Berlin 2015 Gezi Notları

Paris-Amsterdam-Berlin (PAB) gezimizin son durağı Berlin idi. Son yıllarda görmek istediğim en önemli ülkelerden biri olan Almanya’nın başkenti gezilecek yerler listesinde ilk sıralarda yer almaktaydı. Yanısıra Köln ve Hamburg’da görmek istediğim yerler iken zaten 13 günlük yorucu bir gezi içinde bu şehirleri daha sonraki dönemlere ayırmayı uygun buldum
 

Amsterdam’dan 23.15’te yine Eurolines otobüsü ile hareket ederek, yaklaşık 9 saatlik bir yolculuk sonrası sabah 8 gibi Berlin’e ulaştık. Berlin’de ZOB denilen otobüs terminaline indiğimizde Köyden İndim Şehre usülü nerede olduğumuzu şaşkın ve uykulu bir şekilde çözmeye çalışıyorduk. Bir şehre ilk geldiğinizde yapılacak ilk şey haritada nerede olduğunuzu ve nereye gitmeniz gerektiğini belirlemek lazım. Bu nedenle hemen en yakın metroyu aramaya koyulduk. Yolda sorduğumuz gençler saolsun  metro yerine bizi S’ye yani tren istasyonuna yönlendirseler de metroyu bulmamız uzun sürmedi. Kısa bir incelemeden sonra metro biletini makineden aldık (artık uzmanlaşmıştık). Burada metro biletleri günlük, 3-4 duraklık kısa biniş  vb idi. Makinede dil seçenekleri arasında Türkçe’nin de bulunması hoş bir sürpriz olsa da , şehrin yarısının Türk olması neticesinde bunun çok normal olduğuna karar verdik.

 


 


 

Berlin metrosu da Paris metrosu gibi çok sayıda hattan oluşsa da biletleme yöntemi Paris gibi tek binimlik küçük biletler yerine Amsterdam’daki gibi kredi kartı büyüklüğü şeklinde. Çok gezmek istediğimiz günlerde günlük metro bileti almak çok daha ekonomik (6,90 eur).  Bilet alırken A+B ile A+B+C seçenekleri vardı ve biz garanti olsun diye A+B+C’yi 7,50 eur vererek almıştık ancak sonra anladık ki C bölgesi şehrin dışındaki yerleri kapsadığından A+B’yi 6,90 eur’ya almak daha mantıklı.Aklınızda olsun.

 

 


 

Otelimiz Best Western Spittelmarkt idi. Otel seçiminde lokasyona ilk öncelik verdiğimden her türlü merkeze (Alexander Platz, Potsdamer Platz, Berlin Duvarı vb) yürüme mesafesinde olan otel bazı konularda Amsterdam’daki Casa Otel’i mumla arattı. Bu otelde kalacaklara uyarılar; wifi çok kötü, kahvaltı 10 eur, personelin bazısı gereksiz yere agresif, otelin etrafında kazılar ve dolayısıyla gürültü var, yakın civarda market yok vb…


 


 




Berlin’e yorucu Paris ve Amsterdam gezilerinden sonra geldiğimiz için ve önceki gece otobüs yolculuğu yaptığımızdan verimli bir şekilde gezemediğimizi önceden söylemek isterim. Öyleki bazı turistik bölgelere hiç gidemedik (Charlie’nin kontrol noktası, hayvanat bahçesi vb)

 

 

 

Berlin’de dikkatimizi çeken noktalar; şehirde çok sayıda Türk ve dolayısıyla Türk işyerlerinin bulunması, her ne kadar yılda 21 milyon turist geldiğini duysak da şehrin soğuk görüntüsüyle bize turistik bir şehir gibi gelmemesi idi. Türklerin çok olmasının avantajları arasında , market ararken bulduğumuz ufak bir market sahibinin Erzurumlu çıkması ve bize kruvasan ile çay ısmarlaması, Alexander Platz’da ayağımı arı soktuğunda Burger King’in buz isteğimi reddetmesi sonrası yandaki Türk restoranınına gittiğimde koca bir buzun hemen ‘insanlık öldü mü abi’ denerek getirilmesi, yine buralarda bol bol gözleme yeme şansı olması (özel sosu ve yeşillikleriyle çok güzeldi) sayılabilir. Yani, Türk’ün Türk’den başka dostunun olmadığını bir kez daha görmüş olduk.

 

 


 

Berlin’i yakın zamanda, en sevdiğim film serisi olan Robert Ludlum’un Jason Bourne serisindeki güzel görüntülerden tanıdığımdan gezerken sık sık filmdeki yerleri gezmeye çalıştım. Özellikle Alexander Platz herkesin mutlaka gelmesi gereken güzel bir meydan. Biz oradayken meydan panayır alanı gibiydi. Eğlenceler yanı sıra küçük dükkanlarda gözlemeden, waffle’a, biradan tatlılara kadar her şeyi bulabilmek mümkündü. Özellikle hava karardığında caz bandosu, alevli gösteriler, meydandaki gökdelenden bungee jumping tarzı atlayanlar gibi çeşitli gösterileri keyifle izledik. Yalnız, buradaki her şeyin fiyatı Berlin ortalamasının epey üzerinde, haberiniz olsun.

 

 


 

 

Berlin duvarı için şehrin güneydoğusuna gitmek üzere Kreuzberg Türk mahallesinden geçerken bir çok Türk lokantası görmek , kendimizi Türkiye’de hissettirdi. Ayrıca, Berlin duvarının yakınındaki basketbol salonunun bahçesinde düzenlenen streetball basketbol turnuvası da günümüzü renklendirmeye yetmişti (maalesef maçlarda oynayamadık J)

 

 


 

Berlin’de Brandenburg kapısı, Alexander Platz’daki kule, Berlin Dom ve Ku’dam caddesi gezilecek en önemli yerler arasında. Yalnız, Ku’dam caddesindeki dükkanların daha neredeyse hava kararmadan kapanması, üstüne üstlük Pazar günü adeta şehirdeki tüm market ve dükkanların kapalı olması çok can sıkıcı idi. Ku’dam caddesinde gezerken tüm Berlin’lilere açık bir koşu organiasyonuna denk gelmemiz de bizim için güzel bir sürpriz olmuştu .

 

 


 

 

Bir diğer Berlin anım ise, Paris yazımda da anlattığım Canon makinemin kapağını kaybetmem ile ilgili olarak aynı kapağı Bode Museum etrafındaki bit pazarında tezgahta görmem idi. Şans yüzüme gülmüştü ve hemen almak için konuşmaya başladım ama satıcı İngilizcemi maalesef anlamıyordu. Ben de hemen “Dayı Türk müsün” diye sordum ve cevabı tahmi edersiniz artık J. 2 eur’ya kapağıma tekrar kavuşmuştum artık. Meraklı olanlar için belirtelim, bu pazarda gördüğüm kadarıyla bol bol DVD, CD, plak, küçük metal eşyalar vb uygun fiyatlara alıcı bulmakta. Yine, biraz ileride DOM’a gelirken sanatçılar sokağı var ve burada çeşitli sanat eserleri satılmakta.

 

 


 

 

Son bir notum ise, Tegel havalimanı ile ilgili. Havalimanına Alexander Platz’dan 7 dakikada bir giden TXL otobüsleri ile ulaşılmakta. Dönüş uçak firmamız ana havalimanı binasından değil de yanındaki C binasından kalktığından biraz çetrefilli bir dönüş oldu bizler için. Zira burada, check in yapma ve bekleme süreçleri yoğun kalabalık ve havasız bir ortamda tam bir işkenceye dönüştü bizler için.

 

 


 

 

Kısacası Berlin, bana göre tek başına gezmeye gitmeye değmeyecek kadar düşük turistik profilli, soğuk görünümlü bir kent. Ancak, belki de bu durum bizim yorgun bir dönemimize denk gelmesinden kaynaklanmış da olabilir, ki arkadaşım son gün yorgunluktan otelden hiç dışarı çıkmadı. Ayrıca benim en çok canımı sıkan olay Pazar günü neredeyse tüm dükkanların kapalı olması idi. Bu ne yaa, herkes aynı gün tatil mi yaparmış??? 

 

 


 

 

Kısacası, Paris, Amsterdam ve en son olarak Berlin derken bol maceralı bir gezinin de sonuna gelmiştik. Bu 3 şehir de genel olarak her gezginin mutlaka uğraması gereken yerlerden olsa da, Berlin’in kafamdaki gibi bir yer olmaması, sonraki dönemde planladığım Almanya gezini uygulamaya balta vuracak mı göreceğiz. Ayrıca, bu tür gezilerin 7-8 günü geçmemesi, 13 günün ise gereğinden fazla uzun olduğu gerçeğini söyleyebilirim.

 

Herkese bol  gezmeler dilerim.
Saygılarımla.


Özgür ÖZBAY

zgrzby@yahoo.com



 Yazılan Yorumlar...
ozzy
(06 Ekim 2015)
Setenay Hn, Berlini detaylı gezen bir gezgin olarak haklı olduğunuzdan eminim. Biraz Berline haksızlık etmişim yazımda :) Sizlere de güzel gezmeler dilerim.
Setenay Süzer
(02 Ekim 2015)
Merhaba Özgür Bey,
Sizin için haklı nedenlerle Berlin i iyi gezemediğinizden bu görkemli şehre,biraz haksızlık olmuş.Sadece Bergama müzesi için bile değer,üstelik kulaklıklı rehber cihazlarda Türkçe anlatım olması (neyseki lütfetmişler )güzel bir ayrıcalıktı.Mısır müzesi özellikle meşhur nefertiti büstü,Berlin katedrali,Charlottenburg sarayı,Alexander meydanından kalkan metro-tren le gidilen Postdam kasabasındaki yazlık saraylar görülmeye değerdi.Uzun zamanlı hızlı tempolu gezilerde bir haftadan fazlası yorucu oluyor konusunda çok haklısınız.Biz yaşımıza bahane buluyorduk demekki gençler için de öyle.Nice güzel gezmeleriniz olsun.
Selamlarımla
Şükran Şahin
(30 Eylül 2015)
Bavyera gezimizde bizde ayni cumleyi sarfetmistik."3Turkun Turkten baska dostu yok galiba"...