Hatay: Medeniyetlerin Kalbi...


Arkadaşlarımızın “Temmuz ayında Hatay’a gidilir mi!” uyarılarına rağmen, kurban bayramı vesilesiyle 5 kişilik yakın arkadaş gurubumuzla Hatay gezimize başladık. İyi ki bu uyarılara kulak asmadık ve harika bir Hatay gezisi gerçekleştirdik. Akşamları esen rüzgârıyla sıcak Temmuz gecelerini hiç fark etmedik. Gezilerimizde yol duraklarımızda önemlidir. Gideceğimiz yeri planlarken güzergâhtaki görülmesi gereken yerleri de atlamayız. Ülkemiz coğrafyası bir hazine, birde kıymetini bilsek! 

Gezmek demek yollarda başlar. Toroslar ayrı bir keyifken seyir tepesinden Belen ilçesi de bambaşka görünüyor…

Neşeli ve bol sohbetli, bol molalı yolculuğumuz Toroslar’a kadar sürdü. Torosları seyrederek müzik listemizden Sabahattin Ali şiirinden uyarlanan, Ali Kocatepe bestesiyle;
Başım dağ saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır dağlar… şarkısına hep birlikte eşlik ediyoruz. Bu dağlarda mola vermeden olmaz. Birde Yaşar Kemal’i anmadan.

Masalımsı Antakya sokakları her dakikasında bizleri kendisine çekiyor…

Sonrasında kısa bir Tarsus turu ve Tarsus şelalesi de bir molayı hak ediyor. Yeşillikler içinden fışkıran mini şelaleler, dereler, turkuaz ırmak, ırmağa yansıyan renkler, doğal güzellikler bize göz kırpıyor sanki ve fakat insanlar daha temiz bıraksalardı diye düşünmeden edemiyorum! Rotamız Adana. Bayramın ilk günü olması dolayısıyla her yer kapalı olduğu için uzun uğraşlardan sonra bulabildiğimiz Toros Caddesindeki Büyük Adana Kebap Lokantasına ulaşıyoruz. Enfes Adana lezzetlerinden sonra yola koyuluyoruz ve Hatay’ın 15 ilçesinden biri olan Belen’deyiz. Kısa bir çevre turundan sonra Belen Seyir Tepesine çıkıyoruz. Buranın eşsiz manzarasında çevre ilçeleri bile görebiliyoruz.  Mola vermek için ideal bir yer. Belen’den 1648 tarihinde geçmiş olan Evliya Çelebi buranın adını Belen olarak bildirmiş. 

Keyifli Antakya sokakları bizi Asi Nehri’nin güzelliğine çıkarıyor…

Hatay birkaç güne sığdırılamayacak kadar önemli bir kent olduğu için bayram tatili bir fırsat oldu bize. Bir hafta buradayız. Nihayet doya doya gezecek ve doya doya Hatay mutfağını keşfedecektim. İlk konaklama Antakya. Antakya’nın hemen yanı başında, havuzu da olan bungalov evlerimize yerleşiyoruz. Hatay 13 büyük medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok yolların kavşak noktası ve şehrin kapılarını dünyaya açan, şehirleri denizlerle buluşturan stratejik limanları, zengin kültürel mirası, eşsiz coğrafyası, Roma döneminde dünyanın 3.büyük eyaleti olması, Anadolu’nun ilk camisini barındırması, dinlerin buluşma noktası…Daha ne olsun. 

Hatay lezzetlerinden (Gül sulu haytalı dondurma, kabak tatlısı, zahter salatası, tuzlu yoğurt) Antakya Müze Oteli’ne…

Antakya; Silpius Dağı (bugünkü Habib Neccar Dağı) eteğinde, Asi Nehri kenarında M.Ö.300’lü yıllarda kurulmuş. Yoruluncaya kadar Antakya sokaklarını arşınlamak üzere sokaklardayız. Bitmeyen bir labirent gibi dar sokaklar (Diyarbakır, Mardin sokaklarını anımsatıyor) akşamın karanlığında ışığın yansımasıyla otantik taş duvarlı yapılar, eski ahşap evler, ferforje kapılar, cumbalı eski konaklar, yerel lezzetlerin buluştuğu lokantalar, kafeler sanki mistik bir havayı barındırıyor ve içimize doluyor, hatta zamanın ruhu beni sarıyor. Genellikle dar ve ortasından su kanallarının geçtiği taş döşeli bu sokakların, aynı zamanda rüzgârları kesmeyi ve su baskınlarını önlemeyi amaçladığını öğreniyoruz. Dünyanın ışıklandırılan ilk caddesi olan Kurtuluş Caddesinin etrafında çok sayıda eski Antakya evleri yer almakta. Antakya bayram olması dolayısıyla çok kalabalık. Canlı müzikli otantik eğlence yerleri de tıklım tıklımdı pandemiye rağmen. İlk akşamlar molalarda künefe, kabak tatlısı, gül suyu ile harmanlanmış haytalı dondurma, tepsi kebabı, içli köfte (oruk), zahter ve çökelek salatası, humus, tuzlu yoğurt tattıklarımız. Bir hafta boyunca rejim falan yok, zaten bu gezide önceliğimiz gastronomiydi. Yaşasın Hatay Mutfağı.

Solda İlk Mağara Kilisesi St. Pierre; sağda ise Altınözü ilçesinden bir kare…

Antakya Müze Oteldeyiz. İnşaat çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya çıkan ve içerisinde dünyanın en büyük tek parça mozaiğinin de bulunduğu tarihi eserlere sahip müze otel, Helenistik ve Roma kalıntılarının içinde arkeolojik kazı alanının üzerine inşa edilmiş. Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi olarak otelin zemin katı 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilerek ziyarete açılmış. Oteli Emre Arolat mimarlık ekibi tasarlamış. Helenistik Dönem’den İslami Dönem’e kadar beş arkeolojik katman ve 13 ayrı medeniyetin izleri; özgün mozaikler, Eros heykelciği, sikkeler, metal objeler, mimari parçalar ve pişmiş toprak eserler göz kamaştırıyor. Mucizeyi gerçekleştirenlere selam olsun. 6.yy.da depremlerin yıktığı bu tarih hazinesi şehrin neresini kazsanız tarih fışkırıyor.

Hatay Arkeoloji Müzesi girişi ve Lahitler Odasından bir kare…

Arkeoloji Müzesindeki reklam yüzü iskeletli mozaik ve eşsiz bir kral heykeli Şuppiluliuma…

“Dünyanın ilk mağara kilisesi” olarak kabul edilen Saint Pierre (Aziz Petrus) Kilisesi; Hac dağının batısında tepeden şehre bakan bir yamaçta yer alıyor. M.S.11-12.yüzyılda kiliseye dönüştürülmüş. Doğal bir mağara olan kilisenin ortasındaki taş sunağın üzerindeki St.Pierre Heykeli 1932 yılında yerleştirilmiş. Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St.Pierre Hatay’a gelerek ilk dini toplantılarını bu mağarada gerçekleştirmiş ve İsa’ya inananlara ilk kez bu kilisede “Hristiyan” adı verilmiş. Aziz Petrus’un gerçek adı Simon. Kaya anlamına gelen “Petrus” ismini Hz. İsa koyarak “benim cemaatim bu kaya üzerine kurulacak” demiş. St.Pierre Kilisesini 1967’de Papa 6.Paul Katolikler için (Efes’teki Meryem Ana gibi) hac yeri olarak kutsamış. Pierre Kilisesi'ne 200 metre mesafede kayalara oyulan Yunan mitolojisinde adı geçen Haron (Cehennem Kayıkçısı) kabartmasını göremedik. Görevliye ısrarla sormamıza rağmen kabartmaya giden yönergeleri bulamayacağımızı belirtti. Kendi olanaklarımızla kayaya çıkmaya çalışsak da, birkaç tekinsiz insana rastladık ve yarı yoldan dönmek zorunda kaldık. Kilisenin bulunduğu, bolca keçilerin otlağı olan bu çok geniş alana hâkim yerden kuşbakışı Antakya’nın manzarası çok etkileyiciydi.
 

Tarihi Uzun Çarşı’dan kareler…

Suriye ile sınırı olan görülmeye değer Hatay’ın ilçesi Altınözü’nü gezdikten sonra bilge ve güçlü Hitit kralı I. Şuppiluliuma’nın dev heykelini görmek için sabırsızlandığım Hatay Arkeoloji Müzesi’ne rotamız. Dünyanın en büyük mozaik koleksiyonuna ve en büyük sikke para koleksiyonuna sahip bu müze gerçekten çağdaş müzecilik anlayışının gereklerini barındıran bir müze ve hayran kaldım. Müzenin giriş bölümüne, ziyaretçilerin Antakya kent planını anlayabilmesi ve şehri tanıması için 1/100 ölçeğinde bir şehir maketi yapılmış. Müzenin girişinde duvarda bulunan interaktif görüntüde, gelen ziyaretçileri müze içerisinde bulunan mozaiklerden seçilen figürler karşılamakta. Diğer duvarda Hatay tarihsel kronolojisini gösteren bir tasarım yer almakta. Höyüklerden çıkan eşsiz buluntular, heykeller, tapınakların orijinal planına sadık canlandırmalar, höyükler bölümü, mitoloji bölümü büyüleyici. Geç Hitit Kralı Şuppiluliuma’nın belden yukarısı olan heykeli; 1,5m. yüksekliğinde, 1,5 ton ağırlığında, bir elinde kılıç, bir elinde başak tutan, gözleri “sabun taşından” bazalt bir kaide üzerindeki heykel müthiş etkileyici görünüyor. Hitit Krallığı'nı imparatorluğa dönüştüren bu hükümdarın meraklı bir çocuk gibi dışarı çıkık gözleri çok ilginç. Bu gözlerden kendimi alamıyorum. Aklımdan ”gelişmiş bir ülke topraklarında bulunsaydı bu şahane heykel dünyanın en meşhur heykellerinden biri olurdu, bu heykeli görmek için akın akın ziyaretçiler gelirdi” diye geçiriyorum. Müzedeki lahitler odası da çok etkileyici. Özellikle özel bir odada muhafaza edilen Antakya Lahdi, dönemin taş ustalarının yeteneğinin en üst eseri. Mermeri adeta bir dantel gibi işleyen ustaların becerikli ellerinin bu topraklarda bıraktığı miras adına da çok şey anlatıyor. Bu arada, Lahdin içinden çıkan insan iskeletleri de aynı oda içinde özel cam bir muhafaza içinde tutuluyor.
 
Antakya- Habib-i Neccar Camii…

Dünya genelinde en büyük mozaik sergileme noktası olan Hatay Arkeoloji Müzesi içerisinde mitolojik öykülerden esinlenilerek yapılan figüratif paneller, atölyede pişmiş toprak çerçeve kalıp içinde yapıldıktan sonra mozaik tabandaki yerlerine konulmuşlar. Antakya mozaikleri; düşsel yaratıklar, coğrafi birimler, günlük yaşam, kentsel topografya, mimari, deniz hayatı, doğa tasvirleri ve geometrik motiflerin artistik kompozisyonlarını sunan zengin temalara sahip. Antakya’nın refahını ve halkının sanat anlayışını yansıtan bu mozaiklerde hareketli sahneler, trajedi, kahramanlık ve komedi hakim. 400 yıllık mozaik geleneğini kesintisiz olarak sunan zengin bir koleksiyon. Milattan önce 3. yüzyıla ait olan Grekçe "Neşeli ol hayatını yaşa" yazılı olan iskeletli mozaik beni çok şaşırttı. Hayranlıkla inceledim. Sonrasında imitasyonunu şehrin farklı yerlerinde reklam amaçlı kullanıldığını gördüm. 
 
Antakya Habib-i Neccar Camii ve Camideki Hz.Yahya ve Hz.Yunus türbeleri…

Farklı din, mezhep ve etnik kültürden insanların bir arada asırlardır uyum içinde yaşadığı bu şehrin önemli simgelerinden olan kapalı çarşı konseptinde “Tarihi Uzun Çarşısı"na girmek kolay çıkmak zor oluyor. Dar sokakları, birbirinden renkli dükkânlarının hangisine bakacağınıza şaşırıyorsunuz. Tarihi İpek Yolu üzerinde yer alması dolayısıyla çok eski dönemlerden itibaren şehirde ticaretin merkezi konumunda bulunan Uzun Çarşıya hala ticaretin kalbinin attığı yer diyebiliriz. Ayrıca içinde tarihi hanlar (Kurşunlu Han), hamamlar, camiler, tarihi ağaçlar ve yapılar da var. Birden fazla giriş kapısı olan bu çarşıda defne sabunundan nar ekşisine, zeytinyağından meyan kökü şerbetine, kuru sebzeler, baharatlar, zahter, Hatay kömbesi, meyveler, salçalar, ceviz, turunç, patlıcan reçelleri, yöreye has çeşit çeşit yiyecekler, el sanatları, ipek dokumalardan çeşitli hediyelik, antik üfleme cam objeleri aklınıza gelebilecek her şey var. Üstelik aldığınız ürünleri peşinizden kargo ile gönderiyorlar. Bizde öyle yaptık. 

Antakya-Unesco Hatay Gastronomi Evi…

Unesco Hatay Gastronomi Evi lezzetleri…

638 yılında Müslüman Araplar tarafından inşa edilen Anadolu’nun ilk camisi olarak da kabul gören Habib-i Neccar Camii 1854 yılında depremde tamamen yıkılmış. Abdülmecit tarafından Osmanlı mimari tarzında yeniden inşa edilmiş, Avludaki şadırvanda bu dönemde ilave edilmiş. Caminin 4 metre altında Hz.Yahya ve Hz.Yunus elçilerinin türbeleri var. Çok yakınında Katolik Kilisesi, Sarımiye Camii, Ortodoks Kilisesi, Protestan Kilisesi, Havra ve Ulu Camii de var. Neden hoşgörünün barışın kardeşliğin şehri denildiğini hissediyorsunuz bu dini mimari yapılarını yan yana görünce. 

Hatay şehir Müzesinde Hatay Devleti Meclisi canlandırması…

Unesco Hatay Gastronomi Evi Hatay Belediyesi tarafından restore edilen eski bir Antakya Evinin Belediye tarafından işletilen lokantasına bayıldık. Ölmeden önce yapacaklarımın arasında burası yoktu, Çünkü burayı bilmiyordum. Lezzetler harika, işletme 100 puan aldı grubumuzdan. Neler yedik neler, bu yazıma sığmaz.. Hatay gezimizin en özel keşiflerinden birisiydi. Sadece bu mekândaki lezzetleri tatmak için bile Antakya’ya gelinir. Menüde gözüme çarpanlar; Tepsi kebabı, kağıt kebabı, saç kavurma, belen tava, halep kebabı, kaytaz böreği, oruk, külçe, sembusek, kiremitte tereyağlı Antakya peyniri, yöresel öcce, humus, ali nazik, Antakya sarma içi, tebbule, babagannuş, zahter salatası, ıspanaklı fellah köftesi, biber ezmesi, atom mezesi… Antakya’da çok başarılı lokantaların da olduğunu biliyorum. Ancak Kurban Bayramı nedeniyle birçoğu kapalıydı.

Defne İlçesi, Harbiye su cenneti…

İşletmenin atom karıncası sempatik güzel yöneticisi İpek Hanım burada 600 Hatay lezzetlerinden 400 çeşidini yapabildiklerini anlattı. Bu kadim şehir UNESCO Hatay Gastronomi projesi kapsamında 10 Aralık 2021-30 Mayıs 2022’ de Antakya ve İskenderun’da Expo’ya ev sahipliği yapacak. Dünyanın dört bir yanından gelen milyonlarca insanı buluşturacak ve yüzlerce dünya lezzeti Hatay’ın eşsiz UNESCO tescilli mutfağıyla harmanlanacak. Yani; Expo’da tadına doyulmaz lezzetler ortaya çıkacak. Kaçırmayın derim, pişman olmazsınız. 

Antakya Belediyesi Habibi Neccar Sosyal Tesislerinden Antakya manzarası...

Şehrin merkezinde bulunan Hatay Şehir Müzesinde; 18-19. yüzyıllar arasında Antakya Uzun Çarşı’daki dükkânların mini maketleri ve Hatay’ın ticari faaliyetleri içerisindeki demir, semer, sepet, yemeni, sabun, zeytin, deri, ve ipek üretimlerinin canlandırmaları, 18-20.yüzyıllar arasında hamamda ve günlük hayatta, özel günlerde kullanılan giysiler ve aksesuarlar, eski Antakya evi canlandırması, Hatay’ın meşhur yemeklerinin yapımına ilişkin canlandırmalar ve mutfak eşyaları ile 2 Eylül 1938 ve 23 Haziran 1939 tarihleri arasında varlığını sürdüren Hatay Devleti Meclisi canlandırması ile Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen ve heyetinin balmumu heykelleri ile o dönemde kullanılan eşyalar sergilenmekte. Çok başarılı bir şehir müzesi olmuş. 

Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi ve Vakıflı Köyü Kahvaltı Evi…

Ertesi gün rotamız şehre 8 km uzaklıktaki Defne ilçesindeki Harbiye’deyiz. Dokunaklı bir mitolojik öyküsü var. Apollo’dan kaçan Daphne’nin defne ağacına dönüştüğü yer olarak geçen Harbiye, geçmişte Romalıların sayfiye yeriymiş. Platonun güneyinden fışkıran kaynaklar, şelaleler meydana getirdikten sonra Asi nehrine karışıyormuş. Derin bir vadi içinde, yüksek çınar ağaçları, defne ağaçları ve büyük ve küçük şelaleleriyle, her köşesinden sular akan, fışkıran, isterseniz çıplak ayaklarınızı suya bırakarak oturabileceğiniz, kahvaltı ya da yemek yiyebileceğiniz bir su cenneti burası. Bizim gittiğimizde çok kalabalıktı, mangal yapanlar çoğunlukta olduğu için bu su cennetinin doğal ortamı biraz bozulmuş. Her yer kafe, restoran ve dükkân doluydu. Gürültüden su sesleri bile duyulmuyordu. Yine de en sessiz yeri bulmaya çalışarak, ayaklarımız suda kâğıt ve tepsi kebaplarımızı ve yerel mezeler eşliğinde ülkemizde alışık olduğumuz bu karışık cennetin keyfini çıkarmaya çalıştık.

Hıdırbey Köyü, tandır kuyusundan çıkan eşsiz lezzet biberli ekmek…

Gezimiz 1 haftalık bir program olduğu ve acelemiz olmadığı için her köşesinden keyif alarak gezi planlarımızı yapıyoruz. Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerinin hem güzel hem ekonomik halka dönük yaptıkları sosyal tesisler hep karşımıza çıkıyor ve bizde keyifle yararlanıyoruz. Teşekkürler bu güzel ortamı halkına sunanlara. Antakya Belediyesi Habibi Neccar Sosyal Tesisleri de bunlardan birisi. Seyrine doyamayacağınız Antakya’yı yüksek bir tepeden rahatlıkla seyredebileceğiniz, temiz, lezzetleri güzel, uygun fiyatla kaliteli hizmet sunan, yakındaki evlerde takla güvercinleri yetiştirildiği için onların seremonilerini de görebileceğiniz bu yere uğramadan dönmeyin derim.

Hıdırbey Musa Ağacı…

Akşam Antakya Cumhuriyet Meydanında; Hatay’ın ana vatana katılışının 82. yıldönümü kutlamaları kapsamında Hatay Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 37.si düzenlenen festivalin ilk gününde Kıraç konseri vardı. Binlerce Hataylı hoşgörü, barış ve kardeşliğin ne demek olduğunu gösterircesine, Kıraç’ın şarkılarına coşkuyla eşlik ettiler. Hiçbir taşkınlık, olay olmadan neşeyle dağıldılar. Böyle bir ortamda bulunmaktan ve bu uyumu görmekten çok mutlu oldum.

Samandağ, Çevlik sahillerinin deniz kızı ve Samandağ Çevlik Limanı…

Ertesi gün Antakya’da son günümüz olduğu için tabiatın içinde meşhur Antakya serpme kahvaltısıyla veda ediyoruz. Unutamadığım Diyarbakır Tarihi Hasan Paşa Hanındaki kahvaltıyla yarışamasa da yine de güzeldi. İstikamet Samandağ. Antakya Samandağ arasındaki “Türkiye’nin tek Ermeni köyü” olma özelliğini sürdüren, Musa Dağı eteklerinde Akdeniz’i tepeden seyreden ve Yayladağı Suriye sınırına 30 km uzaklıktaki Vakıflı Köyüne ziyaretimizi yapıyoruz. Üstelik organik tarım yapılan bir köy burası. Mihran Ulikyan Gıda Üretim Atölyesi ve Vakıflıköy Müzesi de var. Vakıflı Köyü Kahvaltı Evi Çay Bahçesinde oturmadan dönmeyin. Köyün girişinde Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesini geziyoruz ve hemen yanında iki katlı, 7 odalı Konuk Evi’nin 5 odasının pansiyon olduğunu öğreniyoruz. Konuk evinin tepeden manzarası eşsiz. Bu pansiyonda 1 gece kalmak için görevli arıyoruz, ancak hiçbir yetkiliyi bulamadığımız için Samandağ Öğretmen Evinden yerimizi ayırıyoruz.

Çevlik’te gün batımı…

Sonrasında Hz. Musa’nın toprağa diktiği asasının ölümsüzlük suyu sayesinde yeşermesiyle büyüdüğüne ve 3 bin yıllık geçmişinin olduğuna inanılan meşhur Musa Ağacının bulunduğu Hıdırbey Köyündeyiz. Ağacın görkemi sizi sarıyor, devasa gövdesinin içi zamanla kuruduğu için 5,6 insan sığacak kadar boşluk olmuş, çocuklar meraklı bir coşkuyla çitten atlayıp boşluğun içine girmeye çalışıyorlar. Ağacın ayakta kalması için yamalar yapılmış, bir de dalına Türk bayrağı asılmış. Ağacın gövde çapı 7,5 m. ve dalları yaklaşık 1000 metreküplük alanı kaplamakta. Musa Ağacına sarılmak ve onunla konuşmak geliyor içimden. Her şey ağacı sevmekle başlar. Ağacın etrafında yüzlerce insan var. Merakla ağacı seyrediyor ve fotoğraf çektirmek için sıra bekliyorlar. Acaba ağacın kutsal yanıyla mı ilgileniyorlar yoksa 3000 yıldır bu evrende hala dimdik ayakta olduğuyla mı, yoksa doğaya ağaca saygıdan mı? Ağaç, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından koruma altına alınmış. Hemen yanındaki Ab-ı Hayat suyundan içiyoruz.

Samandağ, Çevlik-Titus Vespasianus Tüneli…

Hıdırbey Tarımsal Ürünler Kalkınma Kooperatifi'nin yüzlerce çadırlı stantlarında isteğiniz her şeyi bulabilirsiniz. Üstelik fiyatlar uygun. Oturma alanlarında yiyip içebileceğiniz her şey mevcut. Özellikle tandır kuyusunda pişirdikleri Hatay’ın vazgeçilmesi biberli ekmeğin (fındık lahmacun gibi) yapılışını bir sanat eserini inceliyormuş heyecanıyla seyrediyorum.

Samandağ’dayız. Öğretmen evine yerleşiyoruz. Hayatımda en ucuz kaldığım konaklama oldu. Üstelik odamız Akdeniz manzaralı, yemekleri de güzel. Denize giriyoruz, Karadeniz sahilleri gibi dalgalı, biraz bakımsız. Sahilde sık aralıklarla cankurtaran iskeleleri var. Çevlik Plajı olarak anılan plaj 14 kilometrelik sahil şeridine sahip. Deniz dalgalı olunca denizin kıyısından sahilde yoruluncaya kadar yürüyoruz, uçsuz bucaksız bir sahil. Sahilde denizkızı ve caretta caretta heykellerine rastlıyoruz. Her yıl Haziran-Temmuz aylarında Akdeniz bölgesinde en yoğun yuvalama kumsalları arasında yer alan bu Çevlik sahiline yumurta bırakan caretta carettalar ve yeşil deniz kaplumbağaları yumurtalarından çıkınca bu sahillerden denize ulaşıyorlarmış. Bu büyüleyici yolculuğu görmek isterdim. Bu uzun sahilin liman tarafında birkaç balıkçı lokantası da var. Limanın mendireklerine çıkarak Akdeniz akşamları müziğiyle güneşi batırıyoruz. 

Çevlik, Beşikli Mağarası…

Samandağ ilçesinin Çevlik mahallesinde bulunan Titus Vespasianus Tüneli çok ilginç. Roma İmparatoru Vespasian isyan çıkaran Yahudileri cezalandırmak için Kudüs’ten getirip dağı kazdırarak, delerek bir tünel inşa ettirmiş. Sonrasında imparatorun oğlu Tüneli yüzlerce köle çalıştırarak bitirebilmiş. Aşağıdaki antik kent bu tünel sayesinde sel ve su taşkınlarından korunmuş. Yapımı 100 yılı aştığı söylenen tünelin 1380 metreyi bulan kısmını biraz meşakkatli bir yürüyüşle geçebildik. Kâh su oluklarından, kâh kaygan kayaların üzerinden atlayarak tünelin sonuna ulaşıp, yeniden giriş kapısına geri yürüdük. Sanki tarihin bir zaman tünelinden geçtik. Mutlaka deneyimleyin derim. Tüneli çıktıktan sonra tabelalar bizi kaya mezarlarının olduğu yere götürüyor. Burada bir doğa yürüyüş yolu yapılmış. Bu yolu yürüyenlerin Titus Tüneli ve Beşikli Mağara’yı da görebileceği bir güzergâh olarak planlanmış. Yürüyüşte yerel halkın yetiştirdiği organik meyve ve sebzeler, limonlu dondurmalar, içeceklerden oluşan stantlar keyifli bir mola yerlerine dönüşmüş. Akşam da sahilde gidebileceğiniz çok güzel canlı müzikli yerler var. Biz de Pi Bar’dan çok memnun kaldık. Samandağ’da farklı etnik kesimler huzurlu, birbirine saygılı yaşıyorlar, zaten bu güzelliği görmek için Samandağ merak ettiğim yerlerden biriydi.

İskenderun Sahili ve sahilde modern bir heykel…

Samandağ’dan yeni biten kıyı şeridi yolunda ilerlerken, sol taraftaki 25-26 kilometrelik bisiklet yolu eşliğinde 40 dakikada Arsuz’a varıyoruz. Arsuz’u biraz gezdikten sonra Arsuz Çayının kenarında kafe, restoran ve dükkânlarla dolu olan bu bölgede gözümüze kestirdiğimiz bir restoranda oturuyoruz. Çayın denizle buluştuğu nokta harika görünüyor. Bartın çayının Karadeniz’le buluştuğu noktanın yeşilden maviye dönüşünü burada da görüyorum. Martılar, tekneler, balıkçılar bir kartpostal görüntüsünde. Şahane manzarayla yedikleriniz daha da lezzetli oluyor. 

Arsuz…

Hatay’ın 2. büyük ilçesi İskenderun’a uğramadan, İskender kebap yemeden olmaz. 40 yıldan fazla sanatın içinde olunca, sahilde dolaşıp modern ve çok başarılı ulusal ve uluslararası heykeltıraşların eserlerini incelemek ayrı bir sanatsal bir mutluluktu benim için. Bu projeyi hayata geçiren (Füsun Sayek Sağlık ve Eğitim Geliştirme Derneği ve İskenderun Belediyesi ve Atakaş Şirketler Grubu) kurumlara ve heykeltıraşlara minnet ve teşekkürlerimi iletmek isterim bu gezi yazımda. 

Payas, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi…

Sokullu Mehmet Paşa Külliyesinin avlusunda bir anıt ağaç…

Hatay’ın ilçelerinden olan Payas’ın Sokullu Mehmet Paşa Külliyesine rotamız. Burası kervansaray, hamam, medrese, cami ve bedesten gibi yapılardan oluşan bir külliye. 16.yüzyılda Sokullu Mehmet Paşa'nın emirleri üzerine Mimar Sinan tarafından yapılmış. Genişçe bir avlusu, avlunun etrafında ise yolcuların ve kervanların barınması için kubbeli odalar var. Mimari olarak çok etkileyici. Ardından Haçlılar tarafından yaptırılan, daha sonra da Osmanlılar tarafından restore edilen Payas Kalesini görüyoruz. Deniz kıyısına yakın Cin Kulesi var. Kulenin gözetleme kulesi olarak Cenevizliler ya da Haçlılar tarafından yaptırıldığı sanılıyor. Dışarıdan görüntüsüne kapılarak içeri girmek istiyoruz. Kapı kilitli, korsan yollardan pencereden atlayarak içeri giriyoruz. Ancak tamamen çöplük olduğunu görüyor ve üzülüyoruz. Bu kadar güzel bir eser kaderine terk edilmiş. 

Payas Cin Kulesi…

Sabah yola çıkacağımız için Dörtyol’da konaklıyoruz. Sabah erkenden İlk Kurşun Müzesi ve Atatürk Evini görmeye gidiyoruz. Anadolu Türk Evi mimari özelliği taşıyan bu güzel tarihi bina restore edilmiş. Türkiye’de Milli Mücadele’nin başlatıldığı yer olan Dörtyol ilçesinde gelecek nesillere bu tarihi süreci anlatabilmek için çok güzel bir eser kazandırılmış. Bahçesinde 19 Aralık 1918’de bölgeyi işgal için gelen Fransız Garnizonuna karşı (Kurtuluş Savaşının ilk kurşunu, ilk direnişi) ilk kurşunu sıkan bu bölgeden Kara Mehmet Çavuş ve diğer Kuvâ-yi Milliye liderlerinin ve kahraman Türk kadınının heykelleri var. Mehmet Çavuş, Güney Cephesindeki ilk Kuvâ-yi Milliye olan Kara Hasan’ın çetesine girecektir sonrasında. Çok erken saatte gittiğimiz için müzenin içini göremedik, müzeyi açtırmak içinde görevliyi ikna edemedik. Sonrasında Müzenin içini uzun uzun inceledim sanal ortamda. Kurtuluş Savaşına ait mekânları, müzeleri görmek, öğrenmek, anlamak gerekir ve ben hep izini sürerim bu yerlerin. Böyle bir kıymetli müzeyi gezerken Kurtuluş Savaşını düşünürüm. Atamıza, silah arkadaşlarına ve kahraman Türk kadınına sevgi saygı, minnetlerimi ve teşekkürlerimi sunarım. 

Dörtyol, İlk Kurşun Müzesi ve Atatürk Evi…

Hatay ve ilçelerini kapsayan gezimizi önceden planladığımız gibi gerçekleştirdik. Medeniyetler şehri Hatay bize planladığımızdan çok fazlasını verdi. Umarım dünyanın gidişatındaki savaşlar, anlaşmazlıklar, olumsuzluklardan nasibini almaz.

Teşekkürler HATAY.



 Yazılan Yorumlar...
Şükran Şahin
(25 Ekim 2021)
Hakan bey teşekkürler, Aralık ayında Expo21 Uluslararası gastronomi fuarı var, kaçırmayın. Özelliklede Belediyenin Unesco Gastronomievinde Hatay lezzetlerini tadın. Ancak bir gün önceden rezervasyon gerekiyor.
hakangeziyor
(19 Ekim 2021)
Hocam ne de güzel anlatmışsınız. Ülkemizde henüz nasip olmayan bir kaç yerden birisi Hatay. İnşallah en kısa sürede görmek dileğiyle.
Kaleminize sağlık...