Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Hırvatistan ::::: Hırvatistan Genel ::::: Balkanlarda Barışla Yürümek : 1 (Hırvatistan, Karadağ)         
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Hırvatistan Hırvatistan Genel 06 Ağustos 2013 09 Mayıs 2012
11 Mayıs 2012
4611 1 Şükran Şahin 

 Balkanlarda Barışla Yürümek : 1 (Hırvatistan, Karadağ)
 (Genel)

Balkanlar gezim devam ediyor. Savaşın izlerini sürerek... Bir daha olmamasını dileyerek...  Barışla gezmenin huzurunu tüm ruhumda hissederek... Bosna Hersek'ten ayrılıyor ve Hırvatistan sınırına geçiyoruz. Turumuzda 35 kişi var. Ben, eşim, ablam, görümcem, arkadaşım Alison bize verilen serbest zamanları en yararlı kullanmanın planlarını yapıyoruz. Pasaportlarımızın incelenmesi 20-25 dakikayı buluyor. Rehberimiz; çiçeği burnunda bir devlet olan Hırvatistan Cumhuriyetinin titizliğini hoş görmemizi istiyor.

Nüfusu 4,5 milyon. Başkent Zagreb. Ülkenin 4 milyonluk nüfusunun büyük çoğunluğu Hırvat.  En büyük din Katoliklik. Resmi dil Hırvatça. Okuma yazma oranı yüzde 99. Uluslararası ismi Grasya. Vikipedi'den hoşuma giden bir alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum: "Hırvatistan medya ve yayıncılık alanında çok sayıda kamu kurumunu ve kurumsal yatırımlar yoluyla kültürü desteklerken, evrensel bir sağlık sistemi ve ücretsiz ilköğretim ve ortaöğretim sağlar". 1991 yılında eski Yugoslavya'dan ayrılan Hırvatistan'ın doğal güzellikleri, iç savaştan sonra yeniden keşfedilmiş. Upuzun sahilleri boyunca dizilmiş Ortaçağ kentleri ve Adriyatik Denizi'ne serpiştirilmiş irili ufaklı adalarıyla (1000 den fazla) Hırvatistan, Yunan Adaları'nın yeni rakibi! Mavi yolculuk için ideal olduğu biliniyor.  Ancak Arnavutluk kıyısında korsanlar olduğunu söylüyor rehberimiz. Dalmaçya'da kömür ve boksit yatakları olduğunu öğreniyoruz. Neretva deltasını geçiyoruz, çok büyük. Deltada zeytin, narencilik, salatalık, v. b. şeyler yetiştiriliyor. Bereketli bir delta ve yukarıdan harika görünüyor.  Ve dantel gibi işlemeli Dalmaçya kıyıları!   Akdeniz ikliminin hâkim.



Dubrovnik rotasında tepeden Neum'a bakış


Tekrar pasopart kontrolu. Bosna'ya bağlı tatil beldesi Neum'dan Hırvatistan'a tekrar geçmemiz gerekiyor. 3 kez kontrolden sonra Hırvatistan'a girebiliyoruz. Kıyılar midye çiftliğiyle doldurulmuş. Kaldıracaklarmış artık bu çiftlikleri. Görüntüsü hoş değil! 1280 km'nin 21 km  Neum, Bosna Hersek'in denize ulaşan tek noktası. Yaklaşık 4 bin 700 olan nüfusunun yüzde 90'dan fazlasını Hırvatlar, geri kalan kısmını Sırplar ve Boşnaklar oluşturuyor. Neum'dan Karadağ'ın şehirlerine ve ülkede bulunan diğer şehirlere rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Dubrovnik'e 60 kilometre, Mostar'a 70 kilometre uzaklıkta konumlanan Neum, bir Bosna-Hersek şehri olsa da, bölgeden geçen ana yol Hırvat Ulusal Karayolu. Mostar'dan Neum'a ulaşmak için Hırvatistan sınırını aşmak gerekiyor. Hırvatlar bu durumdan hiç memnun değillermiş. Bu yüzden adadan yarımadaya köprü geçişi yapacaklarmış. Burası Avrupa'dan ilk giriş kapısı olacakmış. Adriyatik kıyılarına gelen yabancı turistler, genellikle Neum'da kalmayı tercih ediyor. Çünkü Hırvatistan'a göre daha ucuzmuş. İçerisinde bulunan Ulusal Doğal Yaşam Parkı, bereketli sualtı yaşamı, mavi bayraklı plajları, yerel üretim beyaz ve kırmızı şarapları, zeytin ve zeytinyağı ve keçi peyniri ile ünlü olan yeşile bürünmüş Mljet adasını uzaktan görebiliyoruz ne yazık ki. Doğaseverler, sessizlikten hoşlananlar, fırsat bulabilirlerse görmeden geçmesinler!

Dubrovnik
Ve işte Dubrovnik! Adriyatik'in incisi, gözdesi şimdilerde! Yoğun bir turist akımı var son yıllarda! 80 bin nüfuslu. Ünlü yazar Bernhard Shaw, Dubrovnik'in eşsiz güzelliğini şöyle dile getirmiş: "Yeryüzü cennetini görmek isteyenler, Dubrovnik'e gelsin!" Pek haksızda sayılmaz!



Dubrovnik Limanı


Eski yaşlı ağaçları kestiklerini ve üzüm bağına çevireceklerini öğreniyoruz. Taşlı toprak olduğu için teras sistemiyle ekim yapıyorlar. Eskinin Ragusa Cumhuriyeti olan Dubrovnik, eskidende önemli bir ticaret merkeziymiş. Babin Kuk oteller kompleksi bölgesi. Panoromik görüntü tertemiz ve büyüleyici. Özenle korunan kale ile çevrilmiş tarihi eski şehir merkezi gerçekten etkileyici. Yeni Dubrovnik'te cruise gemileri ve yatlar inci gibi dizilmişler. Dubrovnik gecelerinde de özellikle tepeden panoramik manzara muhteşem görünüyor. Dubrovnik sanki anıt şehir, açık müze! Şehir; taştan bir şehir heykeli gibi!  Sezon mevsimi olmadığı için sakin. Şanslıyız. Yazın burası çok kalabalık oluyormuş.

Dubrovnik'in surlar içinde kalan ve Ortaçağ'dan bu yana çok iyi korunmuş olan bölümüne "Stari-Grad" yani "Eski Şehir" deniyor. UNESCO Kültür Mirası listesinde yer alan Stari-Grad, Dubrovnik'in kalbi gibi. 2 giriş kapısı var. Biri zenginlerin kapısı diğeri de ticaret kapısı. Pile Kapısı girişinin sağ tarafında bulunan turist ofisten ücretsiz Eski Şehrin haritasını alabilirsiniz. Bu harita işinizi çok kolaylaştırıyor. Büyük bir yerleşim alanı olmadığı için haritadan yararlanarak,  bir günde gezebilirsiniz şehri. 2 km'lik bir sur sistemi içindeki eski şehri gezerken; birbirinden güzel taş evleriyle, dar sokakları,  manastırları, sarayları, kiliseleri, meydanlar ve sokak çalgıcılarıyla bir masal dünyasında gibi hissediyorsunuz kendinizi.  Şehir ortaçağ boyunca ilk eczane, ilk yetimhane, ilk karantina hastanesi gibi Avrupa'nın kültürel ilklerine de sahne olmuş. Keyifli yürüyüşümüzde, Bokar, Minceta, St. Jean ve Revelin Burçları, Lovrijenac Kalesi, Pile Kapısı ve Şehir Kapısı, Aziz Vlaho  Heykeli, 14 çeşmenin en büyüğü olan Onofrio Çeşmesi, Fransiskan Manastırı, St. Saviour Kilisesi,  bataklık kanalının kurutulmasıyla oluşturulan en büyük caddesi Stradun,  Luza Meydanı, Orlando Sütunu, Saat Kulesi, Sponza Sarayı, Eski Liman, Dominikan Manastırı, Hz. Meryem Göğe Yükseliş Katedrali, Gundulic Meydanı ve diğer mimari yapılarını hayranlıkla inceliyoruz. 



Dubrovnik meydanı


Ragusa Cumhuriyeti en güzel zamanını Osmanlı döneminde yaşamış. Osmanlıyla anlaşarak senelik haraçlarını ödeyerek, savaşa girmemeyi dahi başarmışlar. Her yıl iki Osmanlı vergi tahsildarı gider, defterleri kontrol eder ve hesapları görüp dönermiş. Burayı ziyaret eden Evliya Çelebi bu uzlaşmayı anlatıyor kitabında. Burada büyük bir depremde olmuş.  Ardından, 100 senede toparlanabilmişler.  1990' da Sırp saldırılarında korkunç bir yıkıma uğradıkları halde hızlıca etkili bir restorasyondan geçirip eski günlerin ihtişamına döndürmüşler şehirlerini. Aslında şehir bir avuç diyebilirim. Pazarlama yöntemlerini en üst düzeyde kullanarak, allayıp pullayarak, turizme kazandırmışlar ki, Dubrovnik son yılların en gözde mekânı olmuş. Çocukluğumdan beri içinde olduğum Amasra'yı düşünmeden edemiyorum. 50 sene öncesinden itibaren gözlemlediğim sürekli eklenen orantısız binalarını, güzelim kalesinin içine yapılan derme çatma evlerini, müzesinin restorasyonunda güzelim taş duvarlarını kartonpiyerle kaplamalarını, her yıl güzelim silüetini bozan yandaşlıkla izin verilen imar yerlerine dikilen siteleri, binaları... En son olarak termik santral yapılması için yapılan çalışmaları! Amasra bir Dubrovnik olabilirdi bilinçli ve duyarlı ellerde. Ülkemizin hangi yerine bu görgüsüz ve açgözlü eller dokunmadı ki! Yine hüzünlendim, Anadolu'nun cennet köşeleri için! 



Dubrovik-Çınar ağaçları altında çeşmeden su içmenin keyfi


Dubrovnik sokaklarında şehrin azizi kılığına girip akşama kadar durup turistlerden para alan canlı mankeni görünce, Brastilavada'ki şehrin saf vatandaşının heykeline dahi yüklenen anlamlandırma imajinasyonları düşüyor aklıma! Dünyanın gözü İstanbul'u yıllardır hor kullana kullana ne hale getirdik! Olağanüstü korunmuş bu şehirde içimde bir sızıyla dolaşıyorum. Ülkemizin cennet köşeleriyle kıyaslayarak! En eşsiz köşelerine termik santraller kurmaya, ağaçları yok edip çok yıldızlı oteller açmaya, gelişmişliği dikilen binalarla ölçen bir anlayışla eşsiz ülkemizi beton yığınına dönüştürmeye, tarihi, antik yerleşimlerimize aldırmadan dikilen avm'ler, v.b. estetikten yoksun post modern yapı örnekleriyle,  keşmekeş bir görüntüye doyumsuzca kucak açan zihniyete lanet okuyarak... İstanbul'un ortasında bir nefes alma boşluğu gibi kalan Gezi parkına bile göz dikerek, fütursuzca diğer yaşam alanlarımızı yok etmeyi doğal gören bir anlayışa ne diyebilirim ki! 30- 40 yıldır bu sürece tanıklık ediyorum. Üstelik "her yer Taksim, her yer direniş" sloganıyla çığ gibi büyüyen, çevreci, duyarlı, inançlı direnişi görmezden gelip, dış mihraklara faturayı kesen sığ bir bakış açısı! Yurt dışı gezilerimde geçmişe, tarihe, yeşile, doğaya saygı anlayışı olan ülkeleri gördükçe, gerçekten kıskanıyorum. Neden, neden biz bunu daha iyi başaramıyoruz diye hayıflanıyorum. Peşimi bırakmıyor bu çelişkiler!



Dubrovnikte tekne gezisi


Ragusa da 300 Müslüman aile yaşıyormuş ve onlar için yapılmış olan mescitteyiz.  Ragusa Cumhuriyetinde kimsenin mitleştirilmesine izin verilmediği için, heykelin yasak olduğunu, fakat sadece pazar yerindeki Osmanlı - Ragusa ilişkilerini yazan yazarın heykelinin olduğu yerdeyiz. Burada sürekli açık pazardan hediyelikler için alışveriş yapıyoruz. Dubrovnik'te her keseye göre kaliteli, zevkli,  tasarımı özgün hediyelikler çok. Taş evlerin alt katları genellikle hediyelik dükkanlar, lokantalar,  üst katları ise çoğunlukla pansiyon.  Hırvatistan'ın para birimi Kuna (km). Euroyu pek kabul etmiyorlar. Hırvat para birimi Kuna'nın oranı 1 Euro'ya karşılık 7,34.  Bizim paramıza göre 1 TL yaklaşık 3 km.

Karantinadan sonra limanda mallara izin verilen yer gümrük kapısını inceliyoruz. Devasa çanlarının sesinin her birinin ayrı anlamı olduğunu öğreniyoruz.  Luza meydandaki kare biçimli, kubbeli, Aziz Vlaho ya da St. Blaise Kilisesi'nin merdivenlerinde dinlenme molası veriyoruz. Aziz Vlaho Dubrovnik'in koruyucu azizi. Sivaslı bir ermeni azizmiş. Esas işi doktorlukmuş. Dubrovnik'e hiç gelmemiş. Mezarı Sivas'ta Gök Medresesinin karşısındaymış. Dubrovnikten dini görevliler, mezarını ziyaret etmek için Sivas'a gidiyorlarmış. İlginçtir ki; Anadolulu bir aziz taa uzaktaki Dubrovniğin koruyuculuğunu yapıyor! Fizikçi ve piskopos! Günümüzde bilim yapan din adamları var mı (bunu araştırmalıyım)? Fakat bir dönem farklı dinlere ait din adamlarının bilim dalında da uzmanlaştıklarını biliyoruz. Kilisenin iç kısmındaki süslemelerin güzelliğini konuşuyoruz aramızda. Tam bir cümbüş yeri olan bu meydanda 10 Temmuzda yaz festivali başlıyormuş. 



Dubrovnikte seyyar tahta köprü


Balkanlar gezimizde dil sorunu hiç olmadı diyebilirim. Türkçe konuşanlara her an rastlayabiliyorsunuz. Dükkânlarda, lokantalarda, sokaklarda... Bunda ortak tarihimizin yanı sıra, çok sevilen Türk dizilerinin de etkisi olmuş sanırım. Sladoledarna dondurmacısında dondurma alırken dondurmacı Müslüman Arnavut Ali ihsan'la sohbet ediyoruz.   Onlarca çeşit dondurmadan bize iddialı oldukları çeşitleri gösteriyor. Her ne kadar bizim dondurmalarının yerini tutmasa da afiyetle bitiriyoruz dondurmalarımızı.



Revelin kalesinden St.John Burcu ve liman


Rehberimizin önerisi doğrultusunda balık lokantalarından birisindeyiz.  Levrek ve kalamar başköşemizde. Kalamar buranın milli yiyeceği neredeyse. Sokaklara bile kalamar kokusu sinmiş. Akşamları da farklı bir sihre bürünen eski şehrin kapısından geçip dolaşırken,   müzikli bir yer arıyoruz.  Olağanüstü müzikler çarpıyor kulağımıza. Sesin geldiği yere mıknatıs çekimi gibi yaklaşıyoruz. Bir piyano başında 10 kişi,  akustiği müthiş, kubbeli büyük bir antik mimari yapının içinde şarkı söylüyorlar. Ruhumuzu uyandıran bu müziği dinliyoruz. Güzel Sanatlar Müzik Okulu olduğunu öğreniyoruz.  Birkaç canlı müzik yerini geçtikten sonra Stradun caddesindeki kafe "Festival"den caz piyanistinin kulağa çok hoş gelen müziğinin cazibesine kapılarak hemen oturuveriyoruz. Müzik ruhun gıdası! Yorgunluğumuzu piyanodan çıkan güzel caz ezgilerinin eşliğinde Ozujsko birasıyla atıyoruz. Otelimizde akşam yemekleri, kahvaltı tur programının içinde olmasına karşın su için ayrı para ödüyoruz. Çantanızdaki suyu bile içmeye izin yok! Yaz mevsiminin kavurucu sıcaklarında burada tatil yaparsanız eğer, sadece su için hatırı sayılır bir para ayırmanız gerekebilir! Biz deniz keyfi yapamasak ta, Nisan ayı olmasına rağmen sahillerde denize girenleri gördük. Yaz aylarında, sanırım bu sahiller tıklım tıklım dolup taşıyordur. 

Yine gezi otobüsümüzdeyiz. Boşnak kaptanımız çok güvenli yol alıyor. Ünlü kâşif, seyyah Marco Polo'nun doğduğu yer olduğu söylenen Korcula adasının yanından geçiyoruz.  Dubrovnikten ayrılıyoruz. Manzara harika. Devasa elektrik santralı görüntüsü manzaranın büyüsünü biraz gölgelese de... Otobüsün kasetçalarından oynak olmasına karşın içinde tanımlayamadığım bir sızı taşıyan balkan ezgilerinin ritim'ine kendimizi kaptırmış yol alıyoruz. Bizim ülkemizde mezarlıklara dikmek için tercih edilen incecik selvi ağaçlarını yol boyunca keyifle izliyoruz.  Ne kadar yakışmış bu ağaçlar bu coğrafyaya.



Karadağ kıyıları


Yine pasaport kontrolü! Yine beklemek... Karadağ'a geçeceğiz.  Bir saattir Hırvatistan'dan diğer sınıra geçemedik. Şakamı bu! Hristiyan, Ortodoks, Katolik ve Müslümanların yaşadığı dünyanın en genç devletlerinden birisi olan Karadağ! Rehberimiz, Karadağlıların Balkanların en tembel milleti olduğunu fıkralarla anlatıyor. Bu fıkralar tatil kafasıyla bizi epeyce güldürüyor: Karadağlının yanından bir yılan geçmiş, Karadağlı da "Oooo ne güzel ya! Hem yatıyo, hem de yürüyo" demiş. Atasözleri de tembelliklerini pekiştiriyor:  "İnsan yorgun doğar ve dinlenmek için yaşar / Yatağını kendini sever gibi sev".  Kulağa hoş geliyor!

Karadağ'ın başkenti Podgoritsa. Çoğunlukla Karadağlılar yaşıyor. Para birimi Euro. Nufusu 680 bin. En büyük kaynakları turizm. Çimento fabrikası var. Karadağ'a Avrupa'da  Montenegro  diyorlar. Denize bakan mor salkımlı çiçekleriyle bizi mest eden çardakları görüyoruz. Mola verdiğimiz yerden İki tane adacık görüyoruz, Kotorun yanı. Küçük olan St George adasındaki manastırı uzaktan görüyoruz.  Doğal bir ada. Yanındaki büyük olan ise 15 yüzyılda yapılmış bir ada, onunda üzerinde küçük bir kilise var. Bu adalara gitmek isterdim, ancak sadece uzaktan inanılmaz görüntüsüyle yetiniyoruz. Zaten Bir İngiliz şair Karadağ sahilleri için "karayla denizin yeryüzündeki en güzel bileşimi" demiş. Şimdilerde burada Rusların ekonomik yatırımları çok fazlaymış.



Kotor- Ortodoks Katedrali


Kotor
İlk durağımız, tarih ve doğa cenneti turizmin yeni gözdelerinden Kotordayız. Stari Grad'da (Eski Şehir-Kale) tarihi dokusu, taş evleri, nefis denizi, sakin ve huzurlu atmosferi hemen çarpıyor insanı! Tamamını yürüyerek gezebileceğiniz, Unicef'in koruması altındaki bu küçük tarihi şehir, önümüzdeki yılların popüler gezi yerlerinden biri olmaya aday gibi görünüyor. 

17 yy'dan kalma saat kulesinin önündeyiz. Altında utanç piramidi var. Eskiden buraya suçlular bağlanıyormuş. İbreti âlem olsun diye.  Görkemli Aziz Tiburon katedralinin önündeyiz.  Çan kulelerinin birisi küçük diğeri büyük (paralari yetmemiş).Denizcilik müzesi ilginç! Dünya turunu yapan ilk yelkenliyi görüyoruz. 17 yy yapımı dedikodu çeşmesinin önündeyiz. Kotor'un suyu buradan karşılanıyor. Yine bir Müzik Okulu!  Güzel sesler geliyor. İnce sesli kızlar korosu! Müziğin büyülü ezgisine kapılıyoruz. Zaten Balkan müziklerinin zarifliği ve özgünlüğü vazgeçilmezdir. 16 yy da yaşamış azize Maria kapısında hayatını anlattığı metal rölyefi hayranlıkla incelerken, Maria'nın mezarının da içeride olduğunu söylüyor rehberimiz. 



Kotordan bir kilise


Tiyatro meydanında ki çınar ağacına benzeyen "later ağacı" ilgimizi çekiyor. Bilim ve kültürün önemli olduğunun ipuçlarını alıyorum burada. Hoşuma gidiyor! Mütevazı ve sizi hemen kucaklayıveren bir yer olarak belleğimize yerleşen Kotor'dan ayrılıyoruz.



ST.George Adası


Budva
Manolya ve palmiye ağaçlarının bol olduğu eşsiz sahillerini seyrederek Budva'ya varıyoruz. Budva'nın 2500 yıllık geçmişiyle Adriyatik Denizi kıyısındaki en eski yerleşim yerlerinden biri olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca,  Balkanların çok renkli gece hayatıyla en ünlü tatil merkezinden biri ve yazın çok kalabalık olduğunu. Eski şehri ve kalesini geziyoruz. Zaten küçük bir şehir olduğu için 2-3 saatte gezilebiliyor. Budva'da denizin hemen kıyısında "Porto Balıkçı" restoranda; Efes'e benzeyen yerel bira Niksicko, levrek, karides, rokalı salata ile yorgunluğumuzu atıyoruz. Ceviz, incir, elma, üzümlü, karamel soslu ve dondurması da yanında olan tatlıyla birlikte yemekleri afiyetle bitiriyoruz.

Gezi otobüsümüzle yine Adriyatiğin doyumsuz fiyortlarının eşliğinde yol alıyoruz. Budvanın hemen yanı başındaki eskiden balıkçıların yerleşim alanı olan, şimdi ise Singapurlu bir multimilyardere satılmasıyla restore edilerek turizme kazandırılan St. Stefan adasının karşısındaki tepede mola veriyoruz. Otel ada diyebiliriz buraya.  Panoramik görüntü eşsiz. Bu büyülü manzarayı belgeliyoruz çektiğimiz fotoğraflarla.  Tek araçlık bir yol ile karaya bağlanmış. Bir zamanlar ünlüler, krallar, kraliçelere ev sahipliği yapmış olan bu adayı tepeden seyrediyoruz. Dünya jet sosyetesinin uğrak yeriymiş! Minyatür gibi evler, evlerin arasındaki ağaçlar, güneş ışığının yansıması denizle buluşunca sihirli bir atmosfer katıyor adaya. Minicik bir büfede adayla ilgili magnetler, v.s.satılıyor turistlere. Bu adanın en son dünya satranç turnuvasına ev sahipliğini yaptığını söylüyor rehberimiz.



St. Stefan Adası



İşkodra Gölünün Karadağ tarafında kalan kısmındaki otelimize yerleşiyoruz. İşkodra gölü Balkan yarımadasının en büyük gölü. Arnavutluk ve Karadağ sınırlarını kapsıyor. İşkodra Gölü'nün en önemli özelliği Avrupa'da kalan son pelikanların burada yaşıyor olması. Ayrıca 64 çeşit balık ve 240'tan fazla kuş türü ile Avrupa'nın en zengin doğa alanlarından bir tanesi İşkodra Gölü. 

Oteldeki akşam yemeğinde,  yine tanıdık ezgiler eşliğinde canlı müziğin ritmine dayanamayarak, piste atıyoruz kendimizi.  Oyunlarımızda pek farklı değil. Pistte yabancılık çekmiyoruz. Müzik zaten ruha seslenir. Balkan müzikleri gezi boyunca ruhumuzu sarmaladı. Bu coğrafyada silah seslerinin susup yerini müzik seslerini alması ne güzel! 

Arnavutluk'la devam edeceğiz...















 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(06 Ağustos 2013)

Mutlaka gidilmesi gereken yerleri bize bu keyifli yazınızla tanıttığınız için teşekkürler. Elinize sağlık.

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.