Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Türkiye ::::: Hatay ::::: Ezan, Çan ve Hazzan Seslerinin Birleştiği Medeniyetler Kenti Antakya...        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Türkiye Hatay 31 Mayıs 2013 12 Mayıs 2013
13 Mayıs 2013
9789 2 türkan 

 Ezan, Çan ve Hazzan Seslerinin Birleştiği Medeniyetler Kenti Antakya...
 (Genel)

Ülkemizin en güneyinde yer alan Hatay ili valiliğinin bulunduğu merkez ilçe Antakya'yı, her zaman görmeyi istemiştim ancak bugüne değin nasip olmamıştı. Arkadaşlarımdan birisi, Antakya için düzenlenen bir tura beni davet ettiğinde hemen atladım tabii ki.

Antakya ile ilgili kısa bir coğrafi ve tarihi bilgi vermeden geçmeyelim.

Antakya, Kuzeyde Nur Dağları, güneyde Kel Dağ (Cebel-i Akra) arasında kalan Aşağı Asi Vadisinin başlangıcında olup Kel Dağının kuzeydoğusunda yer alan 440 m rakımlı Habib-i Neccar Dağının eteklerinde kurulmuştur. Bu arada kentte Neccar adı geçen pek çok işletme var ve Habib-i Neccar'ın hikâyesini yazının ilerleyen bölümlerinde sizlere anlatacağım.

1516'da Yavuz Sultan Selim bu toprakları ele geçirmiş, Osmanlı İmparatorluğunda önce Halep'e bağlı bir sancak ve daha sonra kaza olarak yönetilmiş. Bu dönemde Antakya, Asi Nehri ile Habib Neccar Dağı arasındaki dar ve meyilli alanda, 1,5-2 km²'lik bir alan üzerine yerleşmiş orta büyüklükte bir şehir. Osmanlı İmparatorluğunun Hatay'daki hâkimiyeti 1918 yılına kadar devam etmiş. Mondros Mütarekesinden sonra Fransız işgaline uğrayan ve 1921 yılında Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Antakya, İskenderun ve havalisinde 2 Eylül 1938'de İskenderun Sancağı adıyla bir yönetim kurulmuş. Rehberimizin söylediğine göre bir yıl devam eden bu minik devletin bayrağı Türk bayrağı ile aynı olmakla birlikte sadece yıldızın içi boş imiş. Hatay Devlet Meclisi 23 Temmuz 1939 tarihinde Türkiye'ye iltihak kararı almış, 23 Temmuz 1939'da da "Hatay" adıyla bir vilâyet olarak Türkiye'ye katılmış.





Solda Belen yokuşu...Sağda ise kent merkezi






Arkeoloji Müzesine (namı diğer Mozaik Müzesi) girerken...


Biz yine gelelim turumuza. 2 gün 1 gecelik tur, hafta sonunu değerlendirmek için mükemmel bir zamanlama idi. Cuma akşamı saat 10.00'da tur otobüsümüz ile yaklaşık 40 gezginin eşliğinde Antakya gezimize başladık. Yolculuğumuzda ilk durağımız Antakya'ya 50 km mesafedeki Belen ilçesi idi. Burada sabah saat 7.30'da yol üzerinde bir tesiste kahvaltı için mola verdik. Tur müdürümüz arabada kahvaltı yerine, dışarıda sade de olsa bir kahvaltı vermeyi uygun görmüş. Kahvaltımız zeytin, peynir, domates, salatalık, taze ekmek ve çaydan oluşsa da bizlere son derece leziz geldi. Özellikle yediğimiz siyah zeytinlerin tadına doyum olmadığından çoğunluk, bu zeytinlerden satın almak için sipariş verdi. Ankara'ya dönerken kilosu 9 TL'den bu zeytinlerden aldık. Kahvaltımızın ardından yola devam edip birkaç poz resim çekmek üzere Belen yokuşunda durduk.

Kanuni devrinde kurulan Belen'e ismini, 1648 tarihinde buradan geçmiş olan Evliya Çelebi vermiş. Belen, Türkmenlerin dilinde yokuş ve yüksek dağ üzerinde bulunup iki dağı ayıran yol manasına geliyormuş. Belen ilçe merkezi Amanos dağları üzerinde yüksekliği 600 metre olan Belen Geçidi üzerinde kurulmuş. Özellikle kışın bu geçidi aşmak bayağı zor oluyormuş Belen ilçesinin diğer bir özelliği yazları çok sıcak olan bölge halkı tarafından yayla olarak kullanılması.





Odalara giriş istikametinden bir görüntü ve Ananeosis (Uyanış) Mozaiği...



Belen'den çektiğimiz resimler sonrası tekrar otobüslerimize binip artık Antakya'ya hareket ediyoruz. Yaklaşık yarım saat sonra Antakya'dayız ve burada tur rehberimiz olan Kasım Beyi de alarak kent merkezine doğru ilerliyoruz. Kent merkezine vardığımızda ilk gezeceğimiz yer Antakya Arkeoloji Müzesi diğer adıyla Mozaik Müzesi.

Mozaik Müzesi

Kent merkezinde otobüsümüzden inerek müze önünde toplanıyoruz. Müze, Cumhuriyet meydanında Asi Nehri kenarında yer almakta olup koleksiyon zenginliği ve büyüklüğü açısından dünyada ikinci sırada. Müzeye giriş ücreti 8 TL. Müze kartınız varsa bu kartla girebiliyorsunuz. Ben yıl içinde de lazım olur diye 30 TL verip bu karttan aldım. Öğretmenlere Müze Kart 15 TL. Müze kartı sadece Antakya için almayın derim çünkü gittiğimiz tek bir yerde daha giriş ücreti verdik, o daha da az bir rakamdı.





Eros ve Psykhe Mozaiği...



Ülkemizdeki mozaikler Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinden kalma olup Roma dönemine ait mozaikler daha çok Antakya, Adana ve Mesis yörelerinden. Antakya yöresindeki mozaiklerin ise Harbiye civarından çıkarıldığı görülmekte. Harbiye zengin halkın mesire yeri olarak kullandığı, zamanında malikânelerin ve konakların olduğu bir bölge imiş. Buradaki mozaikler yapıların yer döşemelerinde ve hamamlarında kullanılmış. Harbiye bölgesi hala mesire yeri olarak kullanılmakta ve çok güzel bir yer. Harbiye için yazımda ayrı bir yer ayırdım zaten. Ne yazık ki müzede tadilat çalışmaları olduğundan pek çok eseri görme şansımız olmadı. Bu haliyle çok etkileyici de bulamadım doğrusu.





Çıplak Venüs Heykeli ile Uyuyan Yolcu Heykeli...



Gelelim şu aralar müzenin en revaçta olan eserine: ANTAKYA LAHDİ. Burada kullanılan mermer Afyon yöresine ait olup Sidemara Tipi Lahit Grubuna girmekte. Bu tip lahitler Roma İmparatorluğu döneminde meşhur olmuş. Sanduka ve kapaktan oluşan lahit, 1993 yılında Harbiye'de yapılan bir temel kazısı sırasında tesadüfen bulunmuş. Bu değerli eser için müzede özel bir sergileme alanı hazırlanmış. Lahdin içinden ikisi kadın biri erkek üç yetişkin iskeleti çıkmış. Müzede bir bölümde lahit, diğer küçük bölümde ise lahdin içinden çıkan kemikler ve objeler sergilenmekte.

Lahdin aristokrat bir aileye ait olduğu, üzerindeki betimlemelerle net bir şekilde vurgulanmış. Sanduka kapağı ve sandukadan oluşan, iki bölmeli, iki dar iki geniş olmak üzere dört yüzlü bu lahdin üzerinde işlenmiş figürler bulunmakta.

Müze içerisinde bir de dünyada üçüncü sırada yer alan bir para koleksiyonu odası mevcut. Müzede yer alan bir küçük objenin kendisinden ziyade nitelediği şeyler rehberimizin verdiği bilgiler sonucu dikkatimi çekiyor. Bu obje Samandağ ilçesi Mağaracık Köyü civarında bulunan eser Roma çağına ait 8 cm boyunda bronz TICHE (TYCHE) isimli heykel. Bu heykelin başı Antakya Kalesini, elindeki başak bolluk-bereketi, ayaklarındaki köpük ise Asi Nehrini simgeliyormuş. Halkın işlerine nezaret etmekle görevli olan "İyi Talih Tanrıçası" olarak düşünülen heykel, zamanla sembol olmaktan çıkıp şehrin koruyucu tanrıçası halini almıştır. 4 sütun üzerinde duran bir taş örtü altına dikilmiş olan heykelin bugün Vatikan'da mermer bir kopyası bulunmakta imiş.





Lahdin genel görünümü ve lahitten çıkan kemikler...



Asi Nehri Boylarında

Müze gezimizi tamamlıyor ve dışarı çıkıyoruz. Müze Asi nehrinin hemen kıyısında olduğundan karşısında yer alan köprüden geçerek eski kent merkezine doğru yol alıyoruz. Burada eski Antakya sokaklarını ve evlerini görüp Habib-i Neccar Camisini, Katolik kilisesini ve bir Havrayı gezeceğiz.

Hatay'ın en önemli akarsuyu olan Asi Nehri, Lübnan Dağları ve Anti-Lübnan Dağları arasındaki Bekaa Vadisi'nde kaynayan akarsuların birleşmesiyle oluşup Suriye topraklarından geçerek yöreye güneydoğu sınırlarından girer. Afrin ve Karasu çaylarının birleşmesiyle oluşan Küçük Asi Çayı'nı aldıktan sonra Samandağ yakınlarında delta oluşturarak Akdeniz'e dökülür. Asi Nehri Nil ile beraber ters akış yönüne sahip iki akarsudan birisi. Ancak rehberimiz bu tersine akışın suyu izlerken olmadığını, nehrin çizdiği rota nedeniyle Asi Nehrinin tersine aktığı inancının yaygın olduğunu söylüyor.

Şehrin ortasından nehirler geçen pek çok ülke gördüm ve bu nehirlerin şehri ne kadar güzelleştirdiğine şahitlik ettim. Biz böyle bir kaynağa sahipken nehrin görüntüsü her şeyi anlatıyor sanırım.







Asi Nehrinin müzenin hemen yanından ve karşısından görünümü...



Evet Asi Nehrinin solunda Habibi Neccar dağları sağında Akdeniz'e açılan Amanos Dağları var ve biz Habibi Neccar dağlarının eteğinde kurulan eski kente doğru yol alıyoruz. Amacımız köprüden Antakya tarihi sokaklarını gezmek. Fazla söze ne hacet. Buyurun Antakya sokakları.

Antakya Sokakları ve Dinlerin Kardeşliği

Antakya sokakları Hellenistik çağ kentlerinin tipik bir örneği. Birbirini dik kesen ve her sokağın ortasında suların kolayca akmasını sağlayan ince yarıklar yapılmış. Sokak aralarında Yavuz Sultan Selim için yapılan Cindi isimli bir hamam var ve hala aktif. Sokak araları gerçekten çok ilginç ve güzel geliyor bizlere. Evler taş ve sıvalı olarak ayrılmakta. Taş evler zenginlerin evleri. Önceleri Maliye Vekilinin evi olan, şu an Esnaf ve Sanatkarlar Odası Sanat ve Eğitim Evi olarak kullanılan binanın avlusuna giriyoruz. Avlu oldukça etkileyici. Antakya'da genelde eski evlerin sokak kapıları açıldığında önce geniş bir avlu sizi karşılıyor.





Antakya'nın dar sokakları sizi kendine çekiyor...



Sokak aralarından yürüyerek Katolik Kilisesine varıyoruz. Kiliseyi gezmek üzere içeri giriyoruz Antakya, Hıristiyanların üç dinî merkezinden biri olup diğer ikisi Vatikan ve Kudüs. Kilisenin içine girdiğimizde bir avlu ile karşılaşıyoruz. Eski bir Antakya Evinin restore edilerek kilise haline dönüştüğü bilgisini ediniyoruz. Kilisenin içi oldukça küçük. Şu an 60 hanelik bir Katolik cemaatine hizmet ediyor. Kilisenin içindeki yazılar Türkçe. Kilise görevlisi, Katoliklerin gittikleri ülkenin dilinde ibadet ettikleri için bu kilisede de Türkçe ibadet edildiğini söylüyor. Ayrıca kilisenin tabelada ki adının da Türk Katolik Kilisesi olma nedeni cemaatinin Türk olması. Kilisenin atanmış bir papazı yokmuş. Haftada birkaç kez İskenderun'dan bir papaz ayin ve diğer dini işlemler için geliyormuş.





Yine sokaklar...



Kentte bir havra var ancak bu havrayı görevli kişiyi bulamadığımızdan ziyaret edemiyoruz. Türk Hıristiyan Kilisesindeki görevli kentte bir protestan kilisesi olduğunu ve bu kilisenin Güney Kore'den gelen Protestanlar tarafından yaptırıldığını, aslında kentte yerleşik Protestan olmadığını, zaman zaman Güney Kore'den bu kiliseye gelindiğini ifade ediyor.

Antakya, dinlerin, kültürlerin kardeşliğini simgeleyen, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman toplumlarının yaşadığı bir yer. İsa'nın ölümünden sonra havarilerinden St. Pierre Antakya'ya gelerek Hıristiyanlığı yaygınlaştırmış ve İsa'ya inananlara Hıristiyan denilmesi ilk kez burada kullanılmış. St. Pierre kilisesi, Papa VI. Paul tarafından hac yeri ilan edilmiş. Bu nedenle, Hıristiyan dünyası için çok büyük önem taşıyan bu mağara kilise her yıl hacı olmak üzere 29 Hazirandan itibaren buraya gelenlerce ziyaret ediliyor. Hac süresi 10 gün. Kentte bir de Ortodoks katedrali var. Ne yazık ki Saint Pierre Kilisesi tadilat geçirdiğinden, Ortodoks kilisesini de zaman yetersizliğinden gezemiyoruz. Kısmet bir başka Antakya seferine. Bu arada Ortodoks kilisesinin Kudüs Kilisesinden sonra dünyanın en eski kilisesi olduğu, bu nedenle Antakya Patrikliğine Ana Kilise dendiği bilgisini de verelim. Saint Pierre Kilisesi ise bir mağara içine konumlanmış, içini göremesek de uzaktan bulunduğu yere baktık.





Katolik kilisesinden kareler...




St. Pierre Kilisesinde tadilat devam ederken istikamet Habib-i Neccar Camii...



Katolik Kilisesinden çıkınca Hıristiyanlığın ilk yıllarında kilise olan Habib-i Neccar Camiisine varıyoruz. Cadde üzerinde camii, kilise ve havra birlikte yer aldığından ezan, çan ve hazzan seslerinin birbirine karıştığı kent olarak anılıyor Antakya.

Habib_i Neccar Camii

Habib_i Neccar camisi Anadolu'da yapılan ilk camii. Roma dönemine ait bir Pagan tapınağı iken daha sonra bu tapınağın üzerine camii inşa edilmiş. Camiide İsa'nın havarilerinden olan Yuhanna (Yunus) ve Pavlos (Yahya) ile onlara ilk inanan Antakyalı Habib-i Neccar'ın türbeleri yer almakta. Neccar marangoz demek. Habib-i Neccarın hikâyesi ise şöyle: "M.S. 40'lı yıllarda İsa, havarilerinden Yunus ve Yahya'yı Antakya'ya elçi olarak gönderir. Elçiler Antakya girişinde koyunlarını otlatan Habib-i Neccar ile karşılaşırlar ve kendisini Hıristiyanlığa davet ederler. Neccar her ne kadar Pagan inanışından vazgeçip tek tanrıya inansa da elçilerin bir mucize göstermeleri halinde bu dine inanacağını söyler ve yatalak oğlunu ayağa kaldırmalarını ister. Elçilerin Neccar'ın oğlunu iyileştirmesi üzerine bu dine geçen Neccar, iki havari ile birlikte Antakyalıları tek tanrılı inanmaya davet ederler ancak tepki ile karşılaşırlar. Elçiler hapse atılırlar. Bunun üzerine İsa Barnabos'u elçi olarak gönderir ancak elçi Antakyalılarla bir olur. Habib-i Neccar ise "Sizden hiçbir ücret talep etmeden Hak dinini anlatan bu elçilerin söylediklerine uyun.) dese de anlatamaz ve kendisi ile birlikte bu iki elçi işkence edilerek öldürülür." Habib-i Neccar'ın Antakyalılara söylediği söz, Kuran-ı Kerim'de Yasin Suresinin 20 ve 21 inci ayetlerinde geçmektedir.





St. Pierre Kilisesinde tadilat devam ederken istikamet Habib-i Neccar Camii...



Harbiye Şelaleleri

Hacib_i Neccar'ı gezdikten sonra cadde üzerindeki havraya gidiyoruz ancak kapalı. Rehberimiz havradan sorumlu görevliyi arıyor ama bulamayınca havanın oldukça sıcak olması nedeniyle planlanandan erken de olsa mitolojik çağlardan günümüze dek sayfiye yeri olarak kullanılan, Apollo ile Daphne'nin hikâyesine konu olan şehir merkezine 9 km uzaklıktaki Harbiye Şelalelerine doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde Antakya ipekleri ve tekstil ürünleri satan bir mağazada durup alışverişlerimizi yapıyoruz. Defne sabunu ve defne yağı almayı da unutmuyoruz tabiî ki. Rehberimiz, defne yağının içine iki aspirinin ve yağ kavanozunun üçte biri kadar ispirtonun eklenerek elde edilen karışımın bel ağrılarına iyi geldiğini söylüyor. Alışveriş faslı bitince tekrar otobüslere binip şelalerin ve akşam konaklamamızın olduğu oteller bölgesinde otobüsten inip yokuş aşağı şelalere daha doğrusu yemek yiyeceğimiz Defne Apollon'nun Gözyaşları ya da diğer adıyla Bedia Teyzenin Yeri adlı restorana varıyoruz.

Yeşillikler içinde, su seslerinden birbirinizi duyamadığınız, görmeye değer bir yer Harbiye. Sadece burası için bile Antakya'ya gelinir. Su içindeki masalardan birine oturup ayakkabıları hemen çıkarıp sızlayan ayaklarımızı suda dinlendiriyoruz. Su soğuk, öyle uzun süre içinde bırakamıyorsunuz ayakları.





Harbiye Şelaleleri bir başka güzel...






Bu künefe tepsisi her şeye değer... Şahaneeee...



Neyse çok acıktık ya diye diye önce yeşillikler atılmış bir tabak ve sıcak pide ekmekler geliyor. Sarımsak, soğan, maydanoz ve biber dürüm yapılıp yeniyor anında. Sonra mezeler sıra sıra geliyor. Muhammara (cevizli biber), Abuganniş (patlıcan salata), humus, yeşil zeytin salatası, süzme yoğurt ve en son Oruk (içli köfte) ile damaklarımız şenleniyor. Sonrasında ana yemek olarak tuzda bekletilmiş tavuk. Tavuk çok doyduğumuzdan mı nedir lezzetli gelmiyor. Ve nihayet künefe geliyor ama nasıl güzel bir lezzet. Çıtır çıtır kızarmış, yerken tel tel ayrılan bir künefe. Sonra birkaç yerde daha yedik ama bu restoranın künefesini kesinlikle öneririm. Yemek fiyatlarına gelince; tesiste tüm mezeler 5 TL, yarım piliç 10 TL, balık 12 TL, kebaplar 8 TL, meşrubat 2,5 TL, çay 2 TL ve tatlı olarak da künefe 5 TL. Görüleceği üzere fiyatlar çok makul.

Harbiye civarının Apollon ve Daphne'nin aşkının geçtiği yer olduğuna inanılıyor. Hikaye özetle şöyle: Zeus'un oğlu olan Güneş Tanrısı Apollon, aslında çok iyi bir okçudur ve kendiyle övünmeyi çok sever. Bir gün kendisi gibi iyi bir okçu olan Afrodit'in oğlu genç Eros ile karşılaşır ve onun okçuluk kabiliyeti ile ilgili alaycı sözler söyler. Buna karşılık, Eros öç almak ister ve iki ok hazırlar. Biri altın suyuna batırılmıştır ve saplandığı kişiye tutku ve sonsuz aşk verecektir. Diğer ok ise saplandığı kişiyi aşk ve tutkudan tamamen uzaklaştıracaktır. Altın ok Apollon'un kalbine saplanır ve Yunan deniz tanrılarından biri olan Peneus'un kızı Daphne'ye umutsuzca âşık olur. Fakat ne yazık ki diğer ok Daphne'nin kalbine saplanmıştır. Daphne, Apollon'dan sürekli kaçar ve aşkını reddeder.







Meşhur defne ağacı...


Bir gün Daphne yine Apollon'la karşılaşır ve kaçmaya başlar. Bu sefer yakalanacağını anlayan Daphne birden durarak ayağı ile toprağı eşeler ve şöyle feryat eder; "Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru" Daphne'nin bu içten yalvarışıyla birlikte vücudu birden ağırlaşmaya başlar. Ayakları toprağın derinliklerine doğru kayar, yeryüzündeki bütün kadınları kıskandıran bedeni kabuk bağlar, kokusundan bütün canlıların başını döndüren saçları da yapraklara dönüşür. İnce, narin kolları uzayan ve dallara dönüşen güzel Daphne bir defne ağacı olur. Gördükleri karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış genç ve güçlü Apollon üzüntüden bol bol gözyaşı döker ve defne ağacına sarılır. Güzelim yapraklarının kokusunu doyasıya içine çekerek. Defne ağacına şöyle der; "Ey güzeller güzeli, ben seni çok sevdim. Sen beni istemedin ve benden kaçtın. Oysaki ben sana ne kadar âşıktım ve şu yeryüzünde beni reddedecek başka bir canlı yoktu. Ben seni karım yapacaktım. Mademki benim karım olamadın o zaman benim onur ağacım olacaksın. Bundan böyle ben ve tüm kahramanlar senin ağacının dallarıyla süsleyecekler kendilerini. Kokulu saçlarından olan bu ağacın yaprakları yaz ve kış yeşil kalacak ve ben onları taç yapacağım başıma."

Bu içten ve tatlı sözler üzerine defne ağacına dönen Daphne saygıyla eğilmiş Apollon'un karşısında. İşte bu tanrısal aşk hikâyesinin geçtiği yer bugünkü Antakya'nın Harbiye'sidir. Ve derler ki Harbiye'nin şelaleleri güzel Daphne'nin döktüğü gözyaşlarıdır. Ayrıca tüm Apollon heykellerinin başında gördüğümüz defne yapraklarından yapılmış tacın hikayesi de budur.





Titüs'deyiz...



Samandağ

Harbiye'de yemekten sonra Samandağ'a doğru hareket ediyoruz. Burada Titüs Tüneli ve Kaya Mezarlarının olduğu Beşikli Mağara görülecek. Yaklaşık 45 dakika sonra Samandağ'a varıyoruz. Burası Musa Dağı, Keldağ ve Saman Dağı arasında bulunan, Asi Nehrinin Akdeniz'e döküldüğü noktada oluşmuş bir delta. Samandağ'ın diğer bir özelliği de 1920'lerde sınır çizilirken ikiye bölünmesi ve bir kısmı Türkiye'de bir kısmı ise Suriye'de kalan akrabaların mevcut olması. Dünyada Ermenistan dışındaki tek Ermeni köyü olan Vakıflı da burada.

Titüs Tüneli Samandağ merkeze 5 km uzaklıkta ve Akdeniz'e bir yamaçtan bakmakta. Tünel, Musa Dağı eteklerinde olup yapımına, Seleukeia Pieria antik limanının dağdan gelen sel suları nedeniyle dolma tehlikesi taşıdığından kapanmaması için Roma İmparatoru Vespasianus zamanında başlanmıştır.





Titüs'e devam...








İmparator Vespasianus tarafından insan gücüyle dağın delinmesi suretiyle yapılmaya başlanan tünel oğlu Titüs döneminde tamamlandığı için onun adıyla anılmaktadır. Titus tüneli, 6 metre genişliğinde, 7 metre yüksekliğinde, toplam 1380 metre uzunluğunda ve 130 metresinin üstü kapalı olarak inşa edilmiştir. Titüs tüneline 3 TL vererek girebiliyorsunuz.

Vespasianus-Titus Tüneli yakınında bulunan Beşikli Mağara ise Roma dönemine ait bir mezarlık. Bu mezarlıkta kayalık yamaçlardaki kalker tabakaları içerisinde oyulmuş on iki mezar bulunmakta. Bu mezarların kral mezarı olduğu ileri sürülmüşse de gerçekte bunlardan on ikisinin Romalı yönetici ve Seleucia Pieria kentinin ileri gelenlerine ait olduğu sanılmakta. Bu mağara mezarlarının dışında kalan alanlarda da geniş bir nekropol (mezarlık) bulunmakta. Nekropol alanının yukarısında bulunan yapı kalıntılarının bu mezarlarla ilgili kişilerin yaşadıkları ve görev yaptıkları yerler olduğu sanılmakta.





Beşikli Mağara'da kaybolmak üzereyiz...



Beşikli Mağara bu kaya mezarlarının en geniş ve en ünlülerinden olup, içerisinde bölümler halinde on iki mezar var. Mezarlar birbirlerinden duvarlar ile ayrılmış. Bu taş mezarlar, taş sütunlar ve kemerlerin birbirine bağladığı bölümler halinde olup, yukarıdan aşağıya yine taş merdivenlerle inilmekte. Kayaların oyulması ile meydana getirilen, yer yer kapıların açıldığı bölümlerdeki sütunlar, sütun başlıkları, kademeler ve üst örtüyü kısmen süsleyen motifler orijinallerine uygun biçimde yapılmış. Maalesef tüm mezarlar talan edilmiş durumda.

Samandağ'da görülecek yerler arasında ilçe merkezine 3 km uzaklıktaki Hz. Hızır Türbesi ve Musa Ağacı da bulunmakta. Ancak tur programında yer almadığı için bu iki yeri de görme şansımız olmadı. Ben yine de buraya gideceklere bir ön bilgi vereyim.

Rivayete göre Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın buluştuğu yer olan kutsal bir kaya türbeye dönüştürülmüş olup kutsal mekânın çevresinde geleneksel olarak bir veya üç kez dönülmekte imiş. Samandağ Hıdırbey köyü sınırları içinde yer alan "Musa Ağacı" ise bin metrekarelik alanı kapsamakta ve yaklaşık 500 yaşında. Ancak halk arasında üç bin yaşında olduğu fikri yaygın. Ağacın dalları yaklaşık 1,5 dönümlük bir alanı kaplamakta. İçi oyuk olan ağacın içine girip çıkmak mümkün imiş.







Uzun Çarşı girişi...



Uzun Çarşı

Gezimizi tamamladıktan sonra yolun girişinde bir tesiste dinleniyor ve yerel satıcılardan reçel alıyoruz. Sonrasında şehir merkezine hareket etmek üzere yola çıkıyoruz. Şehir merkezinde künefecilere sipariş verecekler bu dükkânlara, diğerleri Antakya çarşısına yani Uzun Çarşı'ya gidiyor. Uzun Çarşı. Manifaturacılar, iplikçiler, kadayıfçılar, baharatçılar, zeytinyağcılar, peynirciler, manavlar ve kasapların olduğu bir yer. Akşam saat 07.30 civarı olduğundan pek çok dükkan kapanma telaşında. Aslında çarşıda görebildiğimiz kadarıyla bize hitap eden pek bir şey de yok. Dik bir sokak ve bu sokakları kesen sağlı sollu ara sokaklar şeklinde çarşı. Ve her sokakta bir sınıflandırma da yok. Ne ararsan var tarzı bir çarşı.

Akşam yemeği ve yerleşmek için saat 08.15 te otelimize hareket ediyoruz. Tur şirketi otelle akşam yemeği için yöresel tatlardan oluşan fiks bir mönüye anlaşmış. Bu akşam da aynı tarz tavuğu ve daha lezzetsizini yiyoruz. Sadece öğle yemeğinde zahter salatası yok idi, otelde bu salatadan da yeme fırsatımız oluyor. Yemek lezzet olarak oldukça vasat. Künefe öğlenkiyle kıyaslanmaz bile. Yemek olarak bizi hayal kırıklığına uğratsa da odaları gayet iyi döşenmiş ve konforlu. Çok yorgun olmamıza rağmen yemekten sonra Harbiye Şelalesine doğru yürüdük ancak burasının gündüz daha güzel olduğuna karar verdik. Gece yarısı odalarımıza çekildiğimizde ayaklar artık isyandaydı.







Sabun fabrikasından bir manzara...



Sabah saat 9.30 da kahvaltımızı yapıp 10 gibi otelden ayrılıyoruz. Yol boyunca rehberimiz şehrin daha önce görmediğimiz sokak ve caddelerinden geçirerek bilgi veriyor. Hedefimiz St. Pierre kilisesine kapalıda olsa hiç olmazsa uzaktan görmek ve oradan bir sabun fabrikasında sabun yapımı hakkında bilgi edinerek biraz alışveriş yapmak. Söylenildiği gibi kilise tadilat nedeniyle çok aşağıdan başlamak üzere bariyerle yolu kapatılmış durumda. Dolayısıyla kilisenin olduğu mağaraya bile yaklaşamıyoruz. Rehberimiz biraz kilise hakkında bilgi verdikten sonra sabun fabrikasına doğru yola çıkıyoruz. Fabrikaya vardığımızda görevliler sabun yapımını anlatıyorlar ancak hazırlanmış maketler üzerinden. Sonrasında cilt sorunlarına iyi geldiği söylenen defne özlü ürünlerden satın alıp sağ tarafımızda Amik Ovası, sol tarafımızda Kızıl Dağlar eşliğinde Belen'e geçiyoruz. Asi Nehrini ıslah etme çalışmaları sırasında dönemin yetkilileri tarafından göl üzerinde bulunan bir Roma Köprüsünün yıkıldığı bilgisini veriyor rehberimiz. Hatay Havaalanı da Amik Gölü üzerine yapılmış.





Kervansaray...



Belen'de Kanunu Sultan Süleyman Kervansarayına varıyoruz. Kervansaray gerçekten muhteşem. Burada mezeler yiyip ana yemek olarak Belen Tavasını tadıyoruz. Belen tavası odun ateşinde pişen ve bizim et sote diye bildiğimiz yemeğe benziyor. Yemekler oldukça lezzetsiz geliyor bana. En son gelen künefe ise hamur olmuş. Yemek hayal kırıklığı yaratıyor hepimizde. Ancak yapacak bir şey yok. Tur şirketi ile yol, otel ve öğlen -akşam yemekleri, rehber dahil fiks bir fiyat üzerinden anlaşmışız. Toplam tutar 290 TL.

Belen'den sonra İskenderun'da sahil kenarında bir mola vermek üzere yola koyuluyoruz. İskenderun Antakya ve Samandağ'a göre oldukça modern bir kent havasında. Sahil yolu kordon haline getirilmiş ve burada belediye tarafından yapılan pek çok tesis ve cafeler mevcut. Biz de yol üzerinde bir cafede durup denizin, püfür püfür esen rüzgarın ve Türk kahvelerimizin tadını çıkarıp bu anlarını bol bol fotoğraflıyoruz.

Artık Ankara'ya dönme vaktidir deyip keyifli bir gezinin sonuna geliyoruz.

Seyahatle kalın efendim...











 Yazılan Yorumlar...
türkan
(11 Temmuz 2013)

Setenay Hanım Merhaba..
Yazıdan keyif aldığınıza çok memnun oldum.
Ben de Antakya Medeniyetler Korosunun bir konserini dinlemeyi çok arzu ederdim. Geziyle kaın derim.
Türkan

Setenay Süzer
(07 Temmuz 2013)

Merhaba Türkan Hanım,
Hafta sonu tatilini ne iyi değerlendirmişsiniz.Kısa zamanda ancak bu kadar güzel gezilirdi.Dün, TRT belgeselde Antakya anlatılıyordu o nedenle bu güzel yazınızı okurken gezdiğiniz mekanları çok iyi kavradım.Geçen yıl, Aya İrinide Antakya medeniyetler korosunu hayranlıkla izlemiştim,henüz göremediğim şehri ve Tarsusu içine alan bir geziyi yakın programa almalıyım diye düşündürdünüz,paylaşımınız için çok teşekkürler,selamlarımla.
setenay

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.