Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: İspanya ::::: Barselona ::::: Barcelona: İspanya'nın İncisi        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
İspanya Barselona 18 Mayıs 2015 04 Ekim 2013
09 Ekim 2013
4361 5 dogabekaroglu 

 Barcelona: İspanya'nın İncisi
 (Gezi)

Barcelona'ya ilk gelişim 2008 yılında yaz kampı vesilesiyle gerçekleşmişti. Kampın merkezi Bilbao şehri idi. Kamp bittikten sonra kız kardeşim ile Barcelona'ya gelmiştik. Tabi o zaman zarfında sadece 2 günümüz olduğundan dolayı Barcelona'da gezilecek her yeri gezemediğimi düşünüyordum. Bu seferki seyahatim 2 günden fazlaydı ancak yine de bu güzel şehri gezmek için günlerin haftaların yeterli olmadığını biliyordum. Bu muazzam şehirden ne kadar fayda sağlayabilirsem benim için o kadar doyurucu olacağını düşünüyordum.



Barcelona'ya şimdiki eşim o zamanki kız arkadaşım ile gitmeyi planlamıştık. Şehre varışımız oldukça erken saatlerdeydi, toplamda sadece 5 günümüz olacağından güneş ışığından en verimli şekilde yararlanmak ve zamanımı en iyi şekilde kullanmak istedim. Güne oldukça erken başlamamıza rağmen hostelimize yerleşir yerleşmez doğrudan eşyalarımızı bırakıp yola koyulduk. Hostelimiz meşhur Sagra di Familia katedraline sadece iki sokak uzaklıktaydı. Biz eşyalarımızı yerleştirene kadar Sagra di Familia'yı görmek için sokaklar uzunluğunda sıra olduğundan şansımızı bir başka gün denemek üzere rotamızı ilk olarak Gaudi Park'ına döndürdük.





Gaudi Parkı konumu itibariyle tepenin yamaçlarına kurulmuş, muazzam manzarası olan bir yapı olma özelliğindedir. Bu özelliğinden dolayı eğer yürüyerek gitme amacınız varsa tepeyi tırmanacağınızdan dolayı zorlanabilirsiniz. Metroyla ulaşılmak istendiğinde Lesseps durağında inilip birkaç yüz metre yürünmesi ile parka ulaşım sağlanabilinir. 



 Gaudi parkı 1900 - 1914 yılları arasında inşa edilmiş olup, 1923 yılından sonra halka açılmıştır. Parkın girişinde bulunan dragon görünümlü kertenkele parkın sembolü olarak görülmektedir. Yerli ve yabancı turistlerin 4 mevsim ilgi odağı olduğundan dolayı parka gidildiğinde kalabalıkla karşılaşılması muhtemeldir.



Gün ışığından olabildiğince yararlanmayı amaçlayarak, Plaça d'Espanya (İspanya Meydanı) 'na doğru yola koyulduk. Gaudi parkından bir kaç yüz metre ilerledikten sonra metro ile (S2 Sabadell) tek vasıtayla doğrudan meydan çıkışına gelebilirsiniz, yol yaklaşık 15 dakika sürmektedir.





Sözde aylardan ekim... Havanın soğuk olmasını bekliyordum, ancak güneş ensemizde tüm coşkusuyla kendini hissettiriyordu. Hazırlıksız yakalanmamak için her sabah sırt çantamızın içine montlarımızı istiflesek de 4-5 gün boyunca bunun nafile bir davranış olduğunu bilemeyecektik. Hava durumuna baktığımda her gün için yağış göstermesine rağmen bir gün bile yağışın olmamasını talihin bizim yanımızda olmasına veriyordum.



Meydan oldukça geniş ve bir çok yere yakın olmasından dolayı Barcelona'nın önemli meydanları arasında yer almaktadır. 1929 yılında inşa edilmiş olup önemli bir kale olan Montjuïc kalesinin yamaçlarında yer almaktadır. Bir önceki Barcelona ziyaretimde yeterince vaktim olmadığından dolayı Montjuïc, Plaça d'Espanya ve ulusal müzeyi gezme fırsatım olmadığından buraları ilk defa görüyordum ve oldukça etkilenmiştim. Mimari ve altyapının bu kadar güzel yerleştirildiğini gördüğüm ender yerlerden biridir bu meydan.



Metrodan çıkınca Barcelona'nın ünlü Venedik Kuleleri bizi karşıladı. Reina Maria Cristina caddesinde sağlı sollu yerleştirilmiş olan bu kulelerin boyları 47 metre uzunluğundadır. Venedik Kuleleri denmesinin sebebi Venedik'te bulunan St. Mark çan kulesinden mimari ve görünüm tarzının esinlenilmiş olunmasıdır.



Sabahın erken saatlerinde meydana geldiğimden dolayı yollar boştu. Bende bu şansı değerlendirip (tabii ışığın kırmızıya dönmesini bekledikten sonra) yolun ortasına geçip kendimce ilginç olabileceğini düşündüğüm fotoğraflar çekmeye başladım. Her çektiğim fotoğrafla beraber bulunduğum meydana,  etrafındaki binalara ve bu güzel şehre karşı hayranlığım daha da pekişiyordu.



Meydanda bulunan bir diğer ilgi çekici yer Arena olarak bilinen alışveriş merkezidir. Burası daha önceleri arena olarak kullanılmaktaymış. 2011 yılında boğa güreşi alanından alış veriş merkezi olarak değiştirilmesine karar verilmiş. İçi oldukça geniştir ve çeşitli dükkanlara ev sahipliği yapmaktadır. Yürüyen merdivenler ile merkezin tepesine çıkmak mümkündür. Terasta Barcelona şehrini 360 derece görmek mümkündür. Güzel bir günde eşsiz bir manzara sizi beklemektedir. Teras katında restoran ve kafeler mevcuttur. Teras katına asansör ile çıkmak 1€ olarak belirlenmiş (sanırım kalabalığı azaltmak için bir yöntem).






Yolumu Museu Nacional d'Art de Catalunya' ya çevirerek gezime devam ettim. Daha çok uzaklardan bile görkemini fark etsem bile yakınına geldikçe uzaktan aslında gördüklerimin devede kulak kaldığını anlamıştım. Yakınlarına doğru geldikçe hemen avlusunda çok şık bir havuz gördüm. Şansıma tam o dakikalarda çalışmaya başladı. Bir dakika öncesinde sanki uyuyan bir güzel gibi sessiz sakin duran havuz, çalıştırılmaya başlandıktan sonra adeta bir şelale misali gürüldemeye başladı. Saray konum itibariyle tepenin eteklerine kurulduğundan suya bu şekilde yol vermek saraya ayrı bir renk katmıştı bence.



Yavaş yavaş merdivenleri tırmanmaya başlamıştım. Gözüme irili ufaklı bilboardlar, reklamlar ve sponsorlar ilişti. Anladığım kadarıyla burada gün içinde bir motosiklet turnuvası gerçekleşecekti. Sarayın merdivenlerinden bir kısmını bu etkinlik için kapatılmış ve yapay parkurlar inşa edilmiş. Parkurların yanına geldiğimde motosikletçilerin büyük hızla sarayın yanından belirip bu parkurlar sayesinde yokuş aşağı indiklerini gördüm. Güzel, ilginç bir manzara oluşmuştu. Henüz daha prova aşamalarında olmasına rağmen etkinliğin çok heyecanlı olacağından şüphem yoktu. Tabii önceliğim bu yarış / etkinlik olmadığından saraya doğru tırmanmamı sürdürdüm ve müzenin girişi olduğunu düşündüğüm avluya geldim.



Müzenin avlusunda soluklanmak için durakladığımda Barcelona'nın belki de yarısının ayaklarımın altında olduğunu farkettim. Aşağıdan bakıldığında ne kadar yüksekte olduğu tam olarak fark edilmese de yukarı çıktığınızda aslında ne kadar muhteşem bir görüntüye sahip olduğunu görebiliyorsunuz. 



 





Müzeye giriş yaptığımda içeride beni hoş bir sürpriz karşıladı. Gittiğim gün ve tarih sebebiyle ayın ilk pazarına denk gelmiştim. Bu sebepten dolayı tüm müzeler ücretsizdi. Daha önceden müzelerle ilgili böyle bir şekilde şansım yaver gitmediğinden oldukça sevindim.



Normal şartlarda giriş 12€ olarak belirlenmiş. 65 yaş üstü ve öğrenciler için 1€ ücret belirlenmiş. Kalıcı koleksiyonlara giriş yapılabilinmesi için ise 18€ gibi bir bedel gözden çıkarılmalıdır. Bunların yanında audio rehber 3.50€ gibi bir ücretle kiralanmaktadır.



 






Müzenin içinde bir çok döneme ait eserler bulunmaktadır. Roma, Gotik, Rönesans, Barok dönemlerine ait eserlerin yanı sıra Modern döneme de ait eserler mevcuttur. Her dönem binanın belli bir kanadına yerleştirilmiştir. Her kanatta ayrı bir dünyaya giriş yapılıyor ve o dünyanın bileşenleri sizi daha da cezbediyor. Benim şahsen en çok beğendiklerim  Joan Reixac imzalı  "Altarpiece of Saint Ursula and the Eleven Thousand Virgins",  Pere Nunyes tarafından yapılan "Altarpiece of St Elgius of the Silversmiths" ve "Altarpiece of Saint Vincent" isimli yapılardı. Görkemli, göz alıcı ve nefes kesici eserler dört bir yanımı sarmıştı.



Müzenin üst katlarında ayrıca nümizmatik koleksiyonu mevcuttu. Dönem dönem ayrılmış olan paraların tarih sıralamasında nasıl evrim geçirmiş, nasıl gelişmiş ve hangi evrelerden geçmiş olduğunu görebiliyordum.



İnsan o müzede saatlerin nasıl geçtiğini anlayamıyor gerçekten. Tüm bir gün, hatta 2 gün bile gerekirse ayrılabilinecek bir müze. Maalesef benim bu kadar vaktim olmadığından dolayı öğleden sonrası civarlarında müzeden ayrıldım.



Aklımda sabah şansımın döndüğü gerçeği bir defa daha yankılandı. Bugün günlerden ayın ilk pazarıydı ve Barcelona'da görmek istediğim bir başka müze daha vardı... Picasso Müzesi. Buraya mutlaka gitmem gerekiyordu ve bunu başarabilirsem bugün başarmak istiyordum.





Picasso Müzesi konum itibariyle şehrin "Old Town" kısmında bulunmaktadır. O kısımlarda araç ve otobüs ile erişim pek mümkün olmadığından dolayı benim tavsiyem en yakın metro durağında inilip oraya kadar yürünmesidir. İnanın bu yürüyüş zamanınıza değecektir. Şehrin dar sokaklarında yürürken her tarafınız tarih ile çevreleniyor. Şehrin o kısmındaki mimarisine zarar verilmediği için son derece düzel bir atmosfer mevcut sokaklarda.



Geldiğim metro durağına geri giderek yönümü "El Barri Gotic" taraflarına çevirdim. Yurtdışında mümkün olabildiğince yürüyerek etrafın tadını çıkarmaya çalışırım. Ancak Barcelona şehri oldukça büyük ve geniş bir şehir. Bu sebepten dolayı görülecek belli yerler arasında toplu taşıma araçlarını kullanmanızı öneririm.





Elimdeki haritadan müzenin olduğu yeri saptayarak metro ile yakınlarına geldim. Sokakların arasında bir sağ bir sol yaparak ilerlemekteydim... Binalar, insanlar, atmosfer son derece güzeldi. Dar sokaklar arasında elinde viyolonsel olan yaşlıca bir kadının klasik müzik çalması sizi adeta bir rüyalar alemine götürüyordu.



Müzenin bulunduğunu düşündüğüm sokağa geldiğimde bu müzenin aslında ne kadar popüler olduğunu gördüm. Ayın ilk pazarının da olması turistleri akın akın buraya çekmişti. Müzenin kapısının önünde yüzlerce kişilik sıra oluşmuştu. Sıranın sonu bulunduğum yerden görünmüyordu. Ancak bu müzenin bu kadar kalabalık olması boşuna değildi. Sıra ne kadar uzun olursa olsun bu müzeyi görmem gerekiyordu. Sıranın sonlarına doğru ilerledim. Sıra beklediğim kadar yavaş ilerlemiyordu, dakikalar ilerledikçe adım adım müzeye yaklaştığımı görebiliyordum. Müzeye gelirken dinlediğim klasik müziğin yerini müze kapısının önünde konuşlanan müzisyenlerin çoşkulu şarkıları aldı. Müziğin ve etrafın güzelliğine kendimi kaptırmışım, sıra çabucak eridi.



Pablo Picasso (1881 - 1973) yaşamı boyunca bir çok ünlü eserini Barcelona'da hayata geçirmiştir. Müze kapsamında bir çok eserini, çalışmalarını görmek mümkündür.  Sanatçının eserlerini geliştirirken izlemiş olduğu adımları, eskizleri ve bir çok tablosu burada sergilenmektedir.



Giriş ücreti:  Collection + temporary exhibition € 14,   Collection € 11,  Temporary exhibition € 6,50



Picasso Müzesinde bulunan eşsiz eserlere doyduktan sonra ara sokakların bu kalabalığından bunaldığımı fark ettim. Müzelerde ve sokaklarda bulunan kalabalıktan kurtulma ihtiyacı doğdu bir anda. Konum olarak o kadar kilit bir noktada bulunuyordum ki  sadece bir kaç sokak ötemde Park de la Ciutadella bulunuyordu.



Böylesine kalabalık bir şehirde bu kadar ferah, bu kadar geniş bir park bulmak benim için büyük bir şanstı. Park konum itibariyle 4 adet metro durağının ortasında bulunmaktadır. Ulaşım bir çok yoldan sağlanmaktadır. Parkın içinde geniş yeşilliklerle birlikte bir adet hayvanat bahçesi, botanik bahçesi, geniş süslemeli havuzları ve Katalan Parlamenter binası bulunmaktadır.



Halihazırda sırt çantamda bulunan atıştırmalık yiyecek ve içecekleri burada tüketmek için çok güzel bir fırsat yakaladığımı hissettim. Tabii normal şartlarda Türkiye'de bir park inşa edildiğinde tüm yeşilliklere "Çimlere Basmayınız!" tarzı tabelalar konularak insanların bu yeşilliklerde zaman geçirmesi olabildiğince engellenmeye çalışılır. Ben de tabii bu düşünce tarzıyla "Acaba ne yapmalıyım? Şimdi buraya gelsem kurulsam amcanın biri 'Yassah kardeşim hadi kalk git!!' der mi?" diye düşünmekten kendimi alamadım. Gerçi sonra etrafıma baktıkça herkesin piknik havasında olduğunu gördüm. İnsanlar gruplar halinde gelip pikniklerini burada yapıyorlarmış.



Saatlerce süren gezme ve koşuşturmalardan sonra parkta uzanıp etrafın ve havanın tadını çıkarmak gibisi yoktu gerçekten. Parkta birçok müzisyen renkli parçalar seslendiriyordu. Bu müzisyenlerden en çok ilgi çekenlerinden biri sanırım Bob Marley taklidi yapan bir gençti. İlk aşamada sadece müziği duyuyordum, sanki gerçekten Bob Marley dinliyor gibi hissettim kendimi.



  



 Yaklaşık 1 saat dinlendikten sonra daha önceden de ziyaret ettiğim ve parkın çok yakınında olan Zafer Kapısı (Arc d'Triumph) yapısını görmeye gittim. Daha önce benzer yapıyı Roma ve Üsküp'te görmüş olmama rağmen burada yapılmış olan zafer kapısı tasarım olarak diğer tümünden daha farklıydı. Bilinen beyaz renginin dışında bu Anıt kırmızı rengindedir. 1888 yılında inşa edilmiş mimar Josep Vilaseca tarafından inşa edilmiştir. İnşa edilme sebebi "Barcelona World Fair" Fuarında ana kapı olarak görev görmesidir.








Şehrin "El Barri Gotic" kısımlarına doğru gidildikçe sokaklar daralmakta ve ortam yerini tarihe bırakmaktadır. Sokakların buluştuğu bir meydan vardır ki bu meydanda da Avrupa'da görüp görebileceğiniz en güzel katedrallerden biri bulunmaktadır. Cathedral of the Holy Cross and Saint Eulalia veya daha bilindik adıyla  Barcelona Cathedral 90 metrelik boyuyla Gotik mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. 15. Yüzyılda inşa edilmiştir.



Kilise mimarisine karşı hayranlığım olduğundan dolayı buraya kadar gelmişken bu kiliseyi mutlaka görmem gerektiğini düşündüm. Girişte para ödeyerek dilerseniz kilisenin çatısına çıkabilirsiniz. Kilisenin çatısına ancak saat 17'ye kadar çıkılmaktadır. Gerçi işin ilginç tarafı 17'den sonra çatıya çıkılmıyor ancak kiliseye ücretsiz girilebiliyor. Sanırım bunu girmeden önce bilsem etrafta bir müddet oyalanırdım diye düşünüyorum. Kilisenin çatısından manzara her ne kadar güzel de olsa yine de ücret alınması ne kadar doğru tartışılır. Etraftaki insanların bundan oldukça haberinin olduğunu varsayıyorum. Zira kilisenin çatısından merkez ayin noktasına indiğimde büyük bir kalabalıkla karşılaştım. İlk aşamada bir ayin olabileceğini düşündüm, ancak sonradan farkettim ki kilisenin içinde bulunan kişiler de benim gibi turistti. Belli bir saatten sonra kapılar açılmıştı ve dileyen herkes giriş yapabilir duruma gelmişti.



 Katedralden çıktığımızda hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Ekim ayı olmasından dolayı gündüzler yazın olduğu kadar uzun olmuyordu. İlk gün için gün ışığından yeterince yararlandığımı düşünerek akşamı geçirmek istediğim Barcelona'nın sahil kısmına doğru ilerledim. Bu kısımda sahil ve iskele tarzı yerleri bulmak mümkündür. La Rambla caddesinin tam bitiminde bulunan iskele kısmı akşamımı tam geçirmek istediğim yerlerden biriydi.



 



Gezerken genelde şehrin tadını çıkarmak istediğim için yiyeceklerimi ya gündüzden hazırlayıp çantama atıyordum ya da take-away tarzı yerlerden alıp park bahçelerde tüketiyordum. İskele'nin uçlarına doğru ilerleyip boş banklardan birine oturduk. Gelen giden veya karışan kimseler olmadığından rahat rahat keyfimize bakabilir hale gelmiştik.



Bir önceki gelişimde "El Barri Gotic" kısmında Latin ve Jazz barlarına gitme şansım olmuştu. İnsanlar son derece arkadaş canlısı ve sıcak kanlılar.  Gecenin ilerleyen saatlerine kadar bir çok güzel yer bulmak mümkün. Tabii bu sefer geldiğimde sabahın erken saatlerinden itibaren tabanvay olarak bir çok yeri görmeye çalıştığımdan dolayı ilk gün nispeten daha erken bir saatte hostele dönerek günü tamamladık.



Ertesi gün gezimizin kaldığı yerden devam ederek metro ile Montjuic  Kalesi (Castelle de Montjuic) eteklerine doğru metroyla geldik. Metro durağı ile yakın bir yerlerde inmiş olmamıza rağmen kaleye çıkan yolu hesaba katmadığımı farkettim. Tepenin eteklerinde yukarı çıkan teleferik sistemi mevcut olmasına rağmen kişi başı 11 euroluk bir ücrete sahip. Barcelona manzarası eşliğinde tepeye çıkmak isteyenlere tavsiye edebilirim. Öteki yandan ben gözümü karartıp tepeyi kendim tırmanmaya karar verdim. Yaklaşık bir 15 dakikalık tırmanıştan sonra tepenin yamaçlarına varmış oldum.





Kale, zamanın askeri karargahlarından biri olmakla birlikte bugün turistik olarak işlev görmektedir. 1640 yılında inşa edilmiştir. Kalenin içine giriş ücretsizdir ancak dikkat edilmesi gereken bir durum mevcuttur. Kalenin içinde turistik amaçlı sergilenen bir bölümü Pazartesi günleri kapalı olarak belirlenmiş. Oraya gidilmeden önce kontrol edilmesinde fayda var.



Tepeden iniş çıkışına göre kolay oldu. Teleferiğin dışında kalenin önünden kalkan otobüsler mevcut. 15 dakikada bir kalkan otobüsler sizi İspanya Meydanı'na rahatlıkla götürebilmektedir. Kaleye girişlerde meydandan geçen otobüsler ile oldukça ucuza kaleye varmak mümkündür.



Gel gelelim benim favori turistik mekanlarımdan birine: Poble Español



Adı gereği İspanyol Köyü anlamına gelen yapı; İspanya'da bulunan tüm köy kültürlerinin paternlerini bir küçük köyde toplanmış halidir. İspanya kapsamında bulunan 16 etnik kültürün buluştuğu toplamda 117 binanın olduğu bu yapıda; Katalan, Endülüs, Bask, Aragon vb.. gibi bir çok kültüre ait mimari dokuyu görmek mümkündür. Köye girişte verilen harita ile hangi binanın hangi kültüre ait olduğunu görebilirsiniz.





Meydanına vardığımda bir orkestranın prova yaptığını gördüm. Çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan bu orkestranın çaldığı yerel müzikler ile sizi içine çeken o mimari bir araya gelince kendimi tam anlamıyla huzur içinde buldum. Her köşe başka bir güzel, her yer ayrı bir heyecan vericiydi. Her bina özenle oluşturulmuş ve ne kadar birbirinden farklı da olsalar bir bütün olarak hepsi kendini hissettiriyordu.  



İspanya'ya gelmeden önce kız arkadaşıma evlenme teklifi etmek için yüzük satın almıştım. İspanya seyahati sırasında kendisine evlenme teklifi etmek istiyordum. Ancak kendi kendime bunun için en iyi olacak tarihin onun doğum gününe denk gelen 8 ekim olduğunu inandırmıştım. Yüzüğü günlerdir saklıyordum ve verebileceğim en doğru anı bekliyordum. Bugün günlerden 7 ekimdi...



Poble Español'a geldiğimde içimdeki huzur o kadar büyüktü ki bu anın o an olduğunu düşünmüştüm. Ancak tek bir sorun vardı, yüzüğü doğum gününde vermek istediğimden dolayı hostelde bırakmıştım. İçimdeki huzur bir anda yerini üzüntüye bırakmıştı. Güzel bir anı kaçırdığımı hissetmiştim. Yüzüm bir anda değişince ister istemez merak uyandırmıştım. Kendisine pek bir şey ifade edememiştim çünkü zamanında önce sürprizi bozmak istemiyordum. Kendime verdiğim sözü tutmam gerektiğini düşünerek ve moralimi düzelterek geziye devam ettim. Nasılsa 1 gün daha vardı, yarının neler getireceğini kim bilirdi?



 Poble Español'da geziyi tamamladıktan sonra La Pedrera ve Casa Batlló yapısını görmek için müze çıkışından tekrar metroya binerek Diagonal durağında indik. Yeterince tepe bir yere geldiğimizden dolayı geri kalan yolu yokuş aşağı inecek olmamız bizi sevindirmişti.



 



Yolun başında ilk olarak karşımıza çıkan yapı La Pedrera'ydı. 1910 yılında Ünlü mimar Antoni Gaudí tarafından inşa edilen bu bina 1984 yılında UNESCO dünya mirası listesine girmiştir. Modern mimari göz önünde bulundurularak inşa edilmiş olan bu bina bilindik tasarımların dışına çıkarak turistlerin ilgi odağı olmayı başarmış. Binanın hem için hem dışı insanın ilgisini çekmeyi başarıyor. Giriş ücreti 10 ile 20 euro arasında yetişkin, öğrenci, çocuk fiyatlarına göre değişmektedir.





La Pedrera'nın bulunduğu yoldan aşağı doğru devam ettikten sonra karşımıza Casa Batlló yapısı gelmektedir. Bu bina da Gaudi tarafından inşa edilmiş olup şehrin başlıca turistik mekanlarından biridir. Gaudi'nin yapmış oldu binalarda görülen mimari imzası kendisini Barcelona'nın vazgeçilmezleri listesine koymuştur.



Havanın güzel olmasını da bahane ederek, sokakları olabildiğince keşfetmeye devam ediyorduk. La Pedrera  ve Casa Batlló yapılarını da gözlemledikten sonra sahile doğru devam ederek Barcelona'nın en bilinen caddelerinden biri olan La Rambla caddesine geldik. Tüm ışıltının tüm hareketin bu caddede toplandığını görmem çok uzun sürmedi. Sağlı sollu kafeler, restoranlar caddenin popülaritesini iyice arttırmıştı. Hediyelik eşya satan mini dükkanlar ve sokak göstericileri caddeyi daha da renkli hale getiriyordu.





Sokak göstericileri demişken, Barcelona'nın en sevdiğim özelliklerinden biri sokak göstericilerinin çeşitliliği ve profesyonelliğidir sanırım. Özellikle La Rambla Caddesinde dolanırken yan yana dizilmiş olan bir çok sokak göstericisiyle karşılaşmanız mümkün. Ustaca yapılmış olan makyajlar ve kostümler işi daha da ilginç hale getiren unsurlardır. Hepsi de hünerlerini ustaca sergiledikleri için her göstericinin önünde geçirdiğim zaman benim için iyi değerlendirilmiş olarak görülebilir. Hoşunuza giden bir figür varsa küçük bir ücret karşılığında (daha doğrusu gönlünüzden ne koparsa) yanına gidip fotoğraf veya video çektirmeniz de mümkündür. 



 



La Rambla caddesinde bulunan görsel şöleni de izledikten sonra ana cadde üzerinde çok fazla takıldığımızı düşünerek biraz da gölgelerde kalmış yerlere gitmek istedik. Şansımızı bir de ara sokaklarda (tabii çok da ücra köşeler olmamak kaydıyla) denemek istedik. Daha adımımızı döner dönmez karşımıza devasa bir Pazar alanı çıktı. Oldukça ucuza satılan meyve doldurulmuş tabaklardan gözümü alamamıştım. Bir yandan lokman hekimler, meyve sebze satan kişilerin dışında bir de rengarenk şekerlerin satıldığı stantlarda mevcuttu. Renk harmonisi o kadar güzeldi ki insanın şeker veya çikolata sevmese bile bunlardan alıp tadası geliyordu.



Güzellikler sadece bununla da bitmiyordu, sokaklarda yürümeye devam ettikçe her taraftan yükselen o tarih kokusu insanın dört bir yanını kaplıyor. Ana caddenin zaman zaman bunaltan kalabalığı ara sokaklarda yerini daha fazla huzura bırakıyor.





 



Tüm gün gezmenin ve dolaşmanın vermiş olduğu yorgunlukla kendimizi yine su kenarında bulduk. Bu sefer gün batımını tam vaktinde yakaladığımı düşünüyordum. Kısa bir süre içinde gök yüzü mavi tonlarından turuncu, kırmızı tonlarına doğru kaymaya başladı. Güneşi batırmak için bulunduğum yerin son derece güzel bir nokta olduğunu işte bu gün batımını yakaladığımda anlamış oldum.



Tahminimce manzarasından dolayı Montjuic Kalesi'nin gün batımlarına dair eşsiz manzaralar sunacağını düşünüyorum. Gün içinde ziyaretimde Barcelona'nın hem ticari, hem kültürel alanlarına hakim olabilen bir alan olduğunu gördüm.



Her gün saatlerce ve kilometrelerce yürümenin de dezavantajı maalesef belli bir saatten sonra insanın pilini bitirebilmesidir. Her ne kadar akşamları eğlenceli yerlere gitsek de bir noktada bünye sanırım güne paydos etmek istiyor.



Hostelimize giderken gece aydınlatılması ile daha da ihtişamlı bir şekilde duran Sagra di Familia'yı da görmüş olduk. Gündüz ayrı, gece ayrı güzel görünen kilise için boşuna Barcelona'nın incisi denmiyor sanrım.





 



Barcelona'da geçireceğim son güne uyandığım zaman önceki günlerde gezmek istediğim bir çok yeri gezmiş olmanın verdiği rahatlıkla gözlerimi açtım. Programını yapıp gidemediğimiz pek bir yer kalmamıştı. Bu sebepten dolayı bu günü kendimize ayırabileceğimizi düşündüm. Turistik aktivitelerin dışında en azından bir kaç alışveriş yapabilirdik



Sabahları erken saatlerde yola çıktığımızdan merak ettiğim eski boğa güreşi arenası olan La Monumental'e gitme şansımız oldu. Katalan parlamentosunun 2010 yılında çıkarmış olduğu boğa güreşlerinin yasaklanması yasasından sonra kapatılan arena şimdi konserler için kullanılmaktaymış. Yaklaşık olarak 20000 kişi kapasitesine sahip arenada 26 sıra koltuk bulunmaktadır.



Günlerin yorgunluğu ve sürekli yürümenin verdiği bitkinlik üst üste gelince son gün bulabildiğimiz her yerde dinlenerek ve her gölge altında serinleyerek günü geçirmeye çalıştık. Akşam olduğunda yorgunluktan ayaklarıma kara sular inmesine rağmen hala yerine getirmem gereken bir planım olduğunu biliyordum. 8 Ekim gününün akşamında evlilik teklifimi gerçekleştirecektim.



Bir önceki gün Poble Español'da etmek istediğim teklifin günü bugün gelmişti. Yer olarak ilk gün geldiğimiz Museu Nacional d'Art de Catalunya binasının terasını düşünmüştüm. Gündüz vakti geldiğim müzede harikulade bir manzarayla karşılaştıktan sonra akşam vakti gelinmesi ile bu manzaranın daha da nefes kesici olabileceğini düşündüm. Güzel sakin bir ortam eşliğinde sanırım kaç zamandır yaptığım planların ve sürprizin işe yarayabileceğini düşündüm.



 






Aynı şekilde İspanya Meydanı'na gelip tepeye doğru yürümeye başladık. Tepeyi tırmandıkça benim heyecanım da tırmanmaya başlamıştı. İnsan ne kadar söyleyeceklerini de planlasa o an geldiğinde kelimeler yetersiz kalıyor. Tepeye çıktığımda heyecanım daha da arttı, zira bulunduğumuz alan anlaşıldığı üzere insanların akşam takıldıkları bir alanmış. Bu sebepten dolayı benim boş olacağını düşündüğüm yerde en azından otuz kişi mevcutmuş.



O kadar kişiyi görmeme rağmen o anda hissettiklerim sanırım bana göre bir zamanın yavaşlayıp durması gibi geldi. Söyleyeceklerimin çoğunu bile söyleyemeden yüzüğü çıkartmış bulunmuştum. Karşımda sevinçle beraber şaşkın bir ifadeyle "Evet"cevabını aldığımda sanırım o an dünyalar benim olmuştu.



Heyecanımı biraz olsun üzerimden attıktan sonra terasta karşımızda bulunan manzaranın tadını çıkarmaya başladık. Biz bu manzaranın tadını çıkartırken kısa bir süre sonra birinin taşınabilir orgunu kurup orada yanımızda aşk şarkıları söylemeye başlaması bugünü benim için unutulmaz bir anı haline getirdi.



Barcelona benim için her yönüyle bambaşka bir şehir. İnsan ne kadar ziyaret ederse etsin, her defasında döndüğünde "Buraya bir defa daha gelinir..." dediğini duyar gibiyim. O kadar canlı ve renkli bir şehrin şamatası ve muhteşemliği içinde insan kendini kaybediyor. Sanırım burada bu güzel şehir için söylenecek olan en yakışık alır benzetme, zamanında da söylendiği gibi : "God's Land" 











 Yazılan Yorumlar...
dogabekaroglu
(05 Haziran 2015)

Bu güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim, Barselona gerçekten benim için güzel anıların ve hatıraların olduğu bir şehir. Defalarca gidilse de bıkılmayacak türden bir güzelliği var. Yazımla size yardımcı olabildiysem ne mutlu bana.

Erdin İVGİN
(27 Mayıs 2015)

Sevgili Doğa evlenme teklifi yapılacak en güzel kenti ve en güzel mekanı tercih etmişsin bence. Umarım bir ömür boyu bu mutluluğunuz ve heyecanınız devam eder. Barselona benimde çok beğendiğim bir kent olmuştu. Hatta tekrar gelirim diyerek ayrıldım bu güzel kentten. herkesin bir şeyler bulacağı bir şehir. Tarih, sanat, doğa, güzel yemekler, romantizm veya gece hayatı.
Paylaşımın için teşekkürler.

Setenay Süzer
(26 Mayıs 2015)

Merhaba Doğa,
Öncelikle evlilik teklifi sırasında yaşadığınız heyecan ve güzelliğin, ömür boyu devamını dilerim.Gerçekten Barcelonaın gezilmedik köşesini bırakmamışsınız.Bizler de genç yaşına rağmen edindiğin zengin kültür birikiminin rotasında, yeniden gezmiş olduk Eline emeğine sağlık.

TAMER
(25 Mayıs 2015)

Sevgili Doğa, Barselona yazını henüz Barselona dan döneli iki ay bile olmamışken yani daha tadı damağımdayken okumak benim için çok keyifli oldu. O güzel şehirde eşimle birlikte geçirdiğim muhteşem dört günü yeniden yaşadık. Hem bu güzel yazı için eline sağlık diyorum, hem de almış olduğunuz bu güzel karar için ikinize de mutluluklar diliyorum.

hakangeziyor
(24 Mayıs 2015)

Sevgili Doğa, uzun zamandır keyifli yazılarına hasret kalmıştık. Barselona gibi Avrupanın en popüler şehirlerinden birisi ile muhteşem bir geri dönüş oldu. Üstüne üstlük hayatının en önemli kararlarından birisinin ilk adımını atmış olman da ayrı bir heyecan. Eminim hiç bir zaman unutamayacağın bir yer olacak Barselona...
Kalemine sağlık...

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.