Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Türkiye ::::: İstanbul ::::: Boğaziçi'nde bir sabah: Beylerbeyi...        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Türkiye İstanbul 04 Şubat 2015 01 Ağustos 2014
02 Ağustos 2014
4391 0 aykutguzer 

 Boğaziçi'nde bir sabah: Beylerbeyi...
 (Gezi)

Anadolu Beylerbeyi'nin, İstanbul beyefendilerinin oturduğu yerdir. Asya Yakası'nda Üsküdar'ın hemen ardından Kuzguncuk gelir. Kuzguncuk'ta Musevi, Rum, Osmanlı vatandaşlarının yerleşmesine izin verilmişti. Üsküdar'da ve Beylerbeyi'nde ise sadece Müslümanlar oturabilirdi. İstanbul'un Asya Yakası'nda Kuzguncuk'ta kültür mozaiğinin hoşgörüsü ile karşılaşabilirsiniz.

O yıllarda dolmuş ve otobüs çok azdı; bir sabah bir akşam servis vardı. İstanbul'da Boğaziçi'nde, Levent'te, Etiler'de balık lokantaları Barselona'dan bile pahalıdır. Yıllar önce İstanbul'a taşındığımda İstanbul'da yaşayan arkadaşlarıma Boğaziçi'nde nerede balık yeneceğini sormuştum. Onlar da bana "Lokantaların kapısındaki arabaların lükslüğüne
bak, ona göre karar ver." demişlerdi. Balık yemek isterseniz, en iyisi Eminönü'nden saat 13'te kalkan Anadolu Kavağı vapuruna binin. Anadolu Kavağı ve Rumeli Kavağı, Boğaziçi'ndeki son balıkçı köyleri. Anadolu Kavağı turistik olduğu için oradaki lokantaların fiyatları pahalı.

Vapurdan Rumeli Kavağı'nda inin. Rumeli Kavağı'ndaki balıkçıların aynı zamanda lokantaları da var. Bu arada iki saatlik deniz havası da almış olursunuz. Rumeli Kavağı'nda vapurdan inince iskeleden meydana doğru yürüyün. Sol taraftaki üç balıkçı kardeşin işlettikleri iki katlı bir lokanta var. Hem taze hem de uygun fiyatlı balık yiyebilirsiniz. Siz yine de fiyatları sorun, pazarlığınızı yapın. Binlerce işçi fabrikadan çıkarıldığı. Beykoz'a gelmeden Paşabahçe köyü gözünüze çarpar. Paşabahçe Köyü sahilindeki bir çay bahçesinde Boğaziçi'nin en ekonomik çay, kahve, tost hizmetiyle karşılaşabilirsiniz. Paşabahçe'de Ortadoğu ve Balkanlar'ın en büyük cam fabrikası vardı. O da kapatıldı. Paşabahçe Fabrikası'nda üretilen mavi renkteki çeşm-i bülbül serisi vazolar, biblolar, kül tablaları hem Türkiye'de satılır hem dünyanın her yerine ihraç edilirdi. Üsküdar'dan devamlı otobüs ve dolmuşlarla Beykoz'a 1-1,5 saatte ulaşabilirsiniz.

Beykoz'un en önemli tarihi eseri sekiz gözlü çeşmesidir. Anıtsal bir Osmanlı çeşmesi. Sekiz musluktan devamlı su akıyor. Çeşmenin tavanındaki renkli işlemeler son derece etkileyici. Türkiye'de bir örneğini göremezsiniz. Her yıl 1 Eylül'de balık avlama yasağı bitince İstanbul'da olmaya çalışıyorum. Beykoz'a otobüsle, dolmuşla gidiyorum. Palamut, torik yakalanmışsa satın alıyorum. Çünkü çok az yakalanıyor, bütün lokantalar yüksek fiyat ödeyerek herkesten önce satın alıyor. Balıkçılara sordum, buzdolaplarının derin dondurucularında üç ay tazeliğini koruyacağını söylediler. Ben de imkânlar dâhilinde satın alıyorum. Beylerbeyi'ne gelmek için Eminönü'nden vapura binerdiniz. Her saat Çengelköy'den de vapur vardı. Benim çocukluğum bu vapurlarda geçti. O bacasından dumanlar tüten vapurları unutamıyorum. İki dostumun yaptığı bu vapur tabloları şimdi evimin duvarlarını süslüyor.

Vapur Çengelköy'den Beylerbeyi'ne gelince İstanbul beyefendileri vapura binmek için birbirine yol verirdi. "Beyefendi siz önden buyurun." derlerdi. "Olur mu üstat, siz buyurun." diyerek kibarlıkları sırasında kaptan sabırla vapuru bekletirdi. Ve vapur Eminönü'nden başlayacağı sefere geç kalırdı.



FOTOGRAF:  © Guillaume Piolle  / Wikipedia Commons / CC-BY-3.0 


Beylerbeyi Sarayı'nda Abdülaziz ve Fransa Kraliçesi
Barok tarzı inşa edilen bir yapıdır. Klasik dairesel kemerler vardır. Bahçeden görülen ihtişam içeriye yansıtıldı. Sütunlarda, tavanda süslemeler ve bezemeler kullanıldı. Salonda yapılan havuz bir Osmanlı geleneği. Saray 19.yy'da inşa edildi. Yazlık bir saray, ısıtma tesisatı yok. İç dekorasyonda ahşap, mukarnas ve hasır kullanıldı. Hereke'de özel
kumaşlar dokutuldu. Duvar süslemeleri, mobilyalar özenle seçildi. En değerli konuklar burada ağırlandı. İstanbul Osmanlı İmparatorluğu'nun evi ise Beylerbeyi Sarayı misafir odası idi. Sarayı inşa ettiren Abdülaziz küçük bir mekânda ihtişam sağlamayı hedefledi. Çin porselenleri, Bohemya avizeleri, lambalar kullanıldı. Abdülaziz'in kendi çizimleri var.

Kendisi aynı zamanda usta bir marangoz idi; yemek odasındaki masa ve sandalyeleri kendi yaptı. Giriş katında soldaki kaptan odasını gemi resimleriyle süsledi. Denizciliğe önem veriyordu. Osmanlı İmparatorluğu donanması İngiltere ve Fransa donanmasından sonra dünyadaki en büyük donanma idi. Perdeler, kornişler, koltuklar gemi halatı desenindedir.
Abdülaziz Fransa seyahatine çıktı. Fransa Kraliçesi Eugene Abdülaziz'e aşık oldu. Sonra, Eugene İstanbul'u ziyaret etti. Kraliçe için 24 no'lu oda ve yanına hamam hazırlandı. Birkaç günlüğüne planlanan ziyaret bu aşk nedeniyle haftalarca devam etti.

Sonra, Abdülaziz tahtan indirildi. Beylerbeyi Sarayı'na sürgün edildi. Isıtma tesisatı olmadığı için yaverine "Ben burada ölürüm." dedi. Beylerbeyi Sarayı'nda beş yıl göz hapsinde kaldı. Gerçekten bir gün banyo yaparken üşüttü, hasta oldu ve öldü. Cumhuriyet döneminde de devlet konukları burada misafir edildi.


FOTOGRAF:  Çengelköy İskelesi © VikiPicture  / Wikipedia Commons / CC-BY-3.0 


Çengelköy - Maalesef Artık Salatalığı Kalmadı
Çengelköy benim çocukluk mekânımdır. 1950'li yıllarda babam binbaşı maaşı ile Çengelköy'e 3 km. mesafede bir kooperatife girerek Boğaz manzaralı ev satın aldı. Ben her gün yürüyerek Çengelköy Havuzbaşı İlkokulu'na giderdim. Yolumun üstünde Rum mahalleleri vardı. İlk aşkım Marika isimli bir Rum kızıydı. Aynı okula giderdik. Daha sonra babamın tayini Ankara'ya çıktı. Marika'yı, Çengelköy Bahçelievler'de bırakarak Ankara'ya gitmek zorunda kaldım.

Salatalıklarıyla meşhur bir köy idi. Ufak çıtır çıtır salatalıklar çok lezzetlidir. Çengelköy'deki evimizin bahçesinden sarı çiçekli çok salata yedim. Şimdi de Çengelköy'de salatalık satılıyor. Ama hiç bostan kalmadığı için Antalya'dan getiriyorlarmış. Üsküdar-Kuzguncuk Beylerbeyi'nden sonra vapur Çengelköy'e gelirdi. Şimdi eskisi kadar yolcusu olmadığı için, vapur yerine motor servisi sabah ve akşam yapılıyor. Vapurda, motorda kitabınızı, gazetenizi okur, çay, kahve içebilirsiniz.

Çengelköy'de hemen iskelenin karşısında bir çeşme var; kocaman, anıtsal bir çeşme. Asya yakasının en büyük çeşmesi ise, Üsküdar'da. İskele meydanındaki çeşme III. Ahmet adına yaptırılmış. Çengelköy'de çeşmeden sonra iskelenin karşısında Rum Ortodoks Kilisesi yer alıyor. Benim çocukluğumda cemaati vardı, pazar günleri ayin olurdu; artık cemaati yok. Cumartesi, pazar günleri deniz kenarındaki çay bahçeleri güneş doğunca dolmaya başlıyor ve İstanbul'un her semtinden gelen ziyaretçiler kahvaltı yapıyorlar.

Yol üzerinde meşhur Çengelköy Börekçisi var. Gül böreği, su böreği, kol böreği satılıyor. Çay bahçelerine dışarıdan yiyecek götürebiliyorsunuz ama içecekleri oradan satın almanız gerekiyor. Benim çocukluğumun geçtiği vapur iskelesini İstanbul'a her gittiğimde ziyaret ediyorum. Çay bahçeleri hep dolu olunca garsonlara sordum "İnsanlar saat kaçta geliyor?" diye. Garsonlar bana deniz kenarındaki sekiz masayı tutmak için güneş doğarken bile gelenler olduğunu söyledi.


Küçüksu'da Gördüm Seni
Yıl 2013. Güzel bir Ağustos sabahı. Küçüksu İskelesi'nde oturuyorum. İstinye motoru geldi. Uykulu yolcular gazetelerini açtılar; çay mı, kahve mi içsek de uyanabilsek diye sanki bir kararsızlık yaşadılar. Bir Ağustos sabahının serinliğinde motor karşı akıntıya rağmen Avrupa yakasına geçmeye çabalıyor. Kabataş'a gidecek yolcular toplanmaya başladı. Siyah
elbiseli sanki bir kokteyl veya düğüne gidecekmiş gibi şık iş kadınları gelmeye başladı. Kabataş 15. yüzyıldan beri İstanbul'un finans merkezi. Muhteşem Yüzyıl dizisinden hatırlayacağınız gibi Hürrem Sultan da Galata Bankerlerinden borç alırdı. Beykoz, Paşabahçe, Kanlıca, Üsküdar, Kabataş motorları da gitti. İnsanlar ne kadar arabalarını seviyorlar. Yahu! Niye bu güzel motorla sabah sabah, püfür püfür dünyanın en güzel şehrine bakarak işinize ulaşmak yerine otomobili tercih edersiniz? Gittiğin yerde park yeri aramazsın; on, on beş lira park parası vermezsin. Otomobillerin zehirli gazlarıyla İstanbul'umuzu kirletmezsin.

İskelenin köpekleri de geldi. Ne iyi onların bilet alma mecburiyetleri yok. Burunları ile öpüşüyor, koklaşıyorlar. Küçüksu İskelesi'nin karşısında büyük bir boş alan var. Orada köpekler aşk yapıp devamlı ürüyorlar. Ara sıra da hırlaşıp kavga ediyorlar. Gönlü erkeklerden daha zengin kadınlar onlara sabahın erken saatlerinde yemek getiriyorlar. Anadolu Hisarı'nın ahalisi de doğrusu pek şık kardeşim... Bayanlar manken gibi, erkekler Apollon'u hatırlatıyor. Sonunda ikinci Küçüksu-Beşiktaş motoru da geldi. Kalabalıkta bir hareketlenme başladı. Herkes senin gibi emekli değil, olsalar bile çalışmak zorundalar. Beşiktaş'ta çalışan çok. Onlarca kişi acele ile adımlarını sıklaştırıyorlar. Motor dolmak üzere. Aslında İstinye motoruna ben de binebilirdim. Ama Davut Hancıoğlu ile öğle yemeği programımız var.

Davut Bey Opel, Citroen servislerini sattı; çok da iyi yaptı. Otomobil satışı artık çok kârlı olmaktan çıktı. Davut Bey şimdilerde müteahhitlik yapıyor, ev, apartman yapıp satıyor. Bayanlar için Çin'den takı eşyası ithal ediyor. Her İstanbul'a geldiğimde, sağ olsun bana vakit ayırır görüşürüz. Otomobil trafiği gittikçe artmaya başladı. Benim gibi deniz yoluyla Avrupa'ya gitmeyi düşünenler otomobillerini belediyenin parkına bırakıyorlar. 1970 yılında ben İstanbul'da otururken park ücretsizdi. Şimdi belediye caddeleri parselledi, artık park ücretli oldu. İstanbul Deniz Otobüsleri İDO'nun gişe yetkilisi Mehmet saat 09.00 olunca son motor gittiği için kapıları kapatır, bana da Küçüksu Kasrı'nın komşu kapısını açardı. Ben de yan tarafa kasra geçer, kafede sıcak bir şeyler içerdim.

İstanbul Deniz Otobüsleri İDO'nun diğer gişe yetkilisi Muammer, Mehmet'ten daha da misafirperver. "Çay içer misiniz?" diye sordu. Ben de "Beni mahcup ediyorsun." dedim. Bana kesintisiz çay servisi yaptı. 2013 Mayıs ayında başlayan boğaz turları günde 7 sefer yapılıyor. Öğleden sonra 13.50'de başlayıp birer saat arayla her saat Boğaz turları düzenleniyor. Küçüksu'dan hareket eden motorlar Beylerbeyi, Beşiktaş, Kabataş ardından Emirgan'a uğrayıp tekrar Küçüksu'ya dönüyorlar. Rumeli Hisarı'na bakıp düşünüyorum. İstanbul Türküsü adlı şiirini yazarken Orhan Veli buraya Anadolu Hisarı'na gelmiş olmalı, diye düşünmekten kendimi alamıyorum...

"İstanbul'da Boğaziçi'nde,
Bir fakir Orhan Veli'yim;
Veli'nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde.
O Rumelihisarı'na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum;
İstanbul'un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalım,
Senin yüzünden bu halim."

Şiir yazabilmesi için bakması, uzun uzun düşünmesi lazım. Rumelihisarı surlarının dibinde durup bu dizeleri yazamaz. Kulelere baktıkça içime bir hüzün doluyor. Fatih Sultan Mehmet vezirlerinden Çandarlı'ya emir veriyor: "Her kuleyi bir vezir kendi parası ile yaptıracak." diyor. Çandarlı, Zagnos Paşa ve bir diğer vezir amelelere moral vermek için bizzat inşaatta taş taşıyarak kısa zamanda kuleleri tamamlıyorlar. Macar Urban'ın yaptığı toplar Edirne'den getirilip yerleştiriliyor ve Karadeniz'den Doğu Roma'ya gelecek yardım gemileri bu toplarla batırılıyor.

Savaşta moral çok önemli. Haliç'te Osmanlı kadırgalarını gören Doğu Romalı askerler şaşkına dönüyor. Lağımcı yeniçeriler Doğu Roma'nın cephaneliklerini havaya uçuruyor. Kadırgaların bir örneği Eskişehir Kentpark'ta havuzun içinde ziyaretçilerini bekliyor... Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen Eskişehir'e deniz subaylarını davet etmiş. Orijinal gemi çizimlerinin aslına uygun olarak kadırga inşa ettirmiş. Bu bilgileri, Timur Özkan'la Büyükerşen'i ziyaret ettiğimizde bizzat kendisinden dinledik. Emekli deniz subayları ile tanıştık. Piri Reis'in dünya haritası muhtemelen 16. yüzyıldaki en doğru harita imiş. Piri Reis'in dünya haritasının bir örneği Ankara Panora Alışveriş Merkezi'nin giriş zemininde mozaik olarak bulunuyor.


Küçüksu Göksu'da Tersanelerimiz
Ben 1968 yılından beri İstanbul'a gider gelirim. Ama nedense Göksu Çayırı'nı, Göksu Deresi'ni ihmal etmişim. Halbuki, "Gidelim Göksu'ya bir alem-i yaad edelim" şarkısını da çok seviyorum. Haziran ayında bir sabah, son yıllarda devamlı üstünden araba ile geçtiğim Göksu Deresi'nin üstündeki köprüden geçtim ve saat 09.00 olduğu için rahatlıkla park yeri buldum. İstanbullular benim gibi saat 22.00'de yatağa gitmiyorlar. Ertesi gün Cumartesi veya Pazar günü ise gece saat 01.00-02.00'ye kadar geziyorlar. Saat 24.00'te köprüler bir tıkanıyor inanamazsınız; sanki sabah 09.00 işe gitme saati. İşte bu geç yatan İstanbullular sabah benim gibi 07.00-08.00'de erkenden kalkmak istemiyorlar, Allah'a şükür yollar boş oluyor bana kalıyor. Saat 09.00'da Göksu Deresi'nin motorlarının durduğu iskeleyi buldum. Motorcular yardımcı oldular. İlk sıra Mustafa Kaptan'da imiş. Dört, beş kişinin binebileceği bir teknesi var. Benim gibi yüz on kilo müşteriye yardımcı oldu.

Göksu Deresi bir buçuk kilometre uzunluğunda imiş. Bu yapacağımız gezi yaklaşık otuz dakika sürecekmiş "Diğer motorlar kırk lira alıyor sen ilk müşteri olduğun için otuz lira alacağım." dedi. "Ben hep kaptan olmak istedim." diye konuşma açmak istedim ama pek konuşkan biri değil. Göksu Deresi yolculuğumuz başladı. Derenin Anadolu Hisarı girişinde dört lokanta, kafetarya, çay bahçeleri var. Ben iki yıl önce dostlarımla gitmiştim, memnun kalmıştık. Lokantalar bitince kocaman dört tane lacivert motor gördüm. "Mustafa kaptan bunlar kimin?" diye sordum. "Koç ailelerinin" dedi. Yolculuğa devam ettik. Sabancı ailesinin motorlarını, Boğaziçi'nde yaşayan zengin yabancıların Amerikalıların teknelerini gösterdi. Bu arada yolculuğumuza ördek ve karabataklar eşlik etmeye başladı. Demek ki bu lokantalardaki personel ve müşteriler ördekleri besliyorlar.

Ve değerli okuyucu, derenin kenarında daha kocaman tekneler görmeye başladım. Derenin her iki tarafında küçük tersaneler yapmışlar. Kanuni Sultan Süleyman donanmaya çok önem verdi. Osmanlı donanması dünyadaki en büyük üçüncü donanma idi. Hem İtalyanları hem Fransızları deniz savaşlarında yendik. Ve Haliç bölgesinde tersane inşa edildi. Kalyonlar, kadırgalar yapılmaya başlandı. İşte demek ki küçük tersaneler Göksu Deresi'nin sağına soluna yapılmış.

Otuz yıllık turizm yaşamım boyunca Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul fethini dostlarıma, misafirlerime anlattım. Fatih'in dünya savaş tarihinde görülmemiş bir taktikle Dolmabahçe'den Haliç'e kalaslar döşeterek ufak kalyonları indirdiğini söyledim. Bu sahneyi tablolarda defalarca gördüm. İşte değerli okuyucu, bu kalasların döşenmiş halini ve motorların çekilmesini, destek kalaslarla yerden yukarı kaldırılmış halini Göksu Deresi'ndeki ufak tersanelerde aynen gördüm. Hele bir tane on beş metre boyunda lüks bir motor gördüm ki çok mutlu oldum. İşte Fatih'in Haliç'e indirdiği kalyon türü gemilerin boyu da aşağı yukarı bu kadardı. Türkiye'miz ile gurur duyabilirsiniz. Benim gördüğüm teknelerden daha büyük üç katlı yirmi beş metre boyunda motorları Karadeniz'de imal ediyoruz. Asıl gurur verici olan, Türkiye lüks yat üretiminde Avrupa üçüncüsü. Tuzla'da tersanelerde imal edilen yatların yüzde sekseni ihraç ediliyor.

Göksu Deresi gezimiz devam ederken, solda gri renkte, uzay gemisi gibi Tuzla tersanelerinde imal edilen bir motoru görünce o kadar sevindim ki anlatamam. Ahşap tekneler her yıl böyle karaya çekiliyor, kocaman kalaslarla yukarı kaldırılıyor ve teknenin altı ve diğer bölgeleri tamir ediliyor, temizleniyor. Cumartesi sabahı saat 09.00 olmasına rağmen altı tekne temizlenip tamir ediliyordu. Kaptanlar sosyal insanlar, herkes bizi selamladı, seviyorum kaptanları.

Yolculuğum devam ederken sekiz kişinin kocaman bir motoru kalasların üzerinden iterek karaya çıkardıklarını gördüm. Fatih'in vezirlerinin karşı çıkmasına rağmen on dört ufak kadırgayı öküzler ve levent askerleri ile kasalar üzerinden çekerek Haliç'e indirmesini bir daha takdir ettim.













 Yazılan Yorumlar...
  Henüz Yorum Yazılmamıştır
 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.