlerden. Ve sizlere de söylediğim gibi bu gezide sizi olumsuz etkileyen en büyük etken yağmur oldu. Resimlerden de görüyoruz, böyle kapalı ve yağmurlu havada insan nasıl yaptığı geziden zevk alabilir ki? Ancak çok çok arzu ettiği bir yer olabilir belki. Eminim daha keyifli bir havada çok daha zevkli olacaktır.
Porto gezimde bir Şarap Müzesini bir de teleferik olayını çok yadırgamıştım. İlla ki havadan foto iyidir ama Portekiz koşullarında o kadar para teleferiğe çok bence. Müzede zaten bir şey yok.
Uludağ Kebap ve özünde Selçuk süperdi. Bende onlarla sohbetten ve birlikte olmaktan müthiş keyif almıştım. Özellikle kış döneminde gittiğim için gece havanın soğunda sohbetler içimizi ısıtıyordu. Herkese de mutlaka uğramalarını tavsiye ediyorum.
Notlarımın işinize yaramasına çok sevindim. Ben zaten sizler için varım :)
Kalemine sağlık...