Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: A.B.D. ::::: San Francisco ::::: Arabamla Dünya Turu – ABD : 3 (San Francisco - Yosemite - Death Valley)         
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
A.B.D. San Francisco 05 Ağustos 2012 29 Mayıs 2010
18 Temmuz 2010
6216 0 Ali Eriç 

 Arabamla Dünya Turu – ABD : 3 (San Francisco - Yosemite - Death Valley)
 (Genel)

ABD gezimiz devam ediyor... 18 Haziran Cuma günü, akşamın körpe saatinde, San Francisco'nun o meşhur Golden Gate Köprüsü'nden geçerek şehre girdik. Kalacağımız yer, HI-San Francisco Hostel. San Francisco'nun neredeyse göbeğindeki bu hostelde kalmak için önceden rezervasyon yaptırmak zorundaydık. Bu popüler hostel, adının hostel olmasından dolayı "ucuz konaklama" alternatifiymiş gibi görünse de, hiç de öyle değil, aslında. Kişi başı US$36.00 ödüyoruz. Yani, gecede US$72.00. Bu paraya otelde de kalınır, diyenlere söyleyeyim. San Francisco, hiç de öyle ucuz bir şehir değil., turistler için. Belirttiğim bu fiyat, diğer otel fiyatlarıyla karşılaştırdığınızda, ucuz kalıyor, gerçekten. San Francisco'da daha ucuz konaklama imkânı yok mu? Var, elbet. Ancak, şehrin en ücra ve karanlık yerlerinde kalmayı göze almalısınız.

Bir hostelden çok, asker yatakhanesini andıran HI-San Francisco Hostel'in enteresan bir hikâyesi var aslında. Hostel, San Francisco'nun Fisherman's Warf bölgesinin hemen üzerinde yer alan Fort Mason'da. Fort Mason, aslında Fisherman's Warf ve aslen tüm San Francisco Körfezi'ne hakim bu tepeyle birlikte, sahilde Golden Gate Köprüsü'ne kadarki bölgeye verilen ad. Fort Mason'ın tarihi İç Savaş yıllarına kadar dayanıyor. 1864'te geçici bir karakol olarak inşa edilen bu yerleşke, daha sonra kalıcı bir garnizona dönüşmüş. Bu hakim tepenin çevresi duvarla örülmüş, içerisine komutanlık binaları, subay lojmanları, asker yatakhaneleri v.s. binalar yapılmış. Sahile muazzam depolar, atölyeler ve iskeleler kurulmuş. Garnizon, en önemli görevini 2. Dünya Savaşı sırasında icra etmiş. Pasifik ikmal merkezi olarak görev yapan garnizondan savaş boyunca milyonlarca asker ve on milyonlarca ton mühimmat sevkiyatı gerçekleştirilmiş. Tahmin edeceğiniz gibi, asker yatakhanesi olarak kullanılan bizim hostel binası, daha sonralarda, önce Kore, sonra da Vietnam savaşı sırasında hastane ve rehabilitasyon merkezi olarak hizmet görmüş. Yani, yukarıda asker yatakhanesi gibi, derken, hiç de abartmıyordum. Şimdi ise, burası, Golden Gate Ulusal Eğlence Bölgesi olarak adlandırılıyor ve, özellikle sahildeki binalar, spor ve kültür etkinlikleri ve eğitimi amacıyla kullanılıyor. Tepedeki garnizon binaları ise, hostel, kültür merkezi v.s. şekline dönüştürülmüş. Lojmanların bir kısmı ise halâ askeri lojman görevini sürdürmekte.
HI-San Francisco Hostel ve 24 yataklı odamızın görüntüsü...
İlk gece Alican'la felekten bir gün çalacağız. Hayır, yanlış anlamayın! Güzel bir yemekten bahsediyorum. San Francisco'nun en civcivli yerine gidip, deniz mahsulleri yemek var planımızda. Bahsettiğim yer, sahildeki Fisherman's Warf. Ben sıcak, Alican da soğuk karışık deniz mahsulleri tabağı istedik. Bir porsiyon da istiridye, ayrıca... Hayatımda ilk defa çiğ istiridye yedim, böylece. Tabaklar öyle büyük ve dolu ki, hiç yapmadığım bir şeyi yapıp, yarım bırakmak zorunda kaldım. İkimize bir tabak, bizi rahatlıkla doyururmuş, aslında.
Yemek yediğimiz mekan...
Yarım tabağa rağmen, kendimden iki adım önümde giden göbeğimle, San Francisco'nun dik yokuşlarını, alnımda biriken damlalar ve ıkına sıkına çıkarken, bir yanlışlık yapıp, Girardelli'nin önünden geçmek gafletinde bulunduk. İçeriden gelen dayanılmaz çikolata kokularına direnmek faydasız. Biz de direnemedik zaten. İçeri girip, gözümüze kestirdiğimiz kup çeşitlerinden birer tane aldık ve Girardelli'nin "hazmettirici" lezzetinin tadına baktık.

"Girardelli kim?" diye soracak olanlara... İtalyan çikolata gurusu Domigno Girardelli'nin kurduğu fabrika. Italya'da başlayan ve kısa süren hikayesi, önce Uruguay, sonra da Peru'da devam ediyor. San Francisco'ya taşınması, Peru'daki komşusunun San Francisco'ya gelirken yanında getirdiği Girardelli çikolatalarının çok beğenilmesinden sonra oluyor. ...ve, Amerika'nın ikinci çikolata markasını kuruyor, 1852'de. 1960'larda ilk el değiştirmesini yaşayan marka, şimdi İsviçreli Lindt & Sprüngli'nin sahipliğinde hayatına devam etmekte.
Müzik şenliğinden kareler...
Gece -yanılmıyorsam- 24 kişilik koğuşumuzdaki ranzamızda, Alican'la altlı-üstlü yatarken, yemeğin ağırlığı umurumda bile değildi; uyurken sindirmişimdir. Ertesi günümüzü, şehrin bir kısmını arabayla, bir kısmını da yürüyerek gezmekle geçirdik. Arabayla dolaşırken rastladığımız Washington Meydanı'ndaki müzik şenliğine gittik, Fisherman's Warf ve The Embarcadero'da yürüdük. Pazar sabahı, bir gün önce yollarda görüp de imrendiğimiz, saatin geç olması yüzünden kiralayamadığımız üç tekerlekli motosiklet-arabacıklardan kiralayıp gezeceğiz şehri, bir de. Sarı renkteki bu böceklerden istediğiniz süreyle kiralıyorsunuz. Size verilen haritada gösterilen rotalardan birisini takip edecek olursanız, rota üzerindeki önemli/turistik yerlerle ilgili, araçtaki radyonun hafızasında yüklü bilgileri de bir yandan dinleyebiliyorsunuz. Aracın gürültüsü yanında, trafik gürültüsü de olduğu için, radyonun sesini sonuna kadar açıyorsunuz, belki anlatılanları duyabilirim ümidiyle. Böylece sokaklarda, hani eskiden bizde kamyonetle gezip, patlıcan-biber-domates satan, sattığını da megafonla dünyaya haykıran seyyar manavlar gibi dolaşıyorsunuz. İşin manavlık kısmı değil ama, kaba etleriniz asfalta sürtünürcesine yere yakın giden, üstü açık bu küçücük yaratıklarla şehrin sokaklarında gezinmek çok ilginç gelmişti, ikimize de. Biz de, kiraladık, tabii. Çok da eğlendik; hele Alican... Hep o kullandı da...
SanFrancisco Sokaklarından...
Pier 17...
Unutmadan söyleyeyim! San Francisco'da bu zımbırtılarla dolaşmanın bir kuralı var. Verilen rotaların dışına çıkabilirsiniz tabii. Ancak, sakın ha, o meşhur yokuşlara girmeye kalkmayın. Yoksa, en iyi ihtimalle, yolcu olanınız yoluna, tepenin üstüne kadar yaya olarak devam etmek zorunda kalır. Kötü ihtimalle de, ikiniz birden inip sarı kızı itiyor olmanın utancını yaşarsınız.
Meşhur Golden Gate Köprüsü ve Exploratorium...
Gün batımında Alcatraz Hapishanesi...
Reno, Yosemite, Death Valley Pazartesi San Francisco'dan ayrıldık. Biliyorum, 2 gün San Francisco'nun neyine yeter ama, Alican'la yapmamız gereken uzun bir yol, görmemiz gereken çok yer var. Yolumuz Reno'ya doğru. Gece orada kalacağız.

Reno'da, Alican'ın anneannesinin gençlik arkadaşı Hildrut'a uğrayacağız akşam. Yemeğe davetliyiz. Yıllar önce, daha Alican doğmadan, Türkiye'yi bir ziyaretinde İstanbul'da evimize ziyarete gelmişlerdi, annesiyle. Onun bir iade-i ziyareti olacak bu. Hem onun gönlünü almak, hem Melihanım'ı (kayınvaldem) mutlu etmek için, biraz da... Reno da, Las Vegas gibi Amerika'nın kumar merkezlerinden. her ne kadar onunla boy ölçüşmesi mümkün değilse de, yine de sabaha kadar makinelerin ve kumar masalarının başında yaşayan bir şehir. Las Vegas gibi burada da, kumarhane-otellerde kalmanız için, neredeyse üstüne para ödeyecekler. Son derece lüks oteller, neredeyse bedava fiyatına.
Hildrut'la, yıllar sonra...
Reno'dan sonra sırada Yosemite Ulusal Parkı var. Bir gece kalacağımız parkta kalacak yer yok. Akın halinde parkın yollarını işgal eden arabalar, yol kenarlarında, yürüyüş yollarında ellerinde batonları, sırtlarında çantaları ile yürüyenler, karavanlarda bunalan köpeklerini gezdirenler, ziyaretçi merkezlerinin yanındaki hediyelik eşya satış dükkânlarını yağmalayanlar, kafelerin önünde kuyruk oluşturanlar... ve biz. Bu konvoya katılıp, parkı taşırmakta katkımız, çorbada tuzumuz bulunsun diye konvoya katılıyoruz.
Yosemite Milli Parkından İlk Gün Kareleri...
Gece kalacak yer olmadığı için, Yosemite Köyü'nün otoparkındaki yüzlerce arabanın arasında, bir ağaç altında, kendimize sığınacak bir yer buluyoruz. Buralarda, öyle otoparkta yatmak falan, genel adaba aykırı sayıldığı için, bu gece sığıntı vaziyetindeyiz. Arabanın kuytusuna kurduğumuz masada Alican yemeği yaparken, ben de onunla gevezelik ediyorum, bir yandan. Gündüzün bunaltıcı sıcağından eser kalmamış; limonata gibi bir hava var. Geç vakit yattığımız çadırdan, sabah başımı dışarıya uzattığımda, otoparka sığınanın bir tek biz olmadığımızı fark ettim. Mahmur gözlerle arabalarından gerinerek çıkan o kadar çok insan var ki...
Kurtarma Operasyonundan Kareler...
Parktaki ikinci günümüzde, nefes kesen bir kurtarma operasyonuna tanıklık edip, bu inanılmaz olayı size fotoğraflarıyla -biraz geç de olsa- aktarmayı, acar gazeteciliğin gereği, bir görev bildik. Parkın içerisinde arabayla gezinirken, birçok güvenlik aracının, ambulans ve itfaiyenin yol kenarına parkettiğini, yolun bir kısmının trafiğe kapatıldığını, meraklılar ordusunun yol kenarına yığıldığını görünce, bu eşsiz fırsatı kaçırmamak için biz de kafiledeki yerimizi aldık. Çevredeki insanlardan aldığımız istihbarat sonucu (her ne kadar ifadelerde yer yer çelişkiler varsa da) anladık ki Columbia Kayası'na izinsiz olarak tırmanmaya çalışan iki dağcı, mahsur kaldıkları yerden kurtarılmaya çalışılıyormuş. Bazılarının söylediğine göre, kurtarıldıktan sonra tutuklanacaklarmış. Havalanan helikopterin ardından gelişmeleri seyrederken, densizin birisi olayın mizansen, aslında bunun bir film seti olduğunu söyledi. Bunun doğru olmadığını bilsek de, helikopterin havalandığı noktada bulunan kamera bizi kuşkulandırmadı da değil. Durumun ciddiyetinin farkındaydık ama, asistanımı gerçeği öğrenmesi için, bölgenin emniyetini sağlamakla görevli ranger'a gönderdim. Sonuç, hayal kırıklığı. Tatbikatmış. Ama, insanların inanmak istedikleri hikâyeleri uydurmak, sonra da kendi uydurdukları hikâyelere kendileri -gerçekten- inanmak konusunda ne kadar hevesli ve hazır olduklarını görmek de enteresandı, doğrusu.
Yosemite Milli Parkından İkinci Gün Kareleri...
Yosemite ve diğer meşhur parklar (Yellowstone, Grand Canyon v.s.), turistlerin bir Batı Amerika seyahati yapıp da, gitmeden edemedikleri yerlerdir. Herkes o kadar çok gitmiştir, bu yerler o kadar çok methedilmiştir, insanlar gitmeleri konusunda o kadar çok pompalanmıştır ki, Batı Amerika'ya gidip de, buraları görmeden gelenlere kötü gözle bakılır, cemiyetten dışlanır, aforoz edilir olmuştur. Halbuki, her giden bu parkları görmeli, arabalarıyla yollarda konvoy oluşturan binlerce turistin arasındaki yerlerini almalı, fotoğraf çekilecekler listesindeki yerlerde kuyruğa girip, gerekli fotoğraf çekme farizesini yerine getirdikten sonra, beklemeden yerini kendinden sonra sabırsızlıkla sırasını bekleyen kuyruktaki bir diğerine devretmeli, evine döndüğünde bu çektiği fotoğrafları dostlarına gösterirken koltukları kabararak ve böbürlenerek hikayesini de anlatmalıdır. İşte, biz de bu şartlanmışlar ordusuna katıldık, ne yapalım.
Death Valley'de "deniz seviyesi...
Sırada, yazın bu deli sıcaklarında çok daha az tercih edilen bir yer var; Death Valley (Ölüm Vadisi). Amerika tarihinde -ve batı yarımkürede- ölçülmüş en yüksek hava sıcaklığıyla (56.7°C, 1913 yılında ölçülmüş) tarihteki haklı yerini alan Death Valley... Bakalım, biz de bu sıcaklığı ölçebilecek miyiz? Aslında tarih itibariyle, hiç de zor görünmüyor. Tarih 23 Haziran Death Valley'in en sıcak günlerini yaşadığı zamanlar. Beni en çok düşündüren, zaten sürekli gözümün üzerinde olduğu ve her an -yine- bir sorun çıkartacağından korktuğum motor soğutma sistemi. Bir de, Vancouver'da arabayı alır almaz eskisini atıp da monte ettiğim klima evaporatörü... Yeniden gaz doldurttuğum Seattle'dan beri sürekli kaçak yapıyor. Seattle'a sonradan -yeniden- gittiğimde kaçağın yerini tam tespit edemeyip, eksilen gazı tamamlamışlardı. Ancak, gaz kaçağı devam etmekte ve -tabii- klima gerektiği gibi soğutamamakta. Böylece, Moğolistan'da Gobi Çölü'ne girmeden ilk arızasını yapan klima, belki de bu seyahatte en çok gerekli olacağı ikinci yerde de gerektiği gibi çalışmayarak, arabaya monte edilme amacını yerine getiremeyecek. Ne yapalım, kader!
Golden Canyon...
O gece hava kararmaya başladığında, Death Valley çanağının dibine doğru inmeye başlamıştık. Gecenin güzel haberi, gökyüzünde tabak gibi dolunayın her yeri aydınlatıyor olması. Aslında, ay olmasaydı da, Alican'a hayatında şimdiye kadar görebildiği en kalabalık gökyüzünü gösterebilseydim. Milyarlarca ışık tozunun serpildiği kubbeyi... ...ve hatta, yıldızların dünyayı nasıl aydınlattığına da şahit olabilseydi, çocuk. Neyse!

Çanağın dibinde, deniz seviyesindeyiz, yaklaşık olarak. Kumul tepelerinin yakınındaki otoparka çekip, çadırı açtık, saat 21:30 sularında. İskemleleri ve masayı da açıp, uzun uzun muhabbet ettik baba-oğul, buzdolabından çıkardığımız "buzzz" gibi biralarımızı içerken...
Devil's Golf Course...
Gecenin köründe bile hava sıcaklığının halâ 38°C. Çadırın her iki tarafındaki "kapısını" açıp, hava koridoru oluşturmaya çalışıyoruz ama, koridordan gelip-geçen yok. Ben uyudum da, Alican hayatında ilk kez, daha hava aydınlanırken uyandı (ya da, hiç uyumadı). Bu fırsatı değerlendirmek için de, fotoğraf makinesini kapıp, kumul tepelerine doğru yürüdü, gün doğuşunu yakalamak üzere.

Dayanabildiğimiz kadar Death Valley'in içerisinde dolaştık. Golden Canyon, Artist Palette, Devil's Golf Course (Şeytanın Golf Sahası) v.s. Şeytanın Golf Sahası ibaresini görünce çok şaşırdım başta. "Ne yani," dedim, kendi kendime, "Bu cehennemde golf sahası mı kurmuş bu adamlar?". Golf sahası kendi kendine oluşmuş. Cehennemde golf oynamak da ancak şeytanın işidir, diye bu adı vermişler herhalde. Kuru göl yatağının dibinde biriken tuz, yer yer golf topunu da andıran şekillerde kuruyup, ilginç bir yüzey oluşturmuş. Tuz oluşumlarının o kadar sivri ve keskin uçları var ve o denli engebeli sert bir yüzey oluşturmuşlar ki, bir taraflarınızı kesmeden ve ayak bileklerinizi burkmadan yürümeniz neredeyse imkânsız.
Devil's Golf Course...
Vadinin belki de en ilginç noktasındayız; Bad Water Basin (Kötü Su Çanağı). Burası, deniz seviyesinden 85.5m aşağıda. Yani, rakım -85.5m. Kuzey Amerika kıtasının en alçak noktası. Dünya sıralamasında, bu özelliği nedeniyle oldukça aşağılarda yer alıyor, tabii. Malûmunuz, dünyanın en alçak noktası, deniz seviyesinden 423m daha aşağıda bulunan Ürdün'ün güneyindeki Lût Gölü (ya da Ölü Deniz, Dead Sea). Dünyanın "en"lerini keşfettiğim seyahatlerimde bu sefer de sizler için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak, Kuzey Amerika'nın en derin yerini keşfediyoruz, işte. Buyrun!

Vadinin en çukur yerine bu adın (Bad Water Basin, Kötü Su Çanağı) verilmesinin nedeni şöyle açıklanıyordu, ziyaretçi merkezindeki yazıda. Zamanında, bölgenin haritasını çıkartmaya gelen topoğraf, geldiği bu noktada bulabildiği suyun tadına bakıp, içilemeyecek derecede tuzlu olduğunu görünce, hazırladığı haritada bu noktaya, "kötü su kaynağı" olduğunu belirtmek için "Bad Water" ibaresi düşmüş. Buranın da adı o günden beri Bad Water Basin diye anılır olmuş. Hayırlısı!

...ve bu kadar dayanıp, vadiden çıkmak üzere dik ve virajlı yolları tırmanmaya başlıyoruz. Lando, o sıcakta ve dik rampada zorlanıyor, haliyle. Korkumdan, sık sık durup, soğutma suyu seviyesini kontrol ediyor ve motor hararetini düşürüyorum.

Las Vegas'ta görüşmek üzere...



Not: Ali Eriç'in "Arabamla Dünya Turu" gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu - Türkiye (Başlangıç - Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz.








 Yazılan Yorumlar...
  Henüz Yorum Yazılmamıştır
 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.