Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Mısır ::::: Mısır Genel ::::: Arabamla Afrika - Mısır : 1 (Şarm eş-Şeyk - Ras Mohammed - Aziz Katerina Manastırı)        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Mısır Mısır Genel 23 Ocak 2012 15 Ekim 2005
19 Nisan 2006
3708 1 Ali Eriç 

 Arabamla Afrika - Mısır : 1 (Şarm eş-Şeyk - Ras Mohammed - Aziz Katerina Manastırı)
 (Genel)

3 Kasım Perşembe saat 12:00'de, feribotumuz Akabe limanından ayrılırken, biz klimalı birinci mevkide, rahat koltuklarımızda sohbete başlamıştık. Biz kimiz, onu anlatayım. Akabe limanında kan-ter içinde koşturmamı tamamlamış, kaybolan "araç biletimi" de bulmuş, feribotun önünde Mısır'a giden yayaların bagajları ve "diğer" araçların alınmasını arabamda oturmuş beklerken, yanıma 60'larının sonlarında olduğunu tahmin ettiğim bir adam yaklaştı ve -akıcı olduğunu tahmin ettiğim bir şekilde- Fransızca birşey sordu. İngilizce olarak, Fransızca bilmediğimi söyleyince hemen ardından İngilizce "Arabanın içinde mi beklememiz gerekiyormuş?" dedi. Böyle bir sorunun o anda fazla bir anlamı yoktu, dolayısıyla aslında bir "muhabbet başlatma" sorusu gibi geldi bana. "Sanırım öyle" dedim ve arkasından ikinci soru: "Türk müsünüz?". Uzatmayalım, plakamdan İstanbul'lu olduğumu anlayan bir Yunanlı idi. Bir Cherokee'nin direksiyonunda da arkadaşı... O da 50'lerinin başı gibi... Daha sonra o da yanımıza geldi ve bize katıldı. Böylece tanıştığım iki Yunanlı ile 1. mevkide, biletimizle değil ama, ırkımızla hakettiğimiz koltuklarımızda sohbet ediyoruz. Ne ayrımcılık ama!

Yaşça ileri olanının adını bir türlü öğrenemedim ama, -nispeten- genç olan George, (ki Kahire'de yaşıyormuş) Kahire'de misafiri olabileceğimi söyleyebilecek, ev ve cep telefonlarını verecek kadar da samimi davrandı. Aslında diğeri de samimiydi ama, nedense ismini gizlemeyi tercih etti, ya da bana öyle geldi. En azından İskenderiye'deki evine o davet etmedi (bu arada İskenderiye'de oturduğunu öğrendim). Ancak, hakkını vermek lazım; Cape Town'a kadarki güzergahımı (ülkeleri) söylediğimde, bir parça kağıdın üzerine hızla ve son derece gerçeğine uygun yol haritasını çizip, görmem gereken ve konaklayabileceğim yerleri -isimleriyle- kondurdu ki, hayretten ağzım açık kaldı. Dersini çalışmış birisi olarak bile, gideceğim tüm yerlerin isimlerini hatırımda tutamazken, adamcağız benim yerime hepsini hatırlayıp, bir güzel de işaretledi ve ayrıca anlattı da. Hayatının değişik zamanlarında hepsini gezme fırsatı bulmuş. Takdir ettim doğrusu!

Tam zamanında kalkan feribot, öngörülen sürede de seferini tamamlayıp, yaklaşık bir saatin sonunda Mısır'ın Nuweiba limanına yanaştı. Bizim Aleks (İskenderiye'de oturuyor olduğu için ona bu adı takmaya karar verdim) -sanırım- kaptanla kurduğu -Arapça- muhabbeti ilerletip, bizi "özel" merdivenden aşağı indirtmemiş olsaydı, daha uzun süre, kapıların önündeki izdihamın boşalmasını beklemek zorunda kalacaktık, ki daha sonradan bunun yaklaşık 45 dakika sürdüğüne tanık oldum.

Feribottan ilk çıkan araçtım ve hemen çıkışta, kolunda "Tourism Police" yazan yaşlıca bir polis beni durdurdu. Bana, parmağıyla binaların doğru işaret ettiği yerde durup beklememi, daha sonra gelip yardımcı olacağını söyledi. Bu arada, George ve Aleks de çıkmış ve benim beklediğim yere gelmişlerdi. Onların da triptik işlemleri olması nedeniyle, onlarla birlikte işlemlerime başladım. Birazdan, benim "iyilik meleğim" çıkageldi ve -biraz da kırgın- bir ifadeyle "Başlamışsın!" dedi, onu beklemeden başladığıma sitem ederek. Diğerlerinin işlemlerine başlaması nedeniyle ben de işleri çabuklaştırmak için başladığımı söyleyip, gönlünü almaya çalıştım. Ne de olsa, işlerimi halledecek, kırmamalıyım. Esasen, sonunda isteyeceği "bahşiş"in miktarından da emin olamadığım için, "kolaysa, ben yaparım" düşüncesiyle başlamıştım.

FOTOGRAF: © MJJR / Wikimedia Commons / CC-BY-3.0


Bizim Bedri Efendi (adı Bedri, bu ismi -eğer aracınızla Nuweiba'dan giriş yapacaksanız- sakın unutmayın!) evrakları elimden aldı, nerelere ne kadar para yatırmam gerektiğini tek tek yazdı ve almam gereken Mısır Pound'u miktarını bildirdi (LE1,015.00). Daha sonra, gayet soğukkanlı, kendinden emin bir şekilde ve ağır hareketlerle başladı limanın içinde bir binadan öbürüne gidip gelmeye, odaların birinden çıkıp, öbürüne girmeye. Ben de peşinden tabii... Yaklaşık 2 saatte tüm işlemler bitti. Bunun içinde, aracın triptik muayeneleri (aracın şase ve motor numaralarının kontrolu), aranması (sadece bir sandıkla çok merak ettikleri "yakıt bidonu dolapları"mı açtırdılar), sigorta işlemleri, plaka ve ehliyet çıkarılması (evet, artık aracımın Mısır plakaları, benim de Mısır ehliyetim var), bunlarla ilgili onlarca evrakın doldurulması, tasdik ettirilmeleri, kayıt ettirilmeleri, fotokopilerinin çektirilme işleri ve daha neler neler. Bütün bunları benim tamamlamam herhalde -bu acemilikle- 1 tam günümü alırdı. Neyse, sonuçta plakaları da araca "iliştirdim" ve sıra vedalaşmaya geldi. Bekliyorum ki, "çocuğun adı"nı koysun, diye. Elimi uzattım, o da uzattı. Elini sıkarken çok teşekkür ettim, hala birşey yok. Sonunda dayanamayıp, bu yardımının karşılığında onun için ne yapabileceğimi sordum. "Gerek yok" dedi "yardım olsun diye yaptım". Haydaaa! Hiç yakıştı mı şimdi? Dedim ki "Yok vallahi olmaz, birşey yapayım". "Gerek yok, yardımdı". Ben de cebimden çıkarıp bir LE20.00 avucuna koydum, elini sıkar gibi yaparak; karşılığının ne kadar olduğunu o telaşta hesaplayamamıştım. Çok teşekkür edip, bol şans ve iyi yolculuklar diledi, ayrıldık. Şaşkınlığım geçip de hesapladığımda LE20.00'nin yalnızca USD3.50 cıvarına karşılık geldiğini -şaşırarak- farkettim. Ancak, bu işleri yaparken anladım ki, Mısır, bürokrasi denilen o canavarın kolları arasında bayağı eziliyor. Eğer diğer konularda da böyleyse, bu ülkede iş yapmak için herkesin bir Bedri'ye ihtiyacı var.

İki gece arka-arkaya "arabada kamp" yapıp, hele ikinci gecenin gürültüsünde sabaha kadar tavanı seyrettiğim için, kendime bir "tam" günlük dinlenme hakkı tanıdım ve 15:30'da ayrıldığım limandan istikametimi kuzeye, Nuweiba'ya doğrultup deniz kıyısında bir otel aramaya başladım. Bir-iki kuzey-güney turlamasından sonra Nuweiba'nın hemen dışında şirin bir tatil köycüğüne yerleştim. Sonradan, Sina'nın en yeşil yerinde kalmış olduğumu -şaşırarak- fark edecektim. İyi de geldi. Hem dinlendim, hem denize girdim (İstanbul'da şöminenin başında ısınmaya çalıştıklarını öğrendiğimde pek bu durumdan bahsetmedim tabii), hem de Ürdün yazımı tamamladım.

Nuweiba'daki "tatil"den sonra, çok merak ettiğim, dillere destan Sharm es-Sheikh'i, arkasından da çeşitli kaynaklarda görülmesi şiddetle tavsiye edilen Ras Mohammed Koruma Bölgesini ziyaret etmek üzere, 5 Kasım Cumartesi saat 11:00 sularında Nuweiba'dan ayrılıp güneye doğru yola çıktım.

Şarm eş-Şeyk ve Ras Mohammed Koruma Bölgesi Birçoğunuz biliyordur; ya gitmiş, ya da biryerlerde okuyup fotoğraflarını bile görmüşsünüzdür. Mısır'ın "dillere destan" tatil beldesi Şarm eş-Şeyk! "Dillere destan" kısmını -yol izilerinden de anlayabileceğiniz gibi- bulabilmek için arabayla altını üstüne getirdim ama, sonuç başarısızdı. Yüzlerce otel (daha doğrusu "resort") ve binlerce yazlığın bulunduğu, tabii insan zoruyla dikilmiş ve ayakta tutulmaya çalışılan eser sayıda ağaç ve -herhalde çok su harcanarak- yeşil kalmalarına uğraşılan -yine- kısıtlı bölgelerdeki yeşil alanın dışında, sürekli güneşin ensenizde, çöl kumunun da tabanlarınızda boza pişirdiği bir yerde tatil yapmanın benim için hiçbir cazibesi yok. İnsanlar için cazibeyi yaratan "resortlar"ın o "limitsiz açık büfe"li, mavi kocaman havuzlu, içleri klimalarla "derin dondurucu" kıvamında soğutulan, hertürlü zevke cevap veren animasyonların olduğu betondan kaleleri dışında, bana uyabilecek mütevazı bir yer için elimdeki kaynakları karıştırırken, Shark's Bay (Köpekbalığı Koyu) Kampı gözüme ilişti. Yazılı adresi, o ana kadar elde ettiğim oryantasyonla yaklaşık hedefleyip ilerlemeye başladım. Yolda, önce bir benzin istasyonuna girip sormayı denedim. Shark's Bay deyince hemen anladılar. İstikamet doğru, mesafe -onların söylediğine göre- yaklaşık 5km. Sonra da, tabii ki deniz tarafına döneceğim, sormaya gerek yok.



Yola koyuldum. Aracın odometresi 3 km'yi gösterdikten itibaren sürekli yol kenarına bakıyorum, "Shark's Bay" tabelasını kaçırmayayım diye. 3 km, 5 km, 6, 8... havaalanını geçtik ama tabela falan yok. Bu arada yolda durup sorabileceğim bir yer de yok, bir Allah'ın kulunun olduğu... Biraz ilerideki kavşakta polis noktası gördüm, durup "Keyf tarûh le Shark's Bay?" diye seslendim ("Shark's Bay'e nasıl gidilir?"). Arapça konuştuk ya, polis başladı anlatmaya. "No Arabic! No Arabic!". Olur mu canım! Biraz önce sen sormadın mı "Keyf tarûh bilmem ne" diye. Adamcağızı zar zor (yani, el-kol işaretleriyle) -aslında- Arapça bilmediğime, elimdeki kitaba bakıp da konuştuğuma ikna ettim. Allahtan, söylediklerini de elimdeki kitaba bakıp anlamamı istemedi benden. Neyse, yanındakilerle de gerekli istişarede bulunduktan sonra, Shark's Bay'in daha 2-3 km ileride olduğunu anlattı bana. Yine yola devam ediyoruz, 2, 3, 5km... yok, ben bu Shark's Bay'i bulamayacağım. En iyisi şehre dönüp kendime bir "resort" bulayım. Dönüş yolunda polislere, "yardimlari"ndan ötürü teşekkür için el sallayıp gülücükler attıktan sonra, başka bir benzinciye, daha iyi anlaşabileceğim birileri ile şansımı "son kez" denemek için girdim. İngilizce bildiğini tahmin ettiğim (hissettiğim) birkaç gence yaklaşıp derdimi söyledim. Hemen yerlerinden fırlayıp arabaya atladılar ve takip etmemi istediler. İngilizce bilmiyorlardı ama, arabayla beni Shark's Bay'e (burada ona "Şarikis Bey" diyorlar) kadar götürdüler. Hiç de zor değilmiş. Ben de bulurdum! Gençler beni bırakıp, el sallayarak uzaklaştılar.

Shark's Bay, dalma sporunu hakkıyla yapmak isteyenlerin; bu işi bilenlerin ya da doğru dürüst öğrenmek isteyenlerin rağbet ettikleri ufak bir koy. Bu koyda kurulu birkaç bungalovlu konaklama "tesisi" ile bir-iki lokanta, ufacık koyun dik yamaçlarına, birbiri üstüne sıkışmışlar. Toplasanız 20-30 bungalov ancak vardır. Akşam dalıştan dönen tekneler yanaşıp da, içindekiler boşaldıktan, eşyalarını toparlayıp koydan ayrıldıktan sonra, bungalovlarda kalanlarla çalışanlardan başka kimse olmuyor. Sessiz ve huzurlu. Akşam restoranlardan birinin (kaldığım "bungalov otel"in restoranı) barında biraz kitap okuyup, bir-iki kadeh birşeyler içmek istedim ve -tabii- barmenle muhabbete başladık. İnsan, yalnız başına seyahat ederken, konuşacak birini buldu mu sülük gibi yapışıyor; benim gibi konuşkan olmayan biri bile... Ama bu Ahmed'le (barmen ve aynı zamanda garson) durum farklı, konuşmamanız mümkün değil. Bildiği azıcık İngilizce'yi aksansız konuşmaya çalışıyor ve herkesle mutlaka muhabbet edecek birşeyler buluyor; genellikle de kendisi anlatıyor. Hayatını, nerede yaşadığını, aslında ne işle uğraştığını, orada niye çalışıyor olduğunu, Müslümanlığın neden en iyi din olduğunu, dalma sporu ile ilgili kendi geliştirdiği teorileri, turizmi, uluslarası terörizmi, herşeyi. Gelen geçen herkesle de (turist) ayak üstü kısa bir sohbeti, bir atışması, bir şakalaşması mutlaka var. Son derece güler yüzlü; daha doğrusu herşeye gülüyor. Şakaya gülüyor, ciddiye gülüyor, yanlış yapınca gülüyor, bira donmuş, ona gülüyor, patatesler dökülüyor, gülüyor...

Ahmed 27 yaşında, aslında Kahire'de oturuyor ve matematik öğretmeni. Öğretmenliği, maaşı düşük olduğu için (LE120.00/ay, yaklaşık USD21.00/ay) bırakıp, Şarm eş-Şeyk'e iş bulmaya gelmiş. Ayda 23 gün çalışıp (orada yatıp-kalkıyor) 7 gün Kahire'ye, anne ve babasının yanına dönüyor. Burada EL600.00 alıyor (yaklaşık USD105.00) ve evlenmek için para biriktiriyor. Sabahları saat 6:00'da kalkıp kahvaltı hazırlıyor, akşam en son ben ayrıldığımda saat 23:00'tü ve o hala bardaydı.

Bir gecelik Şarm eş-Şeyk ziyareti ardından Ras Muhammed (Muhammed Burnu) Koruma Bölgesi'ne doğru yola çıktım. Burası, Şarm eş-Şeyk'in 20 km güneyinde ve Sina Yarımadası'nın en güney ucunda bulunuyor. Haritada yeşil olarak gösteriliyor olduğu için, yeşillik bir yere gidiyor olduğumu sanıyordum ama, deniz kıyısında bir kum çölüne geldim. Aslında, mangrov "ormanları" olduğu belirtiliyor ama, bu "orman" bölgesi güvenlik gerekçesiyle ziyaretçilerin girişine kapatıldığı için kumda oyalanmak zorunda kaldım.

Mangrov, şekli itibariyle tam olarak akça armuduna benziyor. Tadı ise, dış kısmında hafiften mayhoş ama sulu, orta kısımlarında ise daha tatlı ve daha sulu, fakat yüzlerce çekirdekli. Bu çekirdekler biraz incir çekirdeği gibi (ama çok daha büyük) meyvenin özünde olan, yani bir elma ya da armut çekirdeği gibi ayırabileceğiniz cinsten olmayan çekirdekler. Dolayısıyla onları da yiyorsunuz, daha doğrusu yutuyosunuz.

Ras Muhammed'in koruma bölgesi olma özelliği su altı zenginliğinden kaynaklanıyor. Binlerce çeşit rengarenk balığın, renkli mercanların ve süngerlerin bulunduğu bir su altı hazinesi. Bunları avlamak, dokunmak, toplamak yasak. Bazı yerlerde dalış yapmanıza da müsaade edilmiyor. Benim tüplü dalış konusunda merakım ve bilgim olmadığı için ve maske-palet-şnorkel takımımı da yanıma almadığım için ancak yüzme gözlüğümle bir-iki "kulaç"lık dalıp çıkmalar yapabildim. Bunlar bile görülmeye değer manzaraları sunuyor insana.

Çok az olan ziyaretçilerden, aracımın duşu ile deniz tuzundan arındığımı görenler kıskanmadı değil tabii. Orada bu tür imkanlar yok çünkü.

Bugünkü programımın devamında, Ras Muhammed'den sonra, Sina Yarımadası'nın (daha doğrusu Sina Çölünün) ortalarında yer alan St. Katerina manastırını gördükten sonra, yarımadanın batı kıyısına geçmek ve Rıfat'ın (Shark's Bay'deki "otel"in sahibi) söylediği bir sürü otelden birinde kalmak var.



St. Katherina Manastırı Ras Muhammed'den St. Katherina manastırına ulaşmak için iki seçeneğim vardı. Sonuçta Sina yarımadasının en güney ucunda bulunduğuma göre, yarımadanın ortasında yer alan bir noktaya ya doğu kıyısından (ki bu, geldiğim yolu, neredeyse Nuweiba'ya kadar gerisin geriye dönmek demek), ya da batı kıyısından yukarı çıkıp, içeriye sapacaktım. Kararımı "doğru" verebilmek için, Shark's Bay'de Rıfat'a danıştım. O da batı kıyısında görülecek birşey olmadığını, üstelik yolun daha da uzun olduğunu, en iyisinin yine doğu kıyısından çıkıp, St. Katherina'yı gezdikten sonra batıya ulaşmak ve kıyıdaki o "birsürü" otelden birinde konaklamak olduğunu söyledi.

Bu arada bir uyarı! Bu yörelerde kendi başına arabayla seyahat edeceklerin, yol bulmak, güzergah belirlemek gibi konularda ellerindeki döküman ve kendi önsezilerine, yerli halkın söylediklerinden daha fazla güvenmelerini salık veririm.

Doğu kıyısından ulaşmak için izlediğim yol bana, benzin istasyonunun çok az sayıda olması ve benim, kıyı yolundan ayrılmadan yeterli yakıt ikmali yapmamam nedeniyle St. Katherina'ya kadar korkulu bir 2 saat yaşattı. Aslında yarım depo mazotum vardı ve batı kıyısına rahatlıkla ulaşabileceğimi sanıyordum ama, yol o kadar zorluydu ki, St. Katherina'ya kadar ancak yetti. Neyse ki, St.Katherina'da benzin istasyonu varmış ve rahat bir nefes aldım. Batıdan dolaşsaydım -ana yol olması nedeniyle- böyle bir problemle karşılaşmayacaktım. Her neyse! St. Katherina'ya saat 15:00 gibi vardım ve mazotumu alıp da keyfim de yerine geldikten sonra büyük bir iştahla manastır yoluna saptım. Sapakta "St. Katherina Manastırını Koruma ve Yaşatma Derneği" yararına kesilen bağış makbuzu karşılığı gerekli ödememizi de yaptıktan sonra, yaklaşık 7 km'lik yolun sonunda önce St. Katherina köyüne, daha sonra da manastırın kendisine ulaştım. Bu noktaya kadar ne bağışı alanlar, ne kontrol noktasındaki polisler, ne de köyde yol sorduklarım bana manastırın Pazar günleri ziyarete kapalı olduğunu söylediler. Böylece, manastırı gezmek ve Aleks'in ballandıra ballandıra anlattığı o ikonları görmek mümkün olamadı. Ben de manastıra kadar yürüyüp, fotoğrafını çekmekle yetindim.

Aziz Katherina Manastırı, Musa'nın On Emri aldığı söylenen 2,286 m yüksekliğindeki Sina Dağı'nın eteğinde kurulu. M.S. altıncı yüzyılda yapılan ve daha sonra iki kez onarım gören granit surların içerisinde yer alan manastır, bölgede bulunan en eski kiliselerden birisini de bünyesinde barındırıyor. Manastırdan Sina Dağı'nın zirvesine çıkış için iki güzergah var. Bunlardan birisi 3,700 basamaklı "Tövbe Merdiveni", diğeri ve çıkılması nispeten daha kolay olanı da 19. yüzyılda Mısır Hıdiv'i I. Abbas Hilmi tarafından yaptırılmış "Deve Patikası". Ben her ikisinden de çıkmadım. Ama, bu zirveye ve daha sonra da güneybatısında bulunan Katherina Dağı'na tırmanmak isteyenler genellikle geceden tırmanışa başlayıp, sabah güneşini Sina Dağı zirvesinde yakalıyor ve daha sonra da Süveyş Kanalı'ndan Arabistan ve Afrika dağlarına kadar manzarayı seyretmek için Mısır'ın en yüksek noktası olan 2,642 m yüksekliğindeki Katherina Zirvesi'ne geçiyorlarmış.



Sina Yarımadası aslında bir çöl. Ama bizim öyle "çöl" denildiğinde gözümüzün önüne geliveren uçsuz bucaksız kum çöllerinden değil. En yüksek noktası 2,642m olan sarp dağların bulunduğu bir çöl burası. Bu sarp dağların hepsi kum taşından oluşuyor ve çok hızlı bir biçimde ufalanıp kuma, o bildiğimiz çöl kumuna dönüşüyorlar. Manastıra giderken, yol boyunca, o sarp kum taşı kayalarının çöle dönüşen kendi kumlarını yırtıp çıkan ilginç görüntülerini izledim. Bu kumlar, zaman zaman yolun bir kısmını ya da tamamını kaplıyor ve yer yer geçişi zorlaştırıyor.

Hayal kırıklığı içinde manastırdan aşağıya inerken artık hava kararmaya ve ürpertici derecede serinlemeye başlamıştı. Gece orada kamp yapmak ve St. Katherina'yı ertesi günü gezmek yerine yola devam etmeyi tercih ettim. Manastır ayrımından sonra yol bozulmaya ve bol taşlı toprak yol, arabamın ve benim tüm cıvatalarımızı gevşetecek kadar sarsmaya başladı. 50-60km kadar derin ve bol virajlı bir vadide bu şekilde silkelendikten sonra yeniden asfalta kavuştuk ve hava karardığında batı kıyısına ulaştık. Batı kıyı yolu geniş, bölünmüş, rahat bir asfalt. Yol boyunca benzin istasyonları, ufak tefek marketler, büyüklü küçüklü lokantalar, kahveler var ama, hiç otel yok. Rıfat'ın kulaklarını çınlatırken, yolun rahat, vaktin de daha erken olmasından cesaret alıp Süveyş'e kadar gitmeye karar verdim, yaklaşık 190km yol...

Devam edeceğiz....



Not: Ali Eriç'in 186 günlük Afrika gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Afrika - Suriye : 1 (Başlangıç ve Halep) gezi yazısını okuyabilirsiniz.








 Yazılan Yorumlar...
NEŞE
(27 Ocak 2012)

İyilik sever Bedri herkese lazım bence....Sınırdaki işlemler bana okurken bile fenalık getirdi...Aralarda verdiğiniz güzel molalar, küçük tatiller bir sonraki etabınıza hazırlıyor sizi...Ben bile gezi programlarımı yaparken araya böyle rahatlatıcı günler koyuyorum....Teşekkürler Ali bey...

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.