Tuna' nın iki yakasında - VİYANA


Çocukluğumda nedense Avrupa dendiğinde
Münih ile birlikte aklıma gelen iki şehirden biriydi Viyana… Münih’i gezip
gördüğüm zaman bende yarattığı hayal kırıklığını en kısa zamanda kaleme
alacağım “Münih” yazımda sizlere aktarmaya çalışacağım ama Viyana hakikaten
hayallerimdeki yerini hak edercesine etkiledi beni. Çok kısıtlı bir zamanda
tadını çıkartmaya çalıştık ama yetmedi tabi ki. İki günlük Budapeşte gezimizin
tadı damağımızda kalmışken üstüne krema tadında bir Viyana çok güzel oldu.

Viyana’da
aynı Bratislava gibi dünyada iki ülkeye sınırı olan iki başkentten biri. Hem
Slovakya’ya hem de Macaristan’a komşu. Yaklaşık bir saatlik rahat bir yolculuk
sonrasında Viyana’ya varıyoruz. Turla gelmiş olmanın en kötü yanı, turu satın alırken açıklamalarda gördüğümüz “Panoramik şehir turu” nun ne kadar yüzeysel geçildiğini anlamamız oluyor. Otobüsümüz Ring caddesinde tur atarken zaten panoramik
şehir turunu neredeyse tamamlamış oluyoruz. Neyse ki Opera binasının önünde
iniyoruz otobüsten.


Viyana Opera Binası



Otobüsümüz
Viyana’ya girdiğinde pek hissetmiyoruz ama otobüsten inince 36 derecelik
sıcaklık kendini iyice hissettiriyor. Viyana temiz ve düzenli sokakları, güzel
binaları ile hemen ruhumu fethediyor. Opera binası bütün ihtişamı ile bizi
karşılıyor. Binayı fotoğrafladıktan sonra Ring caddesi üzerinde geniş
kaldırımlarda yürümeye başlıyoruz. Bu akşam programımızda Klasik müzik konseri
var. Zaten yol boyunca Mozart kıyafeti giymiş bir çok kişi bize akşam için
konser bileti satmaya çalışıyor. Viyana’ya gelmişken canlı bir klasik müzik
konseri dinlemek kadar cazip bir şey yok ancak ben hala bir ikilem yaşıyorum.
Çünkü aynı akşam ilk maçında deplasmanda 1-1 berabere kaldığımız Avusturya takımı Red Bull
Salzburg ile Fenerbahçe’nin Şampiyonlar ligi ön eleme maçı var. Ve Ring
caddesinde kahve içerken yan masamızda oturan burada yaşayan Türk gençlerinden
öğrendiğim kadarıyla da E2 kanalı maçı canlı veriyor. Avusturya’da bir
Avusturya takımı ile oynayacağımız maçı bir barda Avusturyalılarla birlikte seyretmek
ne yazık ki klasik müzik konserine gitme isteğimi bastırıyor, eşimde zaten
konser için çok istekli olmayınca tercihimizi maçtan yana kullanıyoruz. Sonuçta
3-1 kazanmanın keyfi de bizi biraz olsun vicdani olarak rahatlatıyor. Konser
ise ileride hiç olmazsa bir kez daha Viyana’ ya gelme nedeni olacak bizim için...



Belvedere
sarayını içine girmeden dışarıdan fotoğraflıyoruz. İhtişamlı ve görkemli bir
saray. İki yanında kubbe şeklinde yer alan geniş kulemsi yapıların Osmanlı
çadırlarını temsil ettiğini söylüyor rehberimiz. 1668-1745 yılları arasında
Savoy prensi Eugene tarafından mimar Johann Lucas von Hildebrandt’a yaptırılan
bu sarayın Osmanlı’yı yenilgiye uğratmanın  bir sembolü olarak yaptırıldığı söylenmekteymiş.
Aşağı ve Yukarı Belvedere sarayı olarak iki büyük yapıdan oluşan bu kompleks
çok güzel bahçeler ile birbirine bağlanmış. Yukarı Belvedere Sarayı’nın en
büyük özelliği de Avusturya’yı ikinci dünya savaşından sonra özgürlüğüne
kavuşturan anlaşmanın 1955 yılında burada imzalanmış olmasıymış.        

Belvedere Sarayı



Stephandom
katedrali ise tadilatta olduğu için çok iyi resim vermiyor bize. 

St. Stephan Dom Katedrali  



Hofburg
Sarayı da yine ihtişamı ile göz kamaştırıyor. Önündeki
meydanda hem faytonlar hem de üstü açık mini tren şeklinde araçlar size tur
yaptırabilmek için beklemekteler. Hofburg Sarayının avlusuna giriyoruz. Sarayın
içinde İmparator Franz Joseph ve karısı İmparatoriçe Sisi’nin kullandıkları birkaç
odayı gezebiliyorsunuz. Ayrıca Hofburg Sarayını gezmek için bilet alırsanız
kombine Sisi bileti almanız daha da uygun olacaktır. O zaman hem Hofburg
Sarayını, hem mobilya müzesini, hem de Schönbrunn Sarayını bu bilet ile
gezebiliyorsunuz. Mobilya müzesinde hanedanlığa ve orta sınıfa ait oda
dekorasyonlarını ve bu odalardaki mobilyaları ve ünü İmparator Franz Joseph’in
önüne geçen İmparatoriçe Sisi için çekilmiş “Sisi” filminde kullanılan eşyaları
bu filmin birkaç dakikalık gösterileri eşliğinde görebiliyorsunuz. Dediğim gibi
Viyana hakikaten çok ihtişamlı sarayların, çok güzel bahçelerin, güzel
müzelerin güzel şehri. Bu şehri doya doya gezebilmek için en az bir hafta
ayırmak gerekiyor. Ancak ne yazık ki biz iki günde bu şehri tamamlamak
zorundayız. Bu süreye Seegrote ve Baden gezisi de dahil.


Hofburg Sarayı





İmparator Franz Joseph



Şehir turu için Hofburg Sarayı önünde bekleyen faytonlar

Ulusal
Kütüphane ve Hofburg Sarayının hemen önündeki Burggarten bahçesi ise soluk
almak ve dinlenmek için harika bir alan. Bu bahçede biraz dolaşıp soluklanıyoruz. İçinde Palmenhaus Cafe gibi çok
şık bir mekan ve
 hemen girişinde de çok
güzel bir Mozart heykeli bulunuyor. 

Palmenhaus Cafe


Wolfgang Amadeus Mozart



Hızlıca
Parlamento binasına gidiyoruz. Saraylar kadar olmasa da ihtişamı ile bize yine çok
güzel fotoğraflar veriyor. Bence Parlamento Binası Viyana’nın en etkileyici binalarından bir tanesi. Tam
karşıdan baktığınızda eski Yunan tapınaklarını andırıyor. Ne yazık ki çok
istememe rağmen zaman darlığından dolayı Parlamento binasının içini
gezemiyoruz. 


Viyana Parlamento Binası

Sonunda OpernRing caddesinde yürüyüşümüz sağlı sollu güzel,
şık ve son derece pahalı dükkanları seyrederek Aida pastanesinde sona eriyor.
Burada bir kahve molası veriyoruz. Meşhur ApfelStrudel tatlısının tadına bakmak
istiyoruz. Gerçi ApfelStrudel tatlısını meşhur eden pastane Demel pastanesi ama
burada da fena değildir diyoruz. 
ApfelStrudel, elmalı tart diyebileceğimiz bir tatlı, çok
meşhur ama benim damak tadımda değil o yüzden çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim.
Ancak eşimin yediği Sachertorte inanılmaz ve işte gerçek Viyana tatlısı
diyeceğim türden yoğun çikolatalı bir tatlı. Çok beğeniyorum sonradan
öğrendiğime göre Sachertorte’ yi de Viyana’ da en güzel Aida pastanesi
yapıyormuş zaten. Viyana’lılar pasta işini iyi beceriyorlar. Marie Antoinette "gerçi söylemediği iddia ediliyor" ama söylemişse bile o ünlü cümleyi boşuna
değilmiş demek ki!... "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!..."



Schönbrunn
Sarayını gezmeyi yarına bırakıyoruz. Yarın sabahtan Seegrote yer altı gölü ve
Baden gezimiz var. Öğleden sonra Viyana’da serbest zamanımız var. Artık akşam
olmak üzere otelimize geçip akşam maç programına hazırlanmamız ve
seyredebilecek uygun bir yer ayarlamamız gerekiyor.



SEEGROTTE:



Ertesi
sabah erkenden yola çıkıyoruz. Tabi otobüste akşam konsere gidenlerin konser
hakkında keyifle anlattıklarını dinledikçe acaba maçı tercih ederek yanlış
karar mı verdiğimi sorgulamıyor da değilim ama hemen bu sorgulamada kendimi
aklıyorum ve Avusturya’ da bir Avusturya takımını yendiğimiz maçı
Avusturyalılarla beraber seyretmenin ne kadar keyifli olduğu düşüncesiyle
konsere gidememenin ileride yeni bir Viyana gezisi yaratmanın bahanesi olacağı
düşüncesiyle kendimi rahatlatıyorum.



Yol
üzerinde ilk durağımız Rapunzel’in şatosu… Uzaktan fotoğrafını çekebildiğimiz
bu şato bana çok cazip gelmiyor. Bir iki fotoğrafını aldıktan sonra otobüse
dönüyorum, zaten neredeyse bir sigara molası kadar kısa bir süre sonra hareket
ediyoruz. 


Rapunzel'in Şatosu (!)



Kısa
bir yolculuktan sonra Seegrotte’ a varıyoruz. Seegrotte eski bir maden ocağı… Daha
sonra burası II. Dünya Savaşında Alman askeri uçaklarının imal edildiği gizli
bir yer altı fabrikasına dönüştürülüyor. II. Dünya savaşında normal savaş
uçaklarının hızları saatte 250-300 km iken, Almanlar saatte 1000 km yapabilecek
bir savaş uçağını burada imal etmeye başlıyorlar. Ancak bu uçak tamamlanamadan
savaş bitiyor. Belki de tamamlansa dünyanın kaderini tamamen değiştirebilecek
olan bu uçak üretim aşamasında kalıyor. Bu madende uçağın orijinal parçaları da
görebiliyorsunuz. Bu maden daha sonra sular altında kalıyor. Biz de bu madene inip
suların çekilmesiyle artık yer altı gölüne dönmüş olan eski uçak
imalathanesinde kısa bir tekne turu yapıyoruz. Bu yer altı gölünde aynı zamanda
“Üç Silahşörler” filminde kullanılan sandalı da görebiliyorsunuz. (Bu çeviriyi de yıllar önce kim yapmışsa artık? Yanlış yanlış dilimize yerleşmiş. İngilizcedeki çoğul "s" takısını almış silahşörün sonuna eklemiş, üç kişiler ya!... Silahşör değilde madenci olsaydı bunlar kitabın adı "Üç madenciler" mi olacaktı acaba? Bu da içimde bir yaradır, fırsat bulmuşken yazayım dedim)  


Seegrotte 

Tekne turu güzel bir şekilde organize edilmiş. Merdivenden inip sıra halinde
bekliyorsunuz, daha sonra 20 kişilik bir tekne geliyor, sizden önce turunu
tamamlamış turistler iniyor ve tekrar yirmi kişilik yeni bir grup tekneye
biniyor, karşılıklı oturuluyor ve karanlıkta sessizce yol alıyorsunuz.  Çok bir esprisi var mı? Eeh işte ne diyelim, yine de farklı bir deneyim ama
bence biraz fazla turistik işte. Yerin bunca altında bir yer altı gölünde epey
de serin bir ortamda (yaklaşık 9 derece) kısa bir gezinti… Kısa bir süre sonra
gezintimiz bitiyor ve bizde diğer bekleyen turistlerin bakışları arasında
tekneden inip onlara bu muhteşem (!) deneyimi yaşamaları için yol
açıyoruz. Tekneden indikten sonra yukarı çıkmadan önce buranın maden olarak
kullanıldığı zamanlarda hayatını kaybedenler için oluşturulmuş anıt mezar gibi
odaları da ziyaret ediyoruz. 

Maden işçilerinin kullandıkları eşyalar...

Üç Silahşörler filminde kullanılan tekne...

Yeraltı gölünde ürpertici kısa bir gezinti...

Artık yeryüzüne çıkma zamanı geliyor. Temiz ama
gerçekten sıcak bir hava dışarıda bizi bekliyor. Hakikaten çok sıcak bir hava
var, akşam otelde gazete manşetlerinde gördüğümüze göre 42 derecelik rekor bir
sıcaklık yaşanmış bugün. Bu Avusturya tarihinde nadir görülen bir durummuş. O
da bize denk geliyor işte şans. Otobüsümüze kendimizi atıp diğer bir durağımız
Baden’ e doğru yola çıkıyoruz. 



BADEN: Baden’e gidiş yolumuz muhteşem Viyana
ormanlarının arasından geçiyor. Çok güzel ve yeşil bir yolculuk sonrası Baden
şehrine ulaşıyoruz. Baden Viyana’nın güneyinde ve Viyana ormanlarının da
doğusunda bulunan, nüfusu yaklaşık 26.000 olan bir kaplıca şehri. Roma
döneminden beri şehrin kükürtlü kaplıcaları şifalı olarak bilinmekte. II.
Viyana Kuşatması sırasında çok fazla zarar gören şehrin nüfusu kuşatma
sonrasında bir ara 300 kişiye kadar düşüyor. Daha sonra 19. Yüzyılda saray
halkının yazlık yerleşim yeri olan Baden 1945-1955 yılları arasında da Sovyet
işgal bölgesinin ana Askeri Karargahlığına da ev sahipliği yapmış. Şehrin en
önemli özelliklerinden biri de 19. Yüzyıldan bugüne Operet merkezi olarak
hizmet vermesi. İmparator II. Franz Joseph zamanından günümüze şehrin büyük
tiyatro salonunda operetler sergilenmeye devam ediyormuş. Ayrıca Avusturya’nın
ilk resmi hamamı bu şehirde açılmış. 

İlk açılan resmi Hamam bu mu bilmiyorum ama "Hamam" işte....



Şehir
girişinden itibaren iki üç katlı çok şirin evlerle bizi karşılıyor. Evlerin
bakımlı bahçeleri ve balkonlarından sarkan muhteşem çiçekleriyle bir sayfiye
kenti olduğunu size iyice hissettiriyor. Yemyeşil ve tertemiz havası ile
hakikaten çok şirin ve güzel bir yer Baden. Şehrin tam ortasında sanki parlak
mumdan yapılmış kadar canlı meyve ve sebzelerin satıldığı bir pazar yeri var.
Ancak şöyle bir göz attığımız kadarıyla fiyatlar ciddi anlamda yüksek, örneğin
domates 4,99 €, kabak 5,98 €… Gerisini siz düşünün. Ama ürünler gerçekten çok
güzel gözüküyorlar. Ürünleri ellemek yasak. Yani seçmece diye bir şey yok.
Satıcı istediğiniz kadarını kesekağıdına koyup tartıyor ve size veriyor. Tabi
onun da alttan çürükleri vereyim gibi bir derdi yok, çünkü zaten çürük ürünü
yok. Bu alıcıyı kazıklama, kandırma, el çabukluğu ile kötüyü, çürüğü torbaya
atma işi sadece bizim insanımıza mı özgü acaba? Neyse konumuza dönelim.  

Baden Pazarı...



Baden
aynı zamanda Avrupa Birliğinin milli marşı olarak kabul edilmiş olan Ludwig van
Beethoven’ın 9. Senfonisini yazdığı evin kendi sınırları içerisinde
bulunmasıyla da ayrı bir üne sahip. Ama dışarıdan gördüğümüz kadarıyla bir
tadilata ihtiyacı olan bu evin içerisini ne yazık ki göremiyoruz. Viyana’da gördüğümüz ancak vakit ayırıp da alamadığımız meşhur keman şeklinde
çikolatalar burada da karşımıza çıkıyor ancak sadece o anda yiyebileceğimiz
kadar alıp hemen tüketiyoruz. Çünkü hava o kadar sıcak ki o çikolataların otele
kadar aynı formu koruyamayacakları ortada.


Beethoven'ın 9. Senfoni'yi yazdığı ev...



Avrupa’daki
çoğu şehirde olduğu gibi meydanda yine bir veba anıtı var. Meydandan şehrin
içlerine doğru yürüyünce iki üç katlı sıra sıra güzel binaların arasındaki
sokaklarda hep iyi markaların dükkanları gözümüze çarpıyor. Epeyce bir yürüyüşten sonra önümüze çok güzel geniş bir park çıkıyor yukarı
doğru da merdivenlerle uzayan bu parkın sonunda çok büyük ve güzel bir bina
görüyoruz. Stadthische Arena adlı bu güzel bina yıllardan beri operetlerin
sergilendiği güzel ve görkemli bir binanın bahçesinde Joseph Lanner ve Johann
Strauss’ un birlikte güzel bir heykeli bulunmakta. 

Baden Veba Anıtı...

Operetlerin sergilendiği Stadthische Arena...

Joseph Lanner ve Johann Strauss...




Yürüyüşümüzü
tekrar şehrin merkezine doğru yönlendirip hafif hafif acıkmış olan karnımızı
doyurmak ve aşırı sıcakta buharlaşmak üzere olan beynimizi serinletmek için bir
yer buluyoruz kendimize. Soğuk biralar ilaç gibi geliyor…     



Tekrar VİYANA:



Yarım
günlük Viyana’nın şehir dışında yaptığımız gezimizi bitirip tekrar Viyana’ ya
dönüyoruz. Artık akşama kadar eksik kalan yerleri tamamlamaya çalışacağız.
Akşam da Grinzing Meyhanelerinde meşhur Avusturya Şinitzeli eşliğinde keyifli
bir yemeğimiz olacak. İlk gün yaptığımız kısa programda eksik kalan en önemli
iki parça benim için Schönbrunn Sarayı ve Hundertwasser evleri… Kızım için ise
Viyana lunaparkı ve olmazsa olmaz Schönbrunn Sarayının içerisindeki Avrupa’nın
en eski hayvanat bahçesi.   



Schönbrunn
Sarayı, Viyana’da şimdiye kadar gördüklerim içerisinde en görkemli saray gibi
geliyor bana. Bahçesi bile uçsuz bucaksız. Bu kadar kıymetli bir şehir
içerisinde bu kadar boş alan bırakılması inanılmaz. Ya bizim belediyeciler bu
işten anlamıyor ya da bu Viyana’lılar çok cahil. Halbuki bu kadar büyük
bahçeye ne gerek var yap kocaman bir AVM olsun bitsin. Çok cahiller çok... Gerçekten Schönbrunn Sarayının o kadar büyük bir bahçesi var ki içerisinde Avrupa’nın en eski
hayvanat ve botanik bahçesini barındırıyor. 

İhtişamlı bahçeleriyle Schönbrunn Sarayı...

 

Ayrıca havuzlu dev peysaj alanları hakikaten büyüleyici. İmparatorluk ailesinin
yazlık sarayı olan Schönbrunn Sarayının inşaatı 1696 yılında tamamlanmış.
Saraya adını Schöner Brunnen adlı bir su kaynağı vermiş. Saray Avusturya
imparatoriçesi Maria Theresa döneminde en parlak dönemini yaşamış. Kimi
kaynaklara göre de Maria Theresa’nın kızı Fransa’ya gelin giden Avusturya
Arşidüşesi Marie Antoinette tarafından Paris’teki ekmek kıtlığında söylendiği
iddia edilen “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü bu sarayda söylenmiş.
Sarayın arka bahçesinden ulaşılan ve sarayla aynı ismi taşıyan 1752 yılında
kurulmuş Hayvanat Bahçesini kızımın ısrarlarına dayanamayarak geziyoruz. Hayvanat
Bahçesi de gerçekten çok büyük bir alana yayılmış. Eksiksiz gezebilmek için
haritalı programa ihtiyacınız oluyor. Çok çeşitli sayıda değişik kuş türünden,
orangutana, penguenlerden vahşi kurtlara, timsahlardan arılara kadar her türlü
hayvan kendi doğal ortamında bulunuyor. Çok geniş bir alana yayılmış bu parkı
tam anlamıyla gezmek için de sanırım bir tam gün ayırmak gerekiyor. Akşam
programımıza yetişebilmek için ne yazık ki Hundertwasser evlerini es geçmemiz
gerekiyor. Benim için üzücü oluyor tabi ama ne yapalım bir daha ki Viyana
programında görmek üzere diyoruz ve otelimize dönüyoruz.



Akşam
bizde ki Kumkapı gibi birçok restoranın, meyhanenin bir cadde boyunca uzandığı
Grinzing Meyhanelerine gidiyoruz. Bizim gittiğimiz meyhane olan Ausgsteckt’in
yaklaşık 1000 yıllık bir mazisi olduğu söyleniyor bize. Duvardaki resimlerden
gördüğümüz kadarıyla da Bill Clinton’dan Putin’e, Alain Delon’dan Sophia
Loren’e hatta Papa’ya kadar çok sayıda ünlü ziyaretçiyi kabul etmiş. Bahçede
çok şirin ve samimi tahta masalarda oturup insanı rahatsız etmeden keman ve
akordiyon ile müzik yapan iki müzisyen eşliğinde, kendi imalatları olan kırmızı
taze şaraplarımızı yudumluyoruz. Kısa bir süre sonra da size tarif edemeyeceğim
kadar büyük çapta gelen şinitzellerimizi afiyetle midemize indiriyoruz. Üstüne
de kahve eşliğinde sachertortelerimizi yerken tadı aynı sachertorte gibi damağımızda
kalan iki günlük bu kısacık Viyana maceramızın tatlı anılarını zihnimize
kaydediyoruz. 

1000 yıllık mazisi olan Ausg'steckt...



Bu güzel ve eğlenceli yemek sonrasında 23:00' ü biraz gece otelimize dönüyoruz ve ertesi sabah çıkacağımız Prag yolculuğumuz için bavullarımızı kapatıp, zihnimizde kalan Viyana hatıralarıyla uykuya dalıyoruz...





 Yazılan Yorumlar...
TAMER
(10 Mayıs 2015)
Sevgili Hakan, güzel yorumların için teşekkürler... Bu yorumlar devam ettiği sürece bende yazma isteği hiç bitmeyecek gibi... O kadar çok yazı birikti ki, sanırım epey bir vaktimi alacak...
hakangeziyor
(10 Mayıs 2015)
Sevgili Tamer, Viyananın tam bir aristokrasi şehri olduğu noktasında hemfikiriz. Ben Viyanaya Budapeşteden geçtiğim için bana daha da ihtişamlı gelmişti. Tabi kıyaslayınca bir o kadar da pahalı.
Schönbrunn Sarayı gerçekten de Avrupanın en güzel komplekslerinden birisi. Hem içerisi hem de dışarısı beni çok etkilemişti. Grinzing bölgesini atlamamana çok memnun oldum. Biz yemek işine girmemiştik ama sokaklarda gezmek de oldukça keyifliydi. Hatta oradan otobüsle Kahlenberge de geçmiştik.
Sacher bence de müthiş bir tatlı. Biz aynı isimli yaratıcısında yemeyi tercih etmiştik. Cafe melange da masamızı süslemişti.
Henüz yeni Viyanadan dönmüş bir dostumla Viyanayı konuşurken senin yazını okumak ayrı bir keyif verdi doğrusu. Resimler ve keyifli yazı için teşekkürler. Kalemine sağlık...