Çin'in Batılı ve Farklı Yüzü: Şangay...


Çin gezimiz tüm hızıyla devam ediyor ve artık yavaş sona doğru geliyoruz. Pekin ve Xian’dan sonraki durağımız “Altın Üçgen”in son ayağı olan Şangay. Uçağımız erken saatte olduğu için sabah 05.00'de uyandık. Otelde kahvaltı yapma şansımız olmadığı için paket kahvaltılarımızı yanımıza aldık ve saat tam 06.00’da Xian havalimanına yola çıktık. Xianyang Uluslararası Havalimanı, şehir merkezine 50 km uzaklıkta. Hatta başka bir şehirde bile denebilir. Uçağımız bu kadar erken saatte olmasa, normal trafikte iki saatlik bir yolculuk olurdu herhalde. Sıkı bir güvenlik kontrolü var, hatta çakmaklarımızı dahi topladılar. Bu kadar yolculuk yaptım böyle bir duruma ilk defa şahit oluyordum. Bunun dışında check in sırasında bagaja teslim edilen bavullara powerbank yani taşınabilir şarj cihazı da koydurmuyorlar, yanınıza almanızı şart koşuyorlar. Telefonları çıkardığımız gibi şarj cihazlarını da çıkarıp gösteriyoruz. Eğer “CE” işareti taşımıyorlarsa el koyup uçağa aldırmıyorlar. Peki ne oluyor derseniz orada öylece kalıyor. Sonrası yok yani.

Gezi ekibimiz toplu halde Şangay’daki Çin Mahallesinde yer alan Yu Bahçelerindeki taşın önünde…

Xianyang Havalimanı Çin’de her şeyde olduğu gibi çok büyük. Alışveriş yapabileceğiniz çok sayıda dükkân var, fiyatlar bizim havalimanlarında olduğu gibi çok pahalı değil. Zaten hiç anlamamışımdır, neden aynı ürün bu tarz yerlerde normalden birkaç kat pahalıya satılır? Muhtaçsın, alacaksın kardeşim falan diye düşünüyorlar herhalde. Neyse biz gezimize dönelim. H 10-20 kapılarının arasındaki bir yerde sigara içilebilen yer bulunuyor. “Çakmakları topladılar, sigarayı nasıl içeceksin” diyenlere güzel bir cevabım var: Sigara bölmesinde otomatik çakmak makinesi var. Adamlar bunu da düşünmüşler sizin anlayacağınız. Uçağa bindikten sonra THY ile geldiğimiz uçağa bir defa daha küfrettim. Adamların şehirlerarasında kullandıkları uçakta koltuk aralıkları bizim İstanbul’dan bindiğimiz uçaktan daha geniş. Hostesler güler yüzlü, ikramlar da gayet iyi. THY ye sorarsanız o uçaklar onların prestij uçaklarıymış. Hadi canım sende, gel de adamların iç hat uçaklarını bir gör ondan sonra prestijden bahsedelim.


Havalimanından otobüsümüze bindikten sonra şehir merkezine doğru ilerlerken ilk Şangay manzaraları…

China Eastern Havayollarına ait uçağımız saat 08.50'de hareket etti ve hiçbir gecikme olmadan saat 11.00'da Şangay Pudong Uluslararası Havalimanına indi. Pudong, devasa bir havalimanı. Şehir merkezinden yaklaşık 30 km uzaklıkta. Çıkış noktasına yakın bir yerde şehir merkezine giden taksilerin tarifesini gösteren sarı renkli tabelalar mevcut. Mayıs 2017 itibariyle 3km dahil açılış 14 Yuan, sonraki her km içinse 2,5 Yuan ödüyorsunuz. 15 km den fazla mesafeler için fiyatlar %50 zamlı oluyor. Ayrıca 23.00-05.00 arası da %30 zamlı fiyat geçerli. Bavullarımızı aldıktan sonra Türk rehberimiz Mücahit ve yerel rehberimiz Jack’le buluştuk. Mücahit 24 yaşında genç bir arkadaş. Çin dili ve edebiyatı okumuş, geçen sene mezun olmuş. Normalde tercümanlık yapıyor, gezi olarak tecrübesi olmadığını daha sonradan öğreniyoruz. Burada rehber olarak görevlendirilen bütün arkadaşlar için bence durum üç aşağı beş yukarı aynı. Çin’ce bildikleri için yerel rehberlere destek oluyor, onların anlattıklarını Türkçe olarak bize çeviriyorlar. Aslında esas işleri buraya çeşitli sebeplerle gelen insanlara tercümanlık yapmak. Yerel rehberimiz Jack ise 36 yaşında, tam bir profesyonel. Programı ilk oluşturmaya başladığım dönemde bilgi almak için iletişime geçtiğim Can beyin de arkadaşıymış. Gezimizin en iyi yerel rehberi olduğunu söyleyebilirim.


Şangay Müzesi şehrin merkezinde yer alıyor. 1952 yılında açılan Müzenin ö tarafında sekiz farklı aslan figürü bulunuyor. Bildiğiniz gibi Çin’de aslan her yerde…

Hava bulutlu, yer yer yağmur atıştırıyor ama bizi çok zorlayacağını zannetmiyorum. Zira gezilecek kapalı mekânlarımız da var ve en azından onları halledebiliriz diye düşünüyorum. Havalimanından merkeze doğru ilerlerken otobüsten Şangay’ı izliyorum. İlk dikkatimi çeken yüksek gökdelenler, modern köprüler oluyor ve bu haliyle Pekin ve Xian’a benzemiyor. Zaten son 100 yılın Çin’i için Şangay’a gidin diyorlardı, doğruymuş. Programımızdaki önceliğimiz öğle yemeği olduğu için Şangay Ticaret Odası’nın bulunduğu binanın üçüncü katındaki lüks restorana gidiyoruz. Yemekler birbirine benziyor ama burada yemekler daha az tatlı olmaya başladı gibi geliyor bize. Şangay’da deniz ürünleri revaçta olmasına rağmen öğle yemeği menümüzde deniz ürünleri yok. Belki sonra.

Şangay Müzesi ortası boşluk bırakıldığı için son derece ferah. Her bir katında eşsiz eserler sergileniyor…

Gezi programımıza başlamadan önce Şangay hakkında biraz bilgi vermekte fayda var. Şangay, Huangpu Nehri üzerinde, Yangzte Nehrinin Doğu Çin Denizine döküldüğü noktada bir liman şehri. Aslında denize yaklaşık 45 km uzakta ama Huangpu Nehri doğal bir liman oluşturmuş. Nehir tarafını esas aldığınızda batısında tarihi ve geleneksel Şangay’ı simgeleyen Puxi, doğusunda ise gökdelenler, televizyon kulesi ve bankaları ile modern ve renkli Şangay’ı simgeleyen Pudong olmak üzere ikiye ayrılmış. 25 milyonluk nüfusuyla Çin’in en büyük kenti olan Şangay, son 20 yılda o kadar hızlı büyümüş ki insanın aklı almıyor. Rehberimiz Jack’in söylediğine göre 1995 yılında şehrin nüfusu 10 milyonmuş. 20 yılda 1,5 Şangay daha eklenmiş şehre. Korkunç bir nüfus patlaması. Son dönemde nüfus artışı için bazı önlemler alınmış, kısıtlamalara gidilmiş. Yeri geldikçe bunlardan bahsederim. Şangay turistik açıdan da son derece popüler bir şehir. Geniş parkları, müzeleri, tarihsel yapıları ve modern yüzü ile Çin’in olmazsa olmazlarından birisi.



Şangay Müzesinden objektifimize takılan bazı eserler…

Şangay, bugünkü modern görünümünün arkasında yatan 6.000 yıllık bir tarihe sahip. Çok eskileri bir kenara bırakırsak 1839-1842 yılları arasında devam eden “Afyon Savaşları” sonucunda İngilizler karşısında yenilgiye uğrayan Çin, başta Hong Kong olmak üzere aralarında Şangay’ın da bulunduğu beş liman kentini İngilizlere vermek zorunda kalmış. Nedir bu “Afyon Savaşları” diye soracak olursanız kısaca anlatayım. Çin, uzun dönem Batı ile ticarete soğuk bakmış, çok temel bazı ürünler dışında kapalı bir toplum olarak yaşamayı tercih etmiş. Batı ile ticaret sadece Kanton limanından yapılabiliyor, batılı tüccarlar halkla doğrudan temas kuramadan Çinli tüccarlarla ilişki kurabiliyorlarmış. İngilizlerin en sevdiği içecek olan çayın büyük bölümü Çin’den ithal ediliyormuş. Bununla birlikte ipek, porselen ve diğer ürünlerle birlikte İngiliz ekonomisi Çin’e karşı sürekli açık vermekte, başta İngilizler olmak üzere batının “ticaret yapalım” taleplerine Çinli yetkililer “Biz sizden ne alabiliriz ki?, biz de her şey var” diyebiliyorlarmış. Batılı tüccarlar çay ve diğer ürünlere yönelik talepleri karşılayabilmek için Hindistan’da üretilen afyonu gizli gizli Çin’e sokmaya başlamışlar. Aslında afyon, Çin geleneksel tıbbında ilaç olarak kullanılan bir malzeme imiş ama giderek halk arasında afyon bağımlılığı ortaya çıkmış ve yaygınlaşmış. Bir zaman sonra Çin hükümeti de afyon ticaretini yasaklamış. Bu durum önemli bir gelir kapısını kaybeden İngilizleri çok rahatsız etmiş ve Çin’e savaş açmışlar. Elbette bu savaşa bir kılıf uydurulması gerekiyormuş ve uygarlık adına en büyük hak olarak sunulan “serbest ticaret ilkesi”nin çiğnenmesi savaşın gerekçesi yapılmış. 1839 yılında başlayan ve 1842’de sona eren afyon savaşlarında Çin yenilmiş ve İngilizlerin dayatmasıyla Nanking Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmış. Bu anlaşmayla Hong Kong’u İngilizlere bırakan Çin, aralarında Şangay’ın da bulunduğu 5 limanı Avrupalı tüccarlara açmış, bu limanlarda her türlü denetleme ve el koyma hakkını kaybetmiş. Çin hukuk sisteminin dışına çıkan, kendi yerel yönetimlerini kuran, yöneticilerini atayan, mahkemelerini oluşturan İngilizleri kısa bir zaman içinde diğer batılı devletler de takip etmiş. Afyon Savaşları Çin’in batının sömürgeci yüzüyle karşı karşıya kaldığı trajik bir olay olarak tarihteki yerini almış ve bu dönem Çin tarihine “Onursuzluk Yüzyılı” olarak geçmiş.



Şangay Müzesi…

İngiliz sömürgeciliği ile birlikte gelişen ticaret, küçük bir balıkçı limanı ve tekstil kasabası olan Şangay’ın da büyümesi sonucunu doğurmuş. 20. Yüzyılın başlarında Asya’nın en büyük ticaret limanlarından birisi haline gelen Şangay, 1937 yılında Japonların saldırısına uğramış ve 2. Dünya Savaşının sonuna kadar Japon egemenliğinde kalmış. Sonradan tekrar Çin yönetimine geçen şehir komünist rejimle birlikte eski önemini yitirmiş ve gerilemeye başlamış. 1976 yılında yapılan ticari düzenlemelerle bazı imtiyazlara kavuşan şehir yeniden eski parlak günlerine dönüş yapmış. Bugün için Şangay Çin’in en büyük ticaret ve finans merkezi olarak kabul ediliyor. 


Buda ve onunla ilgili eserleri Çin’de heryerde görebilirsiniz. Elbette buna Şangay Müzesi de dahil…

Öğle yemeğinden sonra, hava henüz kapalı olduğu için, Şangay Müzesini ziyaret etmeye karar verdik. Halk Meydanında bulunan Şangay Müzesi, eski Çin sanatına ait muazzam eserleri görebileceğiniz bir sanat galerisi tadında. 1952 yılında kurulan müze, kadim Çin anlayışına uygun olarak tıpkı Pekin’deki Cennet Tapınağı gibi, kare platform üzerindeki yuvarlak bir daire şeklinde inşa edilmiş. İnşaatın tamamlanması 1996 yılını bulmuş. Müzenin giriş kapısında nöbet bekleyen 8 adet mermer aslan heykeli var. Müzenin içi çok ferah çünkü orta bölüm boş bırakılmış ve salonlar yanlara yapılmış. Böylece tepedeki cam tavandan gün ışığı sizlerle oluyor.  Her gün müzeyi ziyaret eden ilk 8.000 kişi arasına girerseniz herhangi bir ücret ödemiyorsunuz ama yine de kağıt bileti alma zorunluluğunuz bulunuyor. Bazı çok özel sergilerde 20 Yuan giriş ücreti konulabiliyor. Elektronik rehberle gezmek isterseniz 40 Yuan ve depozito için pasaportunuza ihtiyacınız var. Pazartesi günleri müzenin kapalı olduğunu belirtelim.


İpek ve onun esas oğlanı olarak kabul ettiğimiz ipekböceğinin ilginç hikayesi hepimizin dikkatini çekiyor…

Dört katlı müzede, 11 galeri ve 3 sergi salonunda 21 farklı kategoride (bronzlar, seramikler, resimler, yeşim taşları, bambular, madeni paralar) 130.000 den fazla eser sergileniyor. Birinci katta Bronz Galerisi ve Heykel Galerisi, ikinci katta Seramik Galerileri, üçüncü katta Resim Galerisi ve Mühür Galerisi ve son katta ise Yeşim Galerisi, Madeni Paralar Galerisi ve İpek Yolu Paraları Galerisi bulunuyor. Tüm galeriler kendi içinde oldukça değerli parçalar barındırıyor ama özellikle Seramik Koleksiyonu Müzenin en kıymetli hazinesi olarak değerlendiriliyor. Neolitik çağdan günümüze kadar gelen çok kıymetli 500’den fazla eser oldukça etkileyici. Heykel galerisinde ağırlıklı olarak Budist heykeller göze çarpıyor. Dördüncü kattaki Ming ve Qing Hanedanlıkları dönemine ait mobilyalar son derece ilgimi çekiyor. Sergide bahçe bölümü bile var ve oldukça güzel bir yer. 

Toplanan ipekler bu makinede iplik haline getiriliyor ve yumaklara sarılıyor. İncecik iplikleri birkaç denemeden sonra ancak koparabiliyorsunuz. Oldukça sağlam yani…

Tüm bu işlemlerin sonucunda ortaya çıkan ve herkesten çok talep gören ipek yorgan yukarıdaki fotoğrafta…

Çok keyifli bir buçuk saat geçirdiğimiz Şangay Müzesi’nden ayrıldığımızda kapalı hava halen devam ediyordu. Biz de yönümüzü ertesi gün Suzhou’ya giderken uğramayı planladığımız İpek Üretim ve Satış Merkezine çevirdik. Suzhou yolundaki fabrikanın başka bir şubesi olduğu için bu plan değişikliği sorun teşkil etmeyecekti. Genç bir delikanlı ve kızımız, İpek böceğinden başlayarak ipek üretimi hakkında her türlü detayı ayrıntıları ile anlattı. İpekböceği sürekli dut yapraklarını yiyor, yiyor, tıka basa doluyor ve sonra kusuyor. İşte bu kusmuk yavaş yavaş ipekböceğinin etrafını sarıyor ve koza oluyor. Koza toplanıyor, kaynatılıyor, çözülüyor ve işleniyor. İşte size ipek ortaya çıkıyor. Ortalama 28 gün yaşayan ipekböceği 600-900 metre arasında ipek üretebiliyormuş. Canlı ipek böceklerini ve dut yapraklarını yerken görünce çocukken yetiştirdiğim, gözüm gibi baktığım ipek böceklerim geldi. Onların şişmanlamasını bekler, koza örmesini seyreder ve sonra da bıraktıkları minik ipek parçalarını kitaplarımın arasında saklardım. Herkesin böyle anıları olduğunu zannettiğim için bunu arkadaşlarla paylaştığımda aslında çok da yaygın olmadığını gördüm. Demek bizim Ege Bölgesine has bir özellikmiş bu durum. İpek böceğinin hikâyesi tamamlandıktan sonra başlangıcından itibaren iplik üretimi ve bir yorganın nasıl yapıldığı hakkında görsel bir şov yapıldı. Nefis olduğunu söyleyebilirim.

İşte Mayıs 2017 itibariyle herkesin döndüğümüzde bize sorduğu ipek yorganların ebatlarına göre fiyatları…

Yeri gelmişken Çin ipeği hakkında da biraz kitabi bilgi verelim. İpeğin ilk ne zaman kullanıldığına dair kesin bir bilgi yok. MÖ 7.000 ile 6.000 yıllarına dayandığı tahmin ediliyor. Eski Çin’de ipek sadece imparator, akrabaları ve yüksek devlet görevlileri tarafından giyilebiliyormuş. Sarayda beyaz ipek giyilirken, dışarıda ise sarı ipek giyilirmiş. İpekböceği yetiştiriciliği bizzat imparatoriçeler tarafından yönetilirmiş. Kırsal bölgelerde 15 yaşına erişmiş tüm genç kızların ipekböceği yetiştirmesi zorunluymuş. Hatta ipek ticareti o kadar önemliymiş ki Xian’dan başlayan ve İstanbul’a kadar giden ve aylarca süren ticaret yolunun adı bile İpek Yolu olarak tarihe geçmiş. Öyle ki o dönemde ipek altınla eşit bir ürün olarak kabul ediliyormuş. İpek o kadar kıymetli bir nesneymiş ki bir dönem Çin’de para yerine geçtiği hatta vergilerin dahi ipekle tahsil edildiği söyleniyor. İpekböceği kozalarını Çin dışına çıkarmanın cezası ölümmüş. Peki ipek Çin’den nasıl kaçırılmış? Enteresan bir hikayesi var: Çin imparatoru, kızının 420 yıllarında Hotan kralı ile evlendirilmesine karar vermiş. Prenses bu evliliğe razı olmamış ve babasını vazgeçirmek için elinden geleni yapmış. Ama imparator Nuh demiş peygamber dememiş ve evlilik gerçekleşmiş. Düğün yapılmış ama buna çok kızan prenses intikam almaya karar vermiş ve ipekböceği yumurtaları ile dut ağacı tohumlarını, başındaki büyük ve gösterişli topuzun içinde ülke dışına çıkarmayı başarmış. Normal koşullarda sınırda herkesin aranması kuralı varmış ama kimse prensesi aramaya cesaret edememiş. Böylece İpek, Çin dışına çıkmış ve kısa zamanda tüm dünyaya yayılmış. Bir dönem sonra Çin ipeği, ana ihracat ürünü olmaktan çıkmış, hatta ipekböceği yetiştirilen bölgelerde halk zamanla fakirleşmiş. İpek üretiminde İran ön plana çıkmış ve Çin ipeği geri planda kalmış. Bugün için Çin ipeği oldukça popüler ve önemli bir ekonomik ürün olarak kabul ediliyor.



Şangay’daki Fransız Mahallesi Çin ülkesinde Avrupa’dan bir köşe olarak karşımıza çıkıyor. Kafeler, restoranlar ve sonradan restore edilen binalarıyla müthiş keyifli bir yer. En alt resimdeki üç katlı ev 22 ailenin bir zamanlar yaşadığı yer…

Şovlar ve tanıtımlar tamamlandıktan sonra kaçınılmaz olarak ipek ürünlerin satışına geçildi. En popüler olanlar kuşkusuz ipek yorganlar. Yorganlar ebatlarında göre 380 Yuandan başlıyor ve 1180’e kadar çıkıyor. Bizim ölçülere uygun çift kişilik ipek bir yorganın fiyatı ortalama 780 Yuan. Ortalama diyorum çünkü yazlık, kışlık ve dört mevsime uygun farklı yorgan türleri bulunuyor. İpek böceğinin siyah kakasından ve daha değersiz olan çiftli kelebeklilerden yapılan ipek yastıklar 260 Yuan. Yarı devlet kuruluşu olan bu tür yerlerde pazarlık yapma şansınız olmuyor, fiyatlar büyükçe tabelalara yazılmış. Ancak yorgan alanlara 60 Yuan değerinde minik ipek eşarplar hediye ediliyor. Buradaki alışveriş tamamlandıktan sonra hemen yan taraftaki ipek gömlekler, eşarplar, kıyafetler satılan başka bir mağaza daha var. Bazı arkadaşlar hem kendilerine hem de onlara sipariş vermiş insanlar için alışverişlerini yaptılar. Gelmeden önce Çin’den yorgan alanların verdikleri fiyatlarla kıyaslanınca fiyatlar neredeyse iki kat yükselmiş. Çok normal, zira birkaç yıl önce 1 TL 3-4 Yuan iken bugün 1 Tl 2 Yuan üzerinden işlem görüyor. Aslında fiyatlar aynı ama bizim alım gücümüz buraya göre yarı yarıya düşmüş. Eminim birkaç yıl sonra buraya gelenler bire bir kurla karşılaşacaklar.



Fransız Mahallesini gezerken ara sokaklara mutlaka girin. Şikumenlerin arasında çok keyif alacaksınız. Vaktiniz varsa buradaki kafelerde vakit geçirin. Bu arada her iki ayda bir değişen heykelde fotoğraf çektirmeyi de unutmayın…

İpekle yolculuğumuz tamamlandıktan sonra otobüse binerek Şangay’daki Fransız Mahallesi olarak bilinen French Concession ve onun merkezinde yer alan Xin Tian Di’ye geldik. Daha önce de bahsettiğim gibi Afyon Savaşları sonrasında Çin iyice güçten düşünce Şangay’da dört farklı özerk yönetim bölgesi kurulmuş: Amerika, Fransa, İngiltere ve Almanya. Kendi yöneticileri, hakim ve savcıları, güvenlik güçleri olan bu bölgeler genel Çin kanunlarının dışında tutulmuş ve devlet içinde devlet gibi olmuşlar. İşte bizim geldiğimiz Xin Tian Di denilen yer, yaklaşık 8 km2lik Fransız Mahallesinin ortasında kalan bir yer. 2. Dünya Savaşı sonrası bu bölgeler kaldırılmış, önce yıkılması düşünülmüş ama vazgeçilmiş. Sonra da buralara Çinliler yerleştirilmiş. Zamanla şehir büyüyüp geliştikçe gelir düzeyi yüksek insanların yaşadığı yerlerin hemen dibinde kalmış. Şehrin gelişmesine paralel olarak bu bölgeye de gökdelenler yapılması planlanmış. İnşaatların planlanması devam ederken 1999 yılında çok zengin Hong Konglu bir işadamı bu bölgenin gökdelenlerle mahvolmasına izin vermemiş ve bu bölgenin mülkiyet hakkını 70 yıl, ticari haklarını da 40 yıl boyunca satın almış. Restorasyon maliyetleri ile birlikte işadamına maliyeti 2,5 milyar Yuanı geçmiş. Restorasyon başlamadan önce planlama aşamasında yaklaşık 2050 aile buradan tahliye edilmiş. Köşede kalan en eski 3 katlı evden tam 22 aile çıkmış. Öyle ki her metrekareye bir aile düştüğü söyleniyormuş. Hayatın çok pahalı ve acımasız olduğu yıllarda insanlar birbirleriyle dayanışarak ayakta kalabiliyorlarmış. Restorasyon tamamlandıktan sonra bölge “Şikumen” denilen, Şangay’a has koloniyel-Çin mimarisine özgü yapıların yer aldığı müthiş keyifli bir yer haline gelmiş.


Bu resimde görülen tek katlı bina Çin Komünist Partisinin ilk kongresinin yapıldığı bina. Fransız Mahallesinin hemen çıkış noktasında, köşede yer alıyor...

Şehre gelen turistlerin olmazsa olmaz durak yerlerinden birisi olan Xin Tian Di, 24 saat yaşayan, taş evlere, lüks restoran ve kafelere, mağazalara, butiklere ve sanat galerilerine ev sahipliği oldukça keyifli bir yer. Dar sokakları, batı tarzı bar ve restoranları ile adeta Avrupa’dan bir köşede geziyor gibisiniz. Geçmişin fakir mahallesi bugün metrekaresi 4-5 dolardan kiraya verilen son derece bohem bir mahalle. Fiyatlar da oldukça yüksek. İnternette yazılan bir habere göre buradaki 100 m2 büyüklüğünde ortalama bir daire 1,5-2 milyon euroya alıcı bulabiliyormuş. Bir Fransız restoranının yanında bir Alman birahanesi görmek son derece doğal. Ya da buralarda dolaşırken yedi milletten insanı görmek sıradan bir şey. Xin Tian Di, kuzey ve güney olarak iki bölgeye ayrılmış. Güney taraf modern mimari ile şikumen tarzının kaynaşması iken kuzey taraf daha fazla şikumen olarak kalmış. Kuzeydeki minik meydanın ortasındaki heykel her iki ayda bir değişiyormuş. Sebebi de Şangay’ın modern sanatın merkezi olarak anılmasını sağlamak içinmiş. Şehrin belirli saatlerde adeta ışık cenneti olması da bunun bir parçası herhalde. Fransız Mahallesinin Çin Komünist Parti açısından da önemi büyük. 23 Temmuz 1921 tarihinde partinin ilk ulusal kongresi burada iki katlı binada yapılmış.



Fransız Mahallesini gezdikten sonra kendimizi güzel bir parkın içinde buluyoruz…

Kongrenin yapıldığı binanın yanından yolun karşısına geçtik ve oldukça keyifli bir parkla baş başa kaldık. Ortasında devasa havuzda su oyunları seyredip, bol bol fotoğraf çektikten sonra hemen parkın kenarında bizleri bekleyen otobüsümüze binerek bu akşam ki son gezi noktamız olan Nanjing Road’a geldik. Toplam uzunluğu yaklaşık 5,5 km olan caddenin doğu tarafında 1,5 kmlik bölümü trafiğe kapalı. Yaya bölgesi olan bu bölüm bizim İstiklal Caddesi gibi ancak ondan çok daha hareketli, ışıl ışıl ve kıpır kıpır. Doğu tarafında meşhur Bund’dan başlayan cadde batıda Jing’an Tapınağına kadar devam ediyor. Afyon Savaşlarından sonra İngiliz Mahallesi sınırları içinde kalan Nanjing Road, şehrin en eski alışveriş caddesi olarak biliniyor. Bugün itibariyle 600’den fazla mağaza bulunuyor. Geleneksel ve yerel ürünleri bulabileceğiniz bu cadde aynı zamanda Tiffany’den Samsung’a, Colombia’dan Mc Donalds’a dünyaca bilinen markalara da ev sahipliği yapıyor. Sokak sanatçılarına tek tük seyyar satıcılar eşlik ediyor. Yaklaşık bir saatlik serbest zaman boyunca en az 20 defa masaj, çanta vb. şeyler için yolumuz kesildi ve sürekli bir yerlere davet edildik. Rehberimiz Jack, bizi serbest bırakmadan önce birkaç defa aynı uyarıyı yaptı: Sizi çağıranların yanına asla gitmeyin ve kıymetli eşyalarınıza sahip çıkın. Eğer yürümeyi sevmiyorsanız ya da çok yorulduysanız 20 Yuan ödeyerek minik trenle gezebilirsiniz. İnsan burada saatlerce gezebilir, kendini caddenin büyüsüne bırakabilir. Zaten en güzeli de bu olsa gerek.



Nanjing Road, kuşkusuz Şangay’ın olmazsa olmazlarından birisi. Her daim hareketli cadde dakikalar ilerledikçe sizi kendisine doğru çekmeye başlıyor sanki…

Keyifli olan her şey gibi Nanjing Road gezimiz de tamamlandı ve 19.30’da toplanarak akşam yemeğine gittik. Bu akşam yemek yiyeceğimiz yer bir Müslüman lokantası, bu yüzden menü de her zamankinden farklı birkaç lezzet vardı:  tavuk şiş, kızarmış balık, bulgur pilavı çok lezzetliydi. Şangay’da yemek çeşitleri ve lezzetleri de sanki biraz değişti. Daha bir farklı ve güzel geldi hepimize. 20.45’te otelimize geldik. Otelimiz Sunrise on the Bund, beş yıldızlı bir otel. Odalar diğerlerine göre biraz daha küçük ama temiz ve derli toplu. Esas özelliği yerinin çok merkezi ve güzel olması. Şangay’ın en popüler gezi noktalarından birisi olan Bund bölgesine yaklaşık 20 dakika yürüme mesafesinde.  Eşyaları odaya bıraktık ve hemen Bund bölgesine doğru yürüyüşe geçtik. Bund ile otel arasında Şangay’a gelen orta ve küçük çaplı cruise gemilerinin limanı olduğu için yolumuzu biraz karıştırdık, biraz fazladan dolaştık ama nihayetinde Bund bölgesine ulaştık. 


Minik trenle gezmenin bedeli 20 Yuan…

Nanjing Road, değişik heykellere de ev sahipliği yapıyor. Tıpkı bebek arabalı bu kadın heykeli gibi…

Bund, ya da diğer adıyla Waitan, Huangpu Nehri’nin batı kenarında doğal bir limanın oluşturduğu sahil. Waibaidu Köprüsü ile Nanpu Köprüsü arasındaki 1500 metrelik sahilin kara tarafında Barok, Gotik, Romanesk ve Klasik tarzda inşa edilmiş 26 farklı bina bulunuyor. 1842 yılında İngiliz hâkimiyetine geçmeden önce bölge sazlıklarla kaplı bir bataklıkmış. Ticaret bölgesi olduktan sonra gelişmiş ve 19. Yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın başlarında bina patlaması yaşanmış. Birçok ülkenin konsolosluğu, banka merkezleri ve gazete büroları burada faaliyet göstermiş. Komünist dönemle birlikte banka ve konsolosluk binaları kamu kurumlarına tahsis edilmiş. 2008 yılında kapatılan Bund, Şangay Belediyesinin 33 aylık çalışması sonucunda bugünkü turistik görünümüne kavuşmuş. Bund’un giriş bölgesinde, Afyon Savaşları sırasında şehri savunurken öldürülen kişiler için yapılmış devasa bir Kahramanlar Anıtı bulunuyor. Nehrin diğer tarafında kalan Pudong bölgesi ışıl ışıl gökdelenleri ve TV Kulesi ile harika bir manzara sunuyor bizlere. Nehir kenarındaki dolgu bölüm trafiğe kapalı ve korkunç bir kalabalık var. Hatta gruptan arkadaşları da gördük, aklın yolu bir, ne yapacağız bu saatte otel odasında. Zaman zaman ısrarlarını sürdüren seyyar satıcılar eşliğinde yüzlerce kare fotoğraf çektik, gecenin ve manzaranın keyfini çıkardık. Saat tam 23.00’da enteresan bir şey oldu ve o ışıl ışıl ortam loş bir karanlığa dönüştü. Anladık ki ışıklar kapatıldı ve normal bir aydınlatmaya dönüldü.



Şangay’ın ışıl ışıl karelerinde güzeller güzeli Bund manzarası bir başka oluyor. Bund bölgesine çıkarken üzerinden geçtiğimiz çelik köprünün aydınlatılması da bir harika…

Bund’da yürüyüş yapmak, ısrarlı seyyar satıcılarla pazarlık etmek, başından def etmek için istedikleri rakamın belki 20’de birini teklif edip birkaç dakika sonra elinizde bir lazer kalemiyle oradan ayrılmak, birkaç yüz metre ilerledikten sonra “ben bunu neden aldım ya?” sorusunu kendine sormak burada yaşabileceğiniz şeylerden sadece bir tanesi. Otelimize dönerken küçük bir marketten tanesi 5 Yuana 600 cl biralar aldık ve otele yakın mesafedeki marina bölgesindeki banklara oturup, keyifli bir sohbetle mideye indirdik. Gezinin yedinci gününde artık hepimiz yorulmuştuk ama yüzlerde gülücükler, sohbetlerde kahkahalar yine de eksik olmuyordu. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti ve harika sohbetimizi mecburen kesmek zorunda kaldık. Otele gelip yatağa uzandıktan sonra bacaklarımın sızlamasından bir süre uyuyamadım. Olsun, şikâyetim yok. Sayılı gün geldiğimiz bu şehirde her anın güzelliğini yaşamak lazım.



Bund’un girişinde yer alan Kahramanlar Anıtı…

25 Mayıs 2017

Şangay’daki ikinci sabahımıza uyandığımızda başka bir şehre gidecek olmanın heyecanı vardı: Suzhou. Erkenden Suzhou’ya doğru yola çıktık ve tüm günümüzü Suzhou’da geçirdik. Suzhou gezi yazısı ile ilgili detayları okumak isterseniz Bahçeler ve Kanallar Şehri Suzhou internet sayfamızı ziyaret edebiliriniz.Otobüse binip Şangay’a doğru hareket ettiğimizde saat 16.30’u gösteriyordu. Saat 17.45'de Şangay'da yemek yiyeceğimiz restorana ulaştık. Şehir merkezinde, köhne bir binanın üçüncü katında bulunan restoranı hiç beğenmedim. Oldukça lezzetsiz yemekler yediğimizi söylemem lazım. Belki de Çin'de yemek yediğimiz en kötü restorandı. Gerçi Çin mutfağından yavaş yavaş bıktığımız için belki de nereye gitsek bize öyle gelecekti ama burası gerçekten kötüydü.


Çin’de en eski sahne sanatlarından birisi olan akrobasi şov, uzun yıllar süren bir eğitim gerektiriyormuş…

Hızlıca yediğimiz yemek sonrasında Çin gezimizdeki son canlı şovumuz olan Akrobasi Şovunu izleyeceğimiz Şangay Centre’a ulaştığımızda saat 19.05 olmuştu. Rehberimiz Jack biletlerimizi aldı ve 19.30'da şov başladı. Çin’de akrobasi en eski sahne sanatlarından birisiymiş ve tarihi İpek Yolu boyunca sunulan gösterilerle kısa zamanda yayılmış. Akrobatlar 6,7 yaşından itibaren eğitilmeye başlar, teknikler çok zor olduğu için eğitim çok uzun yıllar sürermiş. Vücutta gerekli esnekliği sağlamak ve mükemmel olmak için eğitim boyunca akrobatlar ciddi ağrılara da maruz kalırmış. Yaklaşık 1,5 saat süren akrobasi şovunu adeta ağzım açık izledim. Bazı hareketlerin nasıl yapıldığını gözümle görmeme rağmen halen anlayabildiğimi söyleyemem. Şovu izlemek için farklı kategorilerde biletlere adam başı 170-300 Yuan arasında bir ücret ödemek durumundasınız. Eğer 10 kişiden daha kalabalık bir grupla gidecekseniz ücret adam başı 130-240 Yuan arasında oluyor. Bazı arkadaşlar gibi benim de şüphelerim vardı ama yolunuz buralara düşerse izlemeden dönmeyin derim. 

Çin Mahallesinin içinden geçilerek girişi yapılan Yu Bahçeleri dünyanın en meşhur Çin bahçelerinden birisi olarak kabul ediliyor…

Aslanlar her yerde. Soldaki dişi, sağdaki ise erkek…

Saat 21.00'de şov tamamlandıktan sonra otele doğru yola çıktık. Bazı arkadaşlar otel yolunda Bund bölgesine yakın bir yerde inelim deyince yaklaşık 15 kişi otobüsten bindik. Hava çok güzel ve Şangay ışıl ışıl bizi selamlıyor. Özellikle yarımada harika görünüyor. Bund ise her zamanki gibi oldukça kalabalık ama bu kalabalık insanı rahatsız etmiyor. Yürüyüşümüzü yapıp üstüne bolca fotoğraf çektikten sonra dönüş yolunda Necip abi, Emre, Cem ve Mesut gruptan ayrıldık ve bir önceki akşam yaptığımız gibi geceyi bize bira, Necip abiye de ice tea alarak otele yakın marinanın park tarafında keyifli bir sohbet eşliğinde bitirdik. Günün yorgunluğu insanın üzerine çökünce gözü yataktan başka bir yer görmez atasözü gerçek oluyor ve yıkılıyorum…

26 Mayıs 2017
Şangay ve doğal olarak Çin'deki son günümüz uyandırma servisinin 06.45'de acı acı çalan telefonuyla başladı. Böyle diyorum çünkü gezinin sekizinci gününde o kadar yorulmuşum ki canım yataktan çıkmak istemedi. Ortalama 5 saat uykuyla durduğum için vücut artık iflas noktasına gelmişti. Son bir hamle  yaparak bavulumu topladım, açık büfe kahvaltımı yaptım, otelden çıkışımı gerçekleştirdim. Herkes toplanmış vaziyette 08.15'de Yu Gardens’a doğru yola çıktık.
 


Yu Bahçelerinden kareler…

Bugün yanımızda Alican adlı genç bir arkadaşımız var. Üniversitede okuyan Alican 3,5 yıldır Şangay’da yaşıyor. Çinceyi bayağı iyi konuşuyor. Mücahit’in yerine geldi zira Jack bağlı olduğu acenteye Mücahit’in zayıf olduğunu, çevirileri de benim yaptığımı iletmiş. Anladığım kadarı ile onlar da onun yerine Alican’ı göndermişler. Bence doğru da yaptılar zira ne kadar iyi bir insan olsa da Mücahit’in bu işin adamı olması için çok çalışması lazım. Bir kere söylenenleri tam çevirmiyor, tarih ve şehir hakkında neredeyse hiç bilgisi yok. Bende de asfalyalar Suzhou’da attı. Çince bilmiyorum ama Lingering Bahçelerinde Jack bir tablonun önünde durup bir şeyler söylüyordu. Ne dediğini anlamadım ama içinde UNESCO lafını yakaladım. Mücahit hiçbir şey demeden devam etti, ben de grubu durdurdum ve tahmin ettiğim şeyi söyledim. O dakikadan sonra da Jack İngilizce anlattı ben de Türkçeye çevirdim. Çok yoruldum ama en azından arkadaşların biraz daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağladım. Alican çeviri yapmadı ama sempatik tavırları, herkesle pozitif konuşması, başta alışveriş olmak üzere her konuda gruba yardımcı olmasıyla takdirimizi kazandı.



Yu Bahçeleri, Şangay’ın China Town denilen bölgesinde yer alıyor. Başka ülkelerdeki Çin Mahallesi olayını anlarım da Çin'in bir şehrinde “China Town” olması enteresan geliyor insana. Aslında bunu Şangay'ın özel durumu ile açıklayabiliriz. Uzun yıllar Fransız, İngiliz ve diğer devletlerin cirit attığı ve yönetsel özerklik elde ettiği Şangay Çin'deki diğer şehirlerden farklı bir profil çiziyor. Burada pek çok şey diğerlerinden farklı biçimde gerçekleşiyor. Bunları düşündüğünüz zaman o dönemin çok ülkeli ve yönetimli Şangay’ın da azınlıkta kalan Çinli nüfusun yaşadığı mahalleye “China Town” denilmesi insana o kadar da garip gelmiyor. Yu bahçeleri Şangay’daki en güzel klasik bahçe örneği olarak kabul ediliyor. 1577 yılında Ming Hanedanlığı döneminde imparatorun en yakın devlet adamlarından birisi olan Pan Yunduan tarafından yaptırılmış. Mr. Pan, burayı ailesi ve özellikle de büyük annesi ve büyük babası için yaptırmış ancak tamamlanması 20 yıl sürdüğü için vefat eden aile büyükleri burayı görememişler. Pan’dan sonra bahçeler birkaç defa el değiştirmiş, yeni eklemeler yapılmış. Afyon Savaşları sırasında bahçeler büyük zarar görmüş. 1956 yılında beş yıl süren restorasyon çalışmalarından sonra 1961 yılında halka açılan bahçeler her yaştan ziyaretçinin ilgisini çekiyor. 



Balıkları alkış manyağı yapıp “akıllı” etiketini yapıştırmışlar…

Yaklaşık 20.000 m2lik alana yayılan Yu Bahçelerinde, konağa gelen misafirlerin karşılandığı bir tür resepsiyon bölümünün hemen ön tarafında yer alan bahçede devasa bir taş var. 14 metre yüksekliğindeki “Great Rockery” adlı bu taş hem o dönemde taşa verilen önem hem de gelen misafirlerin meraklı gözlerini biraz engellemek amacı güdüyormuş. Sağdan bayanların soldan erkeklerin gittiği koridorun sonuna geldiğimizde Jack bana karşı tarafta yer alan kamelyadaki aynayı görüp görmediğimi sordu. Ben ayna falan görmedim. Diğerleri de göremedi. O zaman Jack beni izleyin dedi ve kamelyaya gitti. Bizim kamelyanın arkası olarak gördüğümüz bölüm meğerse aynaymış. Çok enteresan bir şeydi gerçekten. Bazı odalarda mobilyaların Ming yani sade, bazılarının da Qing yani oymalı olduklarını tespit ettikten sonra son bahçedeki kıymetli taşın olduğu bölüme geldik. Tıpkı Suzhou’daki Lingering bahçelerinde olduğu gibi devasa taşın her tarafı delik. Toplam 72 adet delik varmış ve bunların tamamının diğeri ile bağlantısı bulunuyormuş.  Özellikle yoğun yağmurların yağdığı dönemde tıpkı bir şelale gibi oluyormuş ve bu da herkesin hoşuna gidiyormuş. Burası aynı zamanda akıllı balıklara da ev sahipliği yapıyor. Balığın akıllısı mı olur dediğinizi duyar gibi oluyorum. Alkışladığınızda size doğru gelip yiyecek beklerse akıllı diyebiliriz herhalde. Yu bahçeleri daha geniş bir araziyi kapsıyormuş ancak devrim zamanında yarıdan fazlası yok edilmiş. Sadece burası değil çevresi de bu durumdan etkilenmiş. Ancak son yıllarda hükümet kaynak ayırmış ve çevresini aslına uygun olarak yeniden inşa ettirmiş.
 



Sansui Salonu bahçelerin en güzel noktalarından birisi. “Sansui” Çincede şanslı ya da merhametli anlamına gelirmiş. 1760 yılında inşa edilen salon, beyefendiler için düzenlenen törenlere ev sahipliği yapmış. 5 farklı salondan oluşan bina bahçedeki en büyük yapılardan biri. Yuhua Salonunda Yangzte Nehrinin güney bölgesinde bulunan en ünlü üç yeşim taşından bir tanesi bulunuyor. 3,3 metre yüksekliğindeki taşın 72 adet deliği varmış. Jack’ın anlattığına gelen taşın altında bir ateş yakıldığında deliklerden çıkan dumanlar taşa mistik bir hava katıyormuş. Tam tersine en yukarıdan bir miktar su döküldüğünde de deliklerden çıkan su oldukça güzel bir görüntü veriyormuş. Ne kadar çok delik varsa ve bunlar birbirine değiyorsa taş ta o kadar kıymetli oluyormuş. Zaten Mr. Pan’da bu taşı her gün izleyebilmek için Yuhua Salonunu yaptırmış. Bahçelerin bir tarafında beyaz duvarın tam köşesinde devasa bir ejderha kafası misafirlerini selamlıyor. Adı da kendi ile uyumlu zaten: Ejderha Duvarı. Bahçenin bir yerinde kaplumbağa figürleri bulunuyor. Bereket getirmesi için yapıldığını söylüyor Jack. Pagodalar, yapay patikalar, dağlar, kemerli köprüler, göletler, sular ve taşlarıyla müthiş uyumlu bir güzellik var. Bu arada yeri gelmişken Yu Bahçeleri için yüksek sezonda 40 Yuan, düşün sezonda 30 Yuan ücret ödemeniz gerektiğini de söyleyeyim.



Bahçelerin bulunduğu bölge yani “china town” aynı zamanda şehrin önemli ve keyifli gezi-alışveriş noktalarından birisi. 15. Yüzyılda sadece eski bir şehir tapınağının bulunduğu bölge bahçeler ve civarındaki yerlerle farklı bir görünüm kazanmış. Afyon savaşlarından sonra uzun yıllar kaderine terkedilen ve “Yuyuan Bazaar” olarak da bilinen bölge restorasyon çalışmalarından sonra tarihi görünümlü yeni bir hal almış. Her birisine numara verilmiş sokaktaki minik dükkânlarda ve iç taraftaki büyük olanlarda iğneden ipliğe hediyelik anlamında istediğiniz her şeyi bulabilirsiniz. Magnetler, her türlü ipek ürünleri, çantalar, tişörtler, yeşim taşından objeler, inciler, Çin'e özgü ejderha figürleri, her türlü çay vb. İlk aklıma gelenler. Bunun yanında aralara serpiştirilmiş yeme içme dükkânları ile çay evlerinde birbirinden lezzetli tatları almak da mümkün.



Çin Mahallesi her açıdan çok keyifli bir yer. Nasıl bir şey isterseniz onu bulabiliyorsunuz. Kalabalık ve keşmekeşte bunlardan birisi elbette…

Verilen iki saatlik serbest zamanda Emre ve Mesut ile hem sokaklarda dolaştık hem de ufak tefek hediyelik şeyler aldık. Çocukların çok istediği ve 200’den başlayan stres çarkı pazarlığı 50'den, tanesi 25’den başlayan duvar süsleri 7 tanesi 80’den, tanesi 10'dan başlayan farklı türdeki magnetler 6 tanesi 30 Yuandan tamamlandı. Pazarlık artık Çin’de her şeyimiz olmuştu. O kadar pazarlığa rağmen tanesi 3 yuan olan yarımlık sudan iki tane alıp 6 Yuan ödedikten bir kaç adım sonra yolun ortasında Mesut'la gülüşümüz olaydı. Basiretimiz  bağlanmış ve pazarlık yapmamıştık.  Aslında bu olay doğru, zira nereye elinizi atsanız 10 da bir fiyat çıkıyor karşınıza. Bu da kısa bir zaman sonra her şeye pazarlık etmenizi, hatta devletin özel izin verdiği fabrikalarda bile düşük rakamlar teklif etmenize neden oluyor. Elbette bunun insan psikolojisini bozduğu yönler var. Örneğin, verilen serbest zamanda aynı ürünü aldığınız arkadaşınızın sizden 5-10 Yuan eksik ödemesi sinirinizi bozuyor. En azından benimkini... Bahsi geçen meblağ 3-5 bilemediniz 10 TL ama psikolojiyi mahvediyor. Bir de fiyatlar 10 da bire düşünce acaba çok mu verdim diye düşünüyorsunuz. Örneğin eldeki hesap makinesine satıcı 500 diyor siz 100 diyorsunuz. Satıcı düşüyor siz ya hiç artırmıyorsunuz ya da 110 gibi küçük rakam artırıyorsunuz.  Diyelim ki 125 de bitti. Aslında rakam kabaca 65 TL ve siz onun Türkiye 'de bu fiyatın en az 2 katına satıldığını biliyor ya da tahmin ediyorsunuz. Fiyat iyi ama acaba çok mu ödedim düşüncesi başlıyor.  Bu da sizde ne güven bırakıyor ne de samimiyet. En iyisi ne kadar vermeye razıysan onu vermek ve defteri kapatmak. Yoksa işin sonu gerçekten kötü..



Tam bir profesyonel olan, Şangay rehberimiz Jack…

China town’dan inanılmaz keyif aldığımızı söylemeliyim. İki saatlik zamanla ilgili artık kanıksadığınız şeyleri söylemek istemiyorum. 11.30’da oradan ayrıldık ve yeni istikametimiz Şangay’ın modern yüzlerinden birisi olan Pearl TV Tower. Çin’de yedinci günümüz ve önceki altı günü dikkate alırsak 12 öğündür bizim için birbirine benzeyen şeyleri yiyorduk. Nankörlük etmeyeyim, ciddi bir problemi olan yok ama hepimiz aynı ya da benzer lezzetlerden sıkılmıştık. Jack’e durumu ilettim, hatta otobüste bile yiyebileceğimizi, bununda bize zaman kazandıracağını söyledim. Önce çok şaşırdı, keyifli bir restorana gideceğimizi söyledi ama ısrar edince kabul etti ve TV Kulesinin hemen alt tarafında bulunan Subway’in uygun olup olmadığını sordu. Tüm otobüs bu kararı alkışlarla karşıladı ve önceden belirlenen sandviçlerden (ton balıklı ya da dana etli) tercih ettiğini Jack’a yazdırdı. 


İnci TV Kulesi muhteşem bir Şangay manzarası sunuyor. Alt resimdeki sahil bandı meşhur Bund bölgesi. Bir önceki akşam fotoğrafları çektiğimiz yer…

Pudong Parktaki İnci TV Kulesi (Oriental Pearl TV Tower) modern Şangay’ın en görkemli noktalarından birisi. Yapımına 1991 yılında başlanan ve 1995 yılında tamamlanan kule, toplam 468 metre yüksekliği ile Çin’in ikinci, dünyanın ise altıncı en yüksek TV kulesi. Üç tanesi uzay modülü olmak üzere toplam 11 küreden oluşuyor. Genellikle ziyaretler 263 metre yüksekliğindeki orta küreye yapılıyor ve biz de öyle yaptık. Kuleye girerken çok sıkı güvenlik kontrollerinden geçiyorsunuz. İçeride farklı türde mağazalar var. Aynı zamanda Şangay Şehir Tarihi Müzesi de burada bulunuyor. Asansörler çok büyük ve bir saniyede 7 metre çıkıyor. 263 metrelik tırmanma çok uzun sürmedi yani. İlk çıktığımız ikinci kürede 15 dakika çepeçevre dolaşarak bolca fotoğraf çektik. Sonrasında merdivenle iki kat aşağıya indik ve zeminin yarı bölümünün camdan olduğu bölgeye geldik. Buradan manzara seyretmek müthiş keyifli ama cam bölümde yürürken ürperdiğimi söylemem lazım. Gerçi bizim arkadaşların neredeyse bir gece önceki akrobatik şovdan kalma hareketlerle camın üzerinde salınıp pozlar verdiklerini görünce ben de biraz rahatladım ama yine de insan ayaklarının altında cam olunca biraz kötü oluyor. Müthiş bir manzara var yukarıda. Bund dahil Şangay harika görünüyor. Keşke Gökhan’da gelebilseydi. O kadar ısrar ettik ama yükseklik korkusu olunca insan fazla bir şey de söyleyemiyor. O da aşağıdaki kafede güzel bir ortamda çok keyifli zaman geçirdiğini söyledi. Günahı boynuna, bilemem artık.


Büyük cam tabana bastığınızda insan ürpermiyor değil doğrusu…

Bizim bulunduğumuz ikinci kürenin bir katında döner restoran var. Arzu edenler burada öğle ya da akşam yemeklerini döner restoranın sunduğu eşsiz manzaraya karşı yiyebiliyorlar. Ama bunun için öğle yemeğinde 298 Yuan, akşam yemeğinde ise 328 Yuan ödemeniz gerekiyor. Fiyatlar yüksek gibi görünebilir ama burada yemek yiyenler TV Kulesi için ilave bir ücret ödemiyorlar. Sadece TV kulesi ve Müze için 160 Yuan ödemeniz gerektiğine göre öğle yemeği 138 Yuana geliyor. Çin koşullarında ucuz bir yemek olmuyor ama bulunduğunuz mekanı ve manzarayı kıyaslarsanız yaklaşık 150 TL ye hem yemek yiyorsunuz hem de kuleyi gezebiliyorsunuz. Tercih sizin.



Tv Kulesi gezimizi bitirdiğimizde saatler 13.20’yi gösteriyordu. Aşağıya indiğimizde otobüsümüzü beklerken Jack ve Ali Can Subway’den sandviç menülerimizi almışlar, bizleri bekliyorlardı. Otobüs gelene kadar beş dakika içerisinde hepimiz menüleri mideye indirdik ve günler sonra farklı bir şey yemenin mutluluğu içinde bir sonraki durağımız olan Yeşim Buda Tapınağı’na doğru yola çıktık. Yeşim Buda Tapınağı (Jade Buddha Temple - No. 170, Anyuan Road, Putuo District) Şangay’ın batısında, modern bir bölgenin ortasında kalıyor ve halen aktif olarak kullanılıyor. Eğitim amacıyla Burma’ya giden keşiş Huigen, yıllar süren eğitim sonunda ülkeye geri dönmeye karar vermiş. Burma’da yapılmış olan beş adet yeşim taşından Buda heykelini de yanında götürmek istemiş ama o dönemde taşıyacak araç olmadığı için hepsini götürmek oldukça zor olacağından sadece en beğendiği ikisini yanına almış. İşte bu heykelleri muhafaza etmek amacıyla ilk tapınak 1882 yılında inşa edilmiş ve adı da Yeşim Buda Tapınağı konulmuş. Qing Hanedanlığına son veren devrim sırasında neredeyse yok edilen tapınağın daha büyüğü, ilk noktadan biraz daha farklı bir yerde, 1918-1928 yılları arasında yeniden inşa edilmiş. Tapınakta restorasyon çalışmaları devam ettiği için bazı yerler ziyarete kapalı ve bazı eserlerin de yeri değiştirilmiş. 


Yeşim Buda ya da Zümrüt Buda Tapınağı gökdelenlerin arasında bir vaha gibi ortada kalmış. Oturan Buda önünde sürekli ibadet eden Budistler görmek mümkün…

Tapınakta iki farklı yeşim taşından Buda heykeli var. Bunlar binlerce yıllık kültürel eserler olmalarının yanında nadide porselen sanat eserleri olarak kabul ediliyor. İlki, 0,96 metre büyüklüğünde, tek parça beyaz yeşim taşından yapılan ve yarı yatar pozisyonda olduğu için “Yaslanmış Buda Heykeli” olarak adlandırılıyor.  Yalnız ortada görülen yaklaşık 4 metrelik Yaslanan Buda Heykeli, 1989 yılında Singapur Devlet Başkanı’nın tapınağı ziyaret ettikten sonra ülkesinden gönderdiği Buda heykeli. Her ne kadar ziyaretçilerden daha fazla ilgi görse de esas heykel aynı salonun sağ tarafında camekânın ardında sergileniyor. Zaten diğerinden çok daha küçük, tek parça beyaz yeşimden yapılmış. İkinci odadaki Buda heykeli “Oturan Buda Heykeli” olarak biliniyor 1,96 metre büyüklüğünde. İçeriye girdiğimizde Budistler vardı ve ibadet ediyorlardı. Her yerde fotoğraf çekmek yasak ancak gizlice bir şeyler çekmeye çalışıyoruz. Kafanızı yukarıya kaldırdığınızda altı sıra halinde minik Buda heykelleri görüyoruz. Budistler öldüklerinde tapınağa belirli bir miktar para bağışlayarak bu küçük heykellere isimlerini yazdırıyorlarmış. Altılı sıranın en üstünde yer alan heykellere isim yazdırmak çok daha fazla para gerektiriyormuş. Sizin anlayacağınız para her yerde öncelik ve ayrıcalık yaratmaya devam ediyor. Daha öncede söylediğim gibi restorasyon çalışmaları devam ettiği için bazı parçaları ve eserleri görmek nasip olmuyor. 


Üstteki Buda Singapur Devlet Başkanının hediyesi, alttaki ise orijinal olanı…

Yeşim Buda Tapınağı ziyaretimiz tamamlandığında saat 15.30’u gösteriyordu. Birkaç sokak otobüsle ilerledikten sonra yeniden durduk ve bir alışveriş merkezine gittik. Maalesef notlarıma yazmadığım için adını ve yerini sizlerle paylaşamıyorum. Yaklaşık 1,5 saat boyunca Çin’deki son alışverişimizi yaptık. 1,5 metrelik üçlü şarj kablosunu 30’dan 10 Yuana, aksiyon kamerasını 500’den 100 Yuana, 750’den başlayan orta boy İsviçre markalı bavulu 160 Yuana satın aldım. Sonradan Türkiye’ye döndükten sonra keşke en büyük boyunu da alsaydım diye kendi kendime kızdım. Arkadaşlar da 1500’den başlayan çakma Tag Heuer saatleri 250 Yuana aldılar. Alışverişten sonra 17.00’da toplandık ve otobüsümüze binerek Çin gezimizin son programı olan Huangpu Nehri turuna doğru yola çıktık. Jack çok daha önceden firmayı arayarak saat 18.00’e randevu almıştı. Yollar şaşırtıcı bir biçimde açık olduğu için 20 dakikada Bund bölgesindeki tekne turları limanına geldik. Beklediğimizden erken geldiğimiz için Jack bize 20 dakikalık serbest zaman verdi. Biz de bu sürede iki defa gece vakti görme şansımız olan Bund bölgesinde gezdik. Gece ışıklar altında gördüğümüz farklı mimari stillerdeki tarihi binalar gündüz gözüyle ayrı bir keyif verdi. Bu arada hava halen sıcak ama güneş yavaş yavaş etkisini kaybediyor.


Tekne turunda keyifli fotoğraflar çekiyoruz…

Saat tam 18.00’de başlayan 50 dakikalık klasik tekne turunun fiyatı 120 Yuan. Yemekli, sadece içecekli olmak üzere farklı biçimlerde gezi opsiyonları bulunuyor. Teknemiz salınırken nehrin iki tarafındaki binaları keyifli biçimde izledik. Bazıları hakkında Jack bize bilgiler verdi bende arkadaşlara çevirdim. Bol bol fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik elbette. Bu arada Jack’ın amatör bir fotoğrafçı olduğunu da teknede öğrendim. İkimizde de aynı telefon olmasına rağmen ve ikimizde onunla fotoğraf çekmemize rağmen benimkiler daha silik ve kötü görünüyordu. Cevap basit: Ben otomatik ayarla çekiyorum, Jack ise ayarları kendisi yapıyor.




50 dakika sonunda artık Çin gezimizin sonuna gelmiştik ve havalimanına doğru yola çıktık. Bu arada daha önceden akşam yemeği için havalimanındaki Burger King’den yemek istediğimizi Jack’a söylediğimiz için bu saatlere kadar gezebilme şansımız oldu. Grup bugünkü Subway menü öğle yemeğinden çok memnun olduğu için Jack’le görüşüp akşam yemeğini havalimanındaki Burger Kingden alınacak menüyle yapmaya karar vermiştik. Jack havalimanına 3 saat önce gitmemiz gerektiğini, Şangay’ın çok kalabalık olduğunu, uzun check in ve güvenlik kuyrukları oluştuğunu söylemişti. Uçağımız 22.35’te idi ve biz tam 19.50’de havalimanına vardık. Bizler sıraya girdik, Jack’le Alican Burger King’e yollandılar. Yaklaşık bir saat 15 dakika bekledikten sonra işlemlerimiz bitti ve sıranın sonunda bizleri bekleyen Alican ve Jack’ın havalimanı bagaj arabasında getirdikleri menülere saldırdık. Nasıl yediğimizi anlamadan ve hızlıca pasaport kontrolü sırasına girdik. Pasaport kontrolü tamamlandığında uçağa biniş başlamıştı ve hareket saatine 45 dakika kalmıştı. Telaşla duty free den bir karton marlboroyu 122 Yuandan alabildim. Bize göre sigara fiyatları son derece ucuz…

Ve geldik Şangay’ın da sonuna…Şangay gerçekten güzel ve etkileyici bir şehir. Eğer Çin içinde Çin’den farklı bir kültür ve yer görmek istiyorsunuz Şangay’a mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Eminim ki pişman olmayacaksınız…Seyahatle kalın…