Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Yunanistan ::::: Sakız ::::: Sakız Adası 3 (Son) Bin Yıllık Nea Moni Manastırı ve Ötesi        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Yunanistan Sakız 26 Kasım 2012 12 Eylül 2012
17 Eylül 2012
7474 4 NEŞE 

 Sakız Adası 3 (Son) Bin Yıllık Nea Moni Manastırı ve Ötesi
 (Genel)

Bugün program yüklü, Sakız merkezden, önce tam batıya, UNESCO listesindeki Nea Moni manastırına gideceğiz, sonra yine trajik bir köy olan Anavatos u keşfedip, tekrar Sakız merkez yolu ile kuzey köylerine çıkacağız doğu kıyısı boyunca.

Sakız merkezden ayrılır ayrılmaz, mahalle içlerinden yükselmeye başlıyoruz, ev hanımlarının alış-verişe merkeze inme zorluğunu düşünen sebze-meyveciler, kamyonetlerle dolaşıyor bu yokuş mahalleri. "Frutas, Frutas" diye bağırıyorlar... Birden sağ tarafta bir minare gölgesi görür gibi oluyorum, evet işte ta kendisi, şehir merkezinde arayıp bulamadığım ve kaynaklarda yerinden bahsedilmeyen "Frangomahala camii" bu olmalı. Frenk Mahallesi Camii bugün Arkeoloji müzesinin deposu olarak kullanılıyor.

 Nea Moni...

 

İyice yükselip, tepemizdeki dağın arka yamacına geçiyoruz ve yangın bölgesi kendini gösteriyor yine. Yazık çok yazık, etrafta ne varsa karanlıklar içinde. Sol tarafta manastırın yolunu gösteren tabeladan sapmamızla yol biraz daha daralıyor ve hafif bir inişle bir vadinin tabanına doğru alçalıyoruz. Yangın her yerde, sağda solda canlı bir şey kalmamış ama tam da Nea Moni sınırında durmuş alevler. Yoksa manastırın kuruluş efsanesi tekrar mı ediyor?

 Nea Moni Çan Kulesi...
 
Bin yıl önce üç keşiş bir mağarada çile doldururlarken dağda bir yangın çıkıyor, yangını takip eden keşişler bir çalıya asılmış güzel bir ikona buluyorlar: Meryem, ama kucağında bebek İsa olmayan değişik bir Meryem...Yangın da tam bu çalının, ikonanın olduğu yerde sönüyor. Çok etkilenen üç keşiş, o sırada komşu ada Midilli de sürgünde olan senatör Monomachos a koşarlar ve olayın hayırlı bir işe işaret ettiğini ve yakında imparator olacağını söylerler. Gerçekten de iki yıl sonra IX.Konstantin Monomachos adı ile imparator olan senatör, meşhur eşi Zoe ile birlikte, tam bu ikonanın bulunduğu yerde, manastırın yapılmasını buyurur.
 



Biraz sanat tarihi ile ilgisi, ilişkisi olanlar bu meşhur imparator çiftini Ayasofya daki mozaiklerinden hatırlayacaklardır. Zoe=hayat, şöhretli bir hanım ve kocaları değiştikçe Ayasofya daki mozaikte İmparatorların baş kısımları değiştiriliyor. Tarihin dedikodulu sayfalarına dalmaktan bize bir zarar gelmez diyelim... Zoe, aslında bir imparator kızı ama 50 yaşına kadar evlenmiyor, babası, Zoe nin evliliğinden bir yıl sonra ölünce, Zoe nin birinci eşi olan Romanos tahta çıkar (yaş farkları 20 yaş). Zoe, Romanos a ancak altı yıl dayanır, imparator bir hamam kazasında (?) ölünce, ikinci eşi genç Mikael ile yine evlilik yolu görünür. Mikael bir yıl sonra hastalanıp ölür ve bizim "Hayat hanım" bir müddet sonra ,64 yaşında, senatör Monomachos ile üçüncü resmi nikahı kıyar, arada kaç tane gayrı-resmi var, o iş meçhul...64 yaşındaki gelin hanım, düğünde gelinlik giymeyi de ihmal etmez. Ünlü tarihçi ve politikacı Psellos, Zoe nin o yaşta, yüzünde hiç kırışıklık olmadığını ve sarayda bir güzellik laboratuarı kurduğunu anlatır.

 

 
 

 Baş Melek Mikael...


Bu kadar dedikodudan sonra,17.000 metrekare arazisi surla çevrili Nea Moni ye girelim ama girerken de şortları, askılı bluz ve mini etekleri değiştirelim, veya kapıda verilen peştemalları bele veya omuzlara saralım...1049 Yılında Monomachos ve Zoe nin ilk yapıları yaptırdıkları yıllarda Bizans sanatı" orta Bizans" devrini yaşıyor ve Makedonya sülalesi tam bir Rönesans ortamı yaşatıyorlar sanatçılara o devirde...Manastırın yapılması ile birlikte, İmparator ,altın bir mühürle damgalanmış bir ferman gönderir ve Sakız adasındaki tüm Yahudilerden toplanan vergileri manastıra bağışlar. Ana kilise, iki küçük kilise, sarnıç, yemek salonu, tören salonu ve hücrelerden oluşan bir kompleks yapı şeklindeki manastır, mozaikleri ile meşhur. Yunanistan sınırları içindeki üç önemli mozaikli yapıdan biri. UNESCO nun koruması altındaki bu önemli yapı çok acı tarihi olaylara da şahit olmuş...Osmanlı devrinde doğrudan İstanbul patriğine bağlı olduğu için çok gelişmiş ama 1822 deki bağımsızlık isyanında çok büyük yara almış. Bu tatsız olaylarda kim yaptı, neden yaptı, kim haklı tartışmaları beni de çok üzüyor ama müzedeki raflarda dizilen kafataslarını da görmezden gelemeyiz. Acı olayın komşu adalardaki Venedik ajanları tarafından kışkırtılan gençlerin Osmanlı memurlarına saldırmaları ile başladığı ve Osmanlının cevabının çok ağır olduğu yazılı tarihlerde. Ortalık yanmış, yıkılmış bir haldeyken kaçan siviller de manastıra sığınıyor ve buradaki 600 keşişle birlikte ölüyor. Acı olayın günümüze gelen kalıntıları karşımda cam dolapların içinde...Dizi dizi kafatasları...Canım fotoğraf bile çekmek istemiyor, biran önce dışarıya çıkmak iyi olacak..


 

 



 Anavatos...

Çan kulesi çok heybetli,1881 deki deprem tüm yapıya ve kuleye zarar veriyor ama 1900 lerde iyice tamir ediliyor. Mozaiklerde tam devrin modasına ve başkent İstanbul üslubuna uygun olarak altın zemin çok kullanılmış, Vaftiz, göğe çıkış, mucizeler ve baş melekler çok gerçekçi bir anlatımla bize sunulmuş. Elimde notlarım, gözüm mozaiklerde detayları inceliyorum... Arkadaşları daha fazla bekletmeyelim, selviler arasından geçerek arabamıza dönelim.




 



Anavatos'a Çıkış...


Anavatos a 13-14 km. yolumuz var, virajlar devam ediyor, adanın batı kıyılarına doğru bir geçiş yaparak uzaktan Avgonyma köyünü görüyoruz, yamaca yaslanmış, kıyıyı görebilen ama kıyıdan uzak bir labirent köy daha...Yol darlaşıyor, yılan gibi kıvrıla kıvrıla 300-400 mt. yükseliyoruz ve karşımıza çıkan kaya kütlesi ile şaşırıyoruz. İşte Anavatos ! Yunanca kelime anlamı "erişilmez". Gerçekten karşımızda erişilmesi çok zor olan bir kayanın tepesinde, terkedilmiş bir hayalet köy duruyor. Asfalt ama dar yol, park yerine kadar ulaşıyor. Tam o noktada halen kullanılan bir kilise, 2 ev ve bir kahve var. Anavatos a giriş sadece tek bir yoldan, bizim giriş yaptığımız noktadan çünkü üç tarafı uçurumlarla çevrili bir dağ köyü...Görüldüğü kadarı ile bir restorasyon başlamış ama yarım kalmış, yine de harabe köyün ortasından yukarılara doğru çıkan gezinti yoluna şükretmek gerek, aksi halde buraya tırmanmak çok zor olurdu.


Yeldeğirmenleri...


Hikaye hazin,1822 deki isyanda, köy halkından 400 kişi Osmanlı nın eline geçmemek için bu uçurumlara atıyorlar kendilerini...1822 isyanı, bağımsızlığı kazanma açısından sonuç verdi mi diye sorarsanız, ben de size diyeceğim ki, Sakız adası 1912 ye kadar Osmanlı nın olmaya devam etti...İşte bu hayalet şehir o zamandan beri boş,1881 depremi de yapılara ikinci darbeyi vurunca hepten terk ediliyor. En tepede alımlı bir yapı var, taç gibi yükseliyor harap evler arasından, birkaç kilise de belli oluyor apsislerinden. Üç taraf uçurum, yaklaşıp bakmak bile baş döndürüyor.

Politik ve sosyal çekişmelerin verdiği zararları gözlerimizle gördükten sonra komşu ile aramızda birkaç yıldan beri süren ılıman ilişkilere seviniyoruz doğrusu, gerginlik herkese zararlı...

 

 





Mersinidou Manastırı ve Haç...


Sakız merkez yolu ile öğlen yemeği molamıza doğru yol alıyoruz, doğu kıyısına dağlardan da geçebilirdik ama "en kısa yol, bilinen yoldur" düsturu ile hareket ediyoruz, belki de asfalt olmayan dağ yollarına girmekten çekiniyoruz.



 



Halk bahçesinin üst köşesinde Melik paşa çeşmesinin yanından kıvrılıp sahilden devam ediyoruz, işte şimdi devlet hastanesi...Önündeki kalabalık bizim hastaneleri aratmıyor. İlk molayı, şehrin hemen dışında "Yeldeğirmenleri" mevkiinde veriyoruz. Tambakika=Tabakhaneler semtindeyiz. Sahilde, kartpostallarda görülen güzellikte 4 tane yel değirmeni var.



 



Tabakhanelerin taş yapıları da yolun arka tarafında görülüyor. Bu değirmenler Tabakhanelere gereken enerjiyi sağlıyormuş yıllar önce...Manzaraya karşı birer kahve içelim diyoruz ama kahveci dükkanı kapatıp gitmiş, ara ki bulasın. Tabakhanelere acele bir şeyler yetiştirmediğimize göre yavaş yavaş ayrılabiliriz buradan.




 





Pantoukios Koyu...


İki gün önce belediye otobüsü ile geldiğimiz Vrontados ve Daskalopetra köylerini geçip Mersinidiou manastırına geliyoruz. Rüzgarlı bir burnun ucuna Anadoluya karşı dev bir Haç "Ben buradayım" diyor. Avluya girebiliyoruz ancak, genç papaz "kapatıyoruz" işareti yapıyor. Manastır ve kiliseler de öğle tatili yapıyorlar..



 



Beyleri memnun edecek öğle yemeği molasını Pantoukios koyunda veriyoruz. Yazılarını zevkle okuduğum Meriç Köyatası bir yazısında buradan bahsetmişti ve "kaçırmayın" demişti. Minicik koyda 2-3 ev, balıkçı sandalları bir de Lefteris in tavernası var. Tam bize göre. Çarşaf gibi denizin kıyısında masayı donatıyoruz, sardalyalar, dolmalar, karidesli makarnalar, şarabımız, uzomuz, ziyafet hazır...Bu zevki ve keyfi, indirimli gelen hesap da tamamlıyor, altı kişi 65 € hesap nerede görülmüş?



Güzelliklerin arasından bir başka güzellik kafasını uzatıyor, Pantoukios koyunda bembeyaz bir "Van" kedisi...ne sürpriz! Van nire, Pantoukios nire kimbilir nasıl geldi bu kedi ta Vandan bu adaya, keşke hikayesini anlatabilse.


Hagios İsidoros Şapeli...

Bu Lefteris alem adam, bir kelime İngilizce konuşamıyor ama herşey yolunda...İki gün sonra Lefteris e karşı komşumuz Reçelci Rena nın dükkanında rastlıyoruz, sanki 40 yıllık dost gibi kucaklaşıyoruz, kaşla göz arasında Lefteris bizim Rena ya bir şeyler söylüyor ve raftan aldığı 3 kavanoz reçeli bize hediye ediyor, her aileye bir reçel...Ne kibarlık!!!! Şahane öğle yemeğinin ardından Doblomuzda mayoları giyip Pantoukios sularına kendimizi bırakıyoruz. Pantoukios dan çıkar çıkmaz tam virajdan sağa bir yol giriyor, kaçırmamamız lazım, google earth den ezberledim. İnce bir yarımadanın burnunda müthiş güzellikteki Hagios İsidoros şapelini buluyoruz. Şapel kapalı, sanat yönünden bir özelliği yok ama manzara müthiş, takvim sayfası olacak güzellikte bir minik şapel. Bir de tarihi bir kerteriz noktası oluşu açısından önemli, Piyale Paşa 1566 da donanmayı buradaki burnun ucuna yayıyor ve Giustiniani ye haber gönderiyor "Tez gelsin, vergiyi ödesin!"





Lagada Sahili...


Kahve molamızı Lagada da veriyoruz. Burası biraz daha turistik bir yazlık köy, Güzel evler, güzel tavernalar sahile dizilmiş, bir de şirin bir dere akıyor yan taraftan, kıyısına balıkçı sandalları dizilmiş, üstünde ilginç bir köprü var tam denize kavuştuğu yerde.




 



Lagada'nın dar sokakları...


Daha ilerde, Kardamyla köyü yamaçta çınarlar altındaki meydanı ile biraz hüzünlü, çünkü sahildeki Marmaro iskelesi biraz rol çalmış gibi. Herkes deniz kenarında, içerdeki sakin köyü pek umursamıyorlar sanki.



 



Aynı yoldan dönüyoruz Sakız kasabasına, bu kadar gezme, gitme, gelme, tüm gün 80 km. civarında yol yapmışız.



 



Akşam yemeğini Reçelci dostumuz Rena nın tavsiyesi olan,şehrin dışında Karfas turistik bölgesindeki To Bahari=baharat tavernasında yemeğe karar veriyoruz. Hava karardı, bu bölgenin planı da yok, arkadaşlar "garanti kayboluruz" diyerek beni kışkırtıyorlar, elimizde minicik bir kart ve kroki var yalnızca. Neyse, hiç yanlış yapmadan kaptan sağ-salim getiriyor yine tavernanın önüne dostları. İçeri giriyoruz ama sağda 20 kişilik bir büyük masa ve diğer masalar hep rezerve, "Rena tavsiye etti" diyorum, "Oooo, o zaman yer var, zaten biraz sonra kendisi de yandaki büyük masaya doğum günü yemeğine davetli, gelecek" diyorlar.




 



Lagada dere boyu...


Yerleşiyoruz, lezzetli güzellikler ile masamızı donatıyoruz...Davetliler gayet şık bir şekilde yandaki büyük masaya teşrif etmeye başlıyorlar. Neşeli ve orta yaşlı grup Sakız sosyetesinden anlaşılan. Biraz sonra bizim Rena da çok şık vaziyette eşi ile birlikte içeri giriyor, bizi görünce bir tezahürat başlıyor, bizleri hemen dostları ile tanıştırıyor, fabrikatörler, armatörler, hanımlar çok şık, saçlar yapılı... Böylece biz de Sakız sosyetesinde bir muhit yapmış oluyoruz (!) Yemek boyunca ara ara yanımıza gelen Rena hatırımızı soruyor ve güzel gecenin sonunda ,masamıza kocaman bir kayık tabakta çeşit reçellerle süslenmiş lezzetli bir yoğurt gönderiyor...Reçel kraliçesi yaptı yine yapacağını...




 



Batı kıyılarında Limnia...


Sakızdaki son günümüzde planımız komşu Oinousses adasına günübirlik bir gezi yapmaktı. Ama Eylül ortasında, aynı günde adaya gidiş ve dönüşün mümkün olmadığını öğreniyorum. Durum böyle olunca Doblomuzu bir gün daha tutmayı ve Volissos bölgesine gitmeye karar veriyoruz. Sakız kasabasının dışından, Vrontados içinden öyle bir yükselmeye başlıyoruz ki. Sanki uçaktayız, virajların tümü "U" şeklinde hem de ara vermeden. Adayı en dar yerinden kesen dağların tepelerine çıkıp, arka tarafa geçiyoruz. Şimdi yine batıdayız.




 





Volissos Kalesi ve dar sokakları...


Volissos ,uzaklardan gözüken kalesi ile dikkat çekiyor. Yurttaşımız, üstadımız Homeros bu köyde çok dolaşmış, dersler vermiş, bir müddet yaşamış...Kapsamlı bir tur yapıyoruz köyde ama tepedeki kaleye hiç birimiz çıkmaya cesaret edemiyoruz. Dar sokaklarda bazı taş evler çok güzel restore edilmiş, bazıları harap, yaseminler, sardunyalar her yerde, kokuları sokakları sarmış.



 



Öğle yemeği molamızı Limnos plajındaki tek tavernada veriyoruz, hesap bildik limitlerde, üç aşağı beş yukarı aynı geliyor. Yemek sonrası 4 km. uzaktaki Hagia Markela manastırına gidip, adanın koruyucusu Azize yi ziyaret ediyoruz...Deniz kıyısında büyükçe bir manastır, güzel ve yeşil bir avlu...


Hagia Markela Manastırı...


Tırmandığımız müthiş virajları manzara seyrederek inmek tabii daha keyifli oluyor. Karşımızda Çeşme kıyılarının beyaz betonları, rüzgar santralları, ufukta masmavi deniz, aşağıda güzelim Sakız limanı, bir uçak gibi süzülüyoruz.

 


Sakız'dan Çeşmeye bakış...





Sakız Limanı...


Güzel Egenin başka adalarında mavi denize kavuşmak dileği ile CHİOS'a elveda...



 













 Yazılan Yorumlar...
Şükran Şahin
(17 Mart 2015)

Neşe hanım, 26 -30 Mart arasında Alaçatı ot festivali ve Sakız gezimize her zamanki gibi gezialemi sitesi ve sizin
"Sakız adası "yazınız ilham olacak. Teşekkürler, umarım bi gezilerde yollarımız kesişir.

NEŞE
(27 Kasım 2012)

Sevgili dostlar,çok teşekkürler, bizim kıyılarda tatil yapmak artık çok pahalı oldu, yeme-içme fiyatları da malum...Adalar halkı bizi seviyor, bizlerin harcamaları ile güzel para kazanıyorlar, farkındaysanız çok turistik adalara, Santorini, Mykonos a hevesim yok, geleneklerini bozmayan adaları seviyorum. Sevgili Hakan sen İzmirli olduğuna göre köklerin zaten Ege de, buralar sana hep akraba....teşekkürler...

setenay süzer
(27 Kasım 2012)

Bir gezi için ancak bu kadar güzel hazırlanılır ,gidilen yer, ancak böylesi güzel gezilir ve sonuçta okuyanların ağızlarını sulandıra,sulandıra bu kadar güzel anlatılır.Emeğinize yüreğinize sağlık Neşe Hanım,bayıldım yine .Sakız tam bana göreymiş.Teşekkürler bu nefis anlatımınız ve harika tanıtım fotografları için.
setenay

hakangeziyor
(26 Kasım 2012)

Hocam, soluksuz takip ettiğim bir seri oldu yine. Sayenizde Yunan adaları ile ilgili pek çok bilgi edinmiş olduk. Adalarla benim hayat felsefem nasıl örtüşüyor anlatamam size. Bu yüzden milyon kez teşekkürler. Kaleminize sağlık...

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.